Başbakan 'Bu trenden inen bir daha binemez' demişti. Kuruluşundan bu yana yer aldığı partisini bıraktı, üniversitede hoca oldu, sonra da parti kurdu. Bugün şike yasasıyla birlikte tartışılan 'AK Parti'de çatlak mı var' sorusunu, şike yasasının neyin işareti olduğunu belki de en iyi yorumlayacak isimlerden biri işte o trenden ilk inen en güçlü isim Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener. Şener'e gündeme dair her şeyi sorduk.

Röportaj: Dinç Çoban /AKŞAM

Şike Yasası, ilk 'veto'nun ardından geçti ama gerilen siyaset kasnağına da izini bıraktı. Bu ize kimileri 'çatlak' kimileri 'parti içi demokrasi' kimileri de 'zamansız çıkış' dedi. Kasnaktaki bu 'iz'in adının tarih tarafından konulacağı günü beklerken, konuyu iktidar partisinin verdiği ilk çatlağı, Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener'e sormak üzere Ankara yollarına düştük. Randevu saatinde gittiğimiz adreste Abdüllatif Şener karşıladı bizi. Şener'in mütevazı ofisinde engin duruşu ve naif gülümsemesiyle başlayan uzun sohbetimiz, kısa molalar ve kayıt dışı konuşmalarla geçti.

Seçimlerde yaşadıkları 'başarısızlık' canını sıkıp üzmüşse de, 'sistem mağdurları'nı birlikte hareket etmeye çağırmasını umudunun işareti belledik. İşte Şener'le yaptığımız söyleşinin detayları...

- Siyasette ne durumdasınız şu sıralar?

Türkiye'de ve dünyanın diğer noktalarında da muhtemel böyledir, çok iyi bir noktada olmak, çok iyi bir düşünceye sahip olmak, ülke için, insanımız için, gelecek için çok iyi şeyleri savunmuş olmanız güçlü olmanızı sağlamıyor. Geldiğim nokta budur.



SENDİKA DİYE BİR ŞEY KALMAMIŞ

- Kendinizi güçsüz mü hissediyorsunuz?


Bakın, siyasetin de bazı dinamikleri var o dinamikler asıl o gücü oluşturuyor. Biz de Haziran 2011 seçimlerinden sonra öyle düşündük ve partinin yetkili karar organları ile bir araya gelerek, durum değerlendirmesi yaptık. Parti olarak varlığımızı sürdüreceğiz, ilişkilerimizi sürdüreceğiz ama harcamalarımızı düşüreceğiz. Bir de sivil toplumun yok olduğu, medyanın görevini artık iktidarın yanlışlarını rasyonelleştirmek olduğu ve paranın iktidarın elinde olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu antidemokratik bir dönemdir, bir konjonktürdür. Böyle bir ortamda da biz de parti olarak varlığımızı sürdürmekle birlikte uygun koşulları gözlemek zorundayız.

- Güç odaklarını iktidarın kullanması normal değil mi?

Hayır, normal değil. Demokrasi böyle bir şey değil. İktidar diktatörlüklerde de vardır. Demokrasiyi demokrasi yapan şey gelişmiş bir muhalefetin varlığıdır. Dolayısıyla Türkiye'de iktidarı özgürce eleştirecek bir zeminin yok edilmiş olmasıdır. Sorun olan bu.

Şimdi bakıyoruz Türkiye'de iktidar aleyhine muhabirler haber kovalayamıyorlar, bakanlıklarda olumsuz bir şey var mı yok mu diye haber takibi yapamıyorlar. Muhabirler dahi refleksini kaybetmiş. Çok fazla iktidarı eleştirdiğiniz zaman köşenizi kaybediyorsunuz. Televizyon programındaki yerinizi kaybediyorsunuz. Veya patronunuzun başı belaya giriyor. Yani basın tükenmiş vaziyette sivil toplum kuruluşları yok.

ŞİKE YASASI BİR TESTTİ

- Son dönemde AKP'de yaşanan şike tartışmaları için ne düşünüyorsunuz. Çatlak olarak değerlendirilebilinir mi?


Bunu iktidarda bir çatlak olarak görmek şu anda erken. Böyle değerlendirilebilir ama önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Yeni bir süreç yani. Bu sürecin önemli olduğunu parti içinden herkes görüyor. Bununla ilgili birtakım düşünceleri olanlar, niyet besleyenler bulunabilir. Bu şike yasası bir test gibi düşünülmeli. Yani birileri önümüzdeki süreçlerde nasıl pozisyon alacağını görebilmek açısından bir test zemini olarak görmüş olabilir Şike Yasası tartışmalarının. Yani deniyorlar. Herkes deniyor. Şike Yasası üzerinden deney yapılıyor.

Cumhurbaşkanlığı süreci öncesinde ben bunu böyle görüyorum. Daha fazla bir anlam yüklemek doğru değil.

- 'Ama bir gün çatlayacak' diye bir öngörünüz vardı sizin...

Her şey olabilir de...

- Öngörünüz var mı?

Bu öngörüye sahip olma, kadroyu bilme ile ilgili değil. Siyasetin genel karakteri, dinamikleri ülkenin içinde bulunduğu koşullar asıl belirleyicidir. Vaktiyle içindeydim burada ne olup biteceğini sonuna kadar bilirsin yaklaşımı doğru bir yaklaşım değil. Çünkü insanlar siyasette yerlerini ve tavırlarını maalesef birini sevmeye ya da sevmemeye, doğru bulup, eğri bulmaya göre belirlemiyorlar. Meclis'e gelebilmenin ya da kalabilmenin yolunu hesaplıyorlar. Bunun dışında davranan birileri 40 yılda bir çıkıyor işte...
İkincisi ise Meclis'teki hareketlilik. Tekrar Meclis'e gelmenin ötesinde Meclis'te iken siyasette daha etkin bir konumu nasıl yakalayabilirim mücadelesi. Bunun mücadelesini veriliyor vekiller. Bu iki mücadelede de maalesef Türk siyasetinde pozitif rekabet yok. Negatif rekabet var. Birinin ayağını kaydırma, birini diskalifiye etme o yeri kendisi yakalama çabası oluyor. Bu dönüm noktalarında ortaya çıkıyor. Böylesi durumlar bir partide en tepedeki insanların yer ve görev değişimi veya başlarına herhangi bir şey gelmesi nedeniyle bırakmaya zorlanma gibi pozisyonlar yakalandığı zaman daha yoğun yaşanıyor. Önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Başbakanın cumhurbaşkanlığına aday olma durumu var.

CEMAATİN ETKİSİ OLDUĞUNU SANMIYORUM

- Siyasette bir daha aday olmayacağını söylemişti zaten...


Başbakan'ın 'Aday olmayacağım' lafı hileli. Çünkü daha öncesinde cumhurbaşkanı adayı olacağı için milletvekilliğinden bahsetmiyor. Yani milletvekilliği adaylığı yok zaten. Cumhurbaşkanlığı seçimi daha yakın. Böyle bir ortamda da genel başkanlık konumunu yakalamak veya yeni genel başkanın en muteber adamı olmak durumu ile partide etkili kişi olmak Meclis'te bulunan pek çok vekilin kurguları arasında yer alacaktır. Bu kurgular sonunda kongre süreçlerine girildiğinde cumhurbaşkanlığı sonrası süreçlerde nasıl bir ayrışmaya yol açar, kimler nerede saf tutar sonunda bu kongre hangi güç dengelerinin etkinliği ile yürür şu anda görmek mümkün değil. O gün bakacağız ama her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünmek yanlış olur. Ortaya biri çıkacak herkes onun etrafına kenetlenecek sonra o oturacak yoluna devam edecek diye bakmak doğru değil. Yani bu bir özel yorum değil genel değerlendirme yapıyorum.

- Cemaatin Şike Yasası'na karşı çıkan Cumhurbaşkanı üzerinde etkisi var mıdır?

Ben öyle değerlendirmiyorum. Şamil Tayyar da çok karşı çıktı. Partisi getirdiği halde bunu bakış tarzı itibarı yanlış bulduğu için karşı. Yani üzerinde şu cemaatin bu cemaatin etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu tavrı mutlak bir şekilde bir yere bağlamak doğru değil, ama siyasi süreçlerin içerisindeyseniz, insanların, grupların, kesimlerin, medyanın o olaya bakış tarzını izlersiniz. İster istemez ondan da etkilenirsiniz. Birinden çok etkilenirsiniz birinden az etkilenirsiniz ama mutlak suretle şu kesimin görüşü şuydu cemaat böyle düşünüyordu onun için falan bunun doğrultusunda bu olaya baktı diyebileceğim bir manzara ben şike olayında görmedim.

- Cumhurbaşkanı Gül siyasete döner mi?

Sanmıyorum.

- Bülent Arınç'ın partideki durumu nedir sizce?

Arınç'ın kamuoyundaki desteği daha fazla gibi geliyor bana. Parti içi dengeler çok farklı bir şeydir daha onun ortaya çıkması lazım. Ama bir takım gruplaşmalar ortaya çıkarsa kim kimin yanında yer alır belli olur o zaman.

- Şu anda var mı?

Bence şu anda AK Parti içinde bir gruplaşma yok. Belki bunun testi yapıldı ama kimse yerini göstermedi.

- Kim yaptı bunu?

Olayın içinde kimler varsa.

- O zaman parti içince bir tek başlılıktan söz edebilir miyiz?

Dışarıdaki sade vatandaşın zihnindeki parçalanma ile yürüyen iş değil ki o. Bir parti kadrolarının tamamı, başta Meclis'te bulunanlar olmak üzere herkes daha iyi bir konumu veya mevcut konumu sürdürme hassasiyeti içerisindedir. Vekil bazında baktığında tekrar vekil olabilme, vekilken de parti içinde en iyi yerde olabilme arayışı içerisindedir. Temel hassasiyet bu.

TÜRKİYE SİYASETİ YENİDEN YAPILANDIRILIYOR

- İdeolojik bir temel yok yani...

Ben görmüyorum, o ideolojik yönlendirme daha makro planda partiyi de aşan mekanizmalarla yönlendiriliyor o başka bir şey.

- Partiyi aşan mekanizmalar mı? Nedir onlar?

Ona ayrıca gireriz ama Türkiye siyasetinin yeniden yapılandırıldığını düşünüyorum. Sadece Arap baharından bahsetmeyin Arap baharı mıdır, Arap'ın kışı mıdır onu bilmem. Aslına bakarsanız Türkiye'de siyaset yeniden yapılandırılıyor.

- Nasıl?

Burada küresel güçlerin etki alanı son derece önemli. Sadece iç dinamiklerle yürüyen bir iş değil.

Bakın şimdi Ortadoğu'da ne oluyor kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya kadar ne oluyor diye baktığımızda İsrail ve Amerika'nın uyguladığı politikalara kararlara uyum sağlamayan yönetimler değişiyor. Libya, Suriye, İran hattı bunu gösteriyor. İkincisi İsrail ve Amerika'nın karar ve politikalarına uyumlu olmakla birlikte yeni süreçleri yönetme kabiliyeti olmayan yönetimler değişiyor.

Yani halka yabancılaşmış görüntüsü ve diktatörlükleri nedeniyle artık yeni süreçleri idare edemeyecek bu yönetimler değişiyor. Ve işin en önemli tarafı Türkiye hem değişimin yönlendiricilerindendir veya taşeronlarındandır hem de değişimi yaşayan bir ülkedir. Rol model olarak başbakan Arap ülkelerine gösteriliyor, ama aynı zamanda Türkiye bu değişimi yaşıyor. 1990'lı yıllardan itibaren şunu görürsünüz. Türkiye'de iç politika da siyasette Amerika İsrail karşıtı bütün siyasi hareketler gruplar ve hatta kişiler etkin kişiler tasfiyeye uğruyor. Küresel güçlerin çizdiği politikalara uyum sağlayamayanlar tasfiye oluyor. 28 Şubat'tan itibaren bakıyoruz Erbakan Hoca, Refah Partisi çizgisi Türkiye'de İsrail Amerika politikalarını ve özellikle bölgede en karşı duruşu sergileyen bir siyasi harekettir.

Başbakan aslında İsrail ile kavga etmiyor

- AK Parti küresel bir organizasyon mudur?

Küresel güçlerin arzularına uygun siyaset yapan bir organizasyondur ama karar alma süreçleri organizasyon içerisinde oluşmuyor. Tek bir kişi hem partisi adına hem ülkenin tamamı adına hem düşünüyor hem de karar veriyor. Ama o da kendi kafasından değil. Dünya artık diktatörlerle, mutlak anlamda dindışı görüntülere sahip aktörlerle işbirliğini sağlayarak mesafe alamayacağını görmüştür. Bunun yerine daha halkla barışık görüntüleri olan, bunun altını çiziyorum görüntüleri olan yapılar ve kişiler seçiyor. Türkiye'deki değişim bu. Refah ve Fazilet'in tasfiye edilişi ile şu anda Cübbeli Ahmet Hoca'nın başına gelenleri aynı şey olarak görürüm. Ahmet Hoca'nın tavrı kesindir. Küresel güçlerin dünyaya baktıkları gibi bakmıyor. Televizyonlarda yaptığı konuşmalarda iktidarın bu siyasi çizgisinin yanlış olduğunu da çok açık net bir şekilde ortaya koymuştur. Bunun konuşmaları internette şurada burada var. Yani ana çizgi bu, eğer küresel güçlerle uyumlu bir çizgide değilseniz dindar olsanız da dindar olmasanız da sizi dünya ile işbirliği halinde tasfiye etmek için sistem bütün mekanizmaları ile devreye giriyor. Onun için kendini sistemin mağduru olarak hisseden herkesin işbirliği yapması lazım.

- Nasıl bir işbirliği?

Sokaktaki vatandaş lazım, muhalefetin bu zemine oturtulması lazım. Bireysel olarak baştan sona Cübbeli Ahmet Hoca ile ilgili iddiaların asılsız olduğuna inanıyorum. Bugün artık bu sistemin içinde herkes ya işbirlikçidir ya karşısındadır.

- Ayırımı neye göre yapacağız?

Koyduğun tavra göre yapacağız.

- Tavır derseniz Başbakan'ın tavrından daha güçlüsü ne olabilir ki? 'One Minute' dedi ya...

Aslında İsrail'le kavga etmiyor. Ağızda söylenen sözler görüntüleri bozmak içindir. Kitlelerin ve toplumun olayları anlamasını zorlaştırmak ve güçleştirmek içindir. İnsanları yanıltmak içindir. Ağız kavgası yapıyor, 'one minute' diyor fakat bu iktidarın yapmış olduğu işlerin tamamı İsrail yanlısıdır. İsrail bundan rahatsız da değil. Meşal Türkiye'ye geldiği zaman 2004'tü. O İsrail'in terörist olarak ilan ettiği adamı hükümet çağırdı Türkiye'ye. Türkiye ve İsrail anlaşarak getirdi onu. Çünkü İsrail terörist ilan ettiği Hamas ve Meşal'le temasta olmak istiyor ama bunu direkt yapamıyor. Türkiye aracı durumda. Basın büyük bir gürültü yaptı. İsrail Büyükelçisi de hükümetin bu davetinin aleyhine konuştu. O günlerde ben benim de bulunduğu bir ortamda Başbakan'ın İsrail Dışişleri Bakanı ile telefon konuşmasını biliyorum.'Biz anlaşarak getirmemiş miydik? Daha önce görüşmedik mi bu konuyu' diye. Yani ana çizgi bu.Yıllardır konuştuğumuz laflar başımıza iş açmamıştır ama şimdi içeride bulursunuz kendinizi. Ya da bir bir taraftan birilerini diskalifiye etmek istiyorsanız her türlü tehditten yararlanırsınız.
- Kendinizi böyle bir tehlikede görüyor musunuz?
Görmüyorum benim duruşum bellidir.

EKONOMİK GİDİŞ İYİ DEĞİL

- Kriz geliyor diyorlar, sizin ekonomik öngörülerinizi
merak ediyorum

Ekonomik gidişi ben iyi görmüyorum, ülkenin küresel rekabet gücünü artırmadığınız taktirde ekonomi tıkanır. Şu anda böyle bir arayış yok hükümette. İthalatın bir kısmını ihraç ederek ayakta duran bir ekonomi var ve dengeler her geçen gün bozuluyor. Dışarıdan gelen para üzerinden para kazanmak üzerine Türkiye'ye gelen sermaye ile dengeler kuruluyor. Bunun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Zaten emekliye sorsanız 'perişanım' diyor. Esnaf 'perişanım' diyor, çiftçi yine öyle, işsizlerse zaten hepten perişan....

- Ama hala AKP'nin peşinde geziyorlar burada başka bir sıkıntı var o zaman. Sokak kendini mağdur görmüyor ki...

İnsanları bilinçlendirmek lazım. Mesela köleci toplum bir sınıflı toplumdur. Bir köle sınıf bilinci oluşmadıysa kendisi için yaşar. Yani köle olması efendisi gibi düşünmesini engellemez. Sınıf bilincinin oluşması bilinç dediğimiz şey var ya bunun oluşması çok önemli. Yani farklı yerde durduğunu söylediğin halde karşı olduğun tarafa hizmet ediyor olabilirsin. Onun için bizim görevimiz insanlara bildiğimizi anlatmak ve bilinçlendirmek. Sınıf bilinci şart o olmadan olmaz.

- Solu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda sol-sağ kalmadı ki. Evrensel sol tanımı ile bu partilerin bir ilişkisi var mı. Sol dünyada hep şöyle bilinir ezilenlerden yanadır. Ekonomik ve etnik açıdan soysal açıdan dışlanmış olanların yanındadır. Vurgusu devlete değil halkadır. Solun temel özellikleri bu. Bizdeki sol devletçidir. Böyle bir sol yok dünyanın hiçbir yerinde.Bence sol sol değil, sağ da sağ...

MUHALEFET VAR ZEMİN YOK
- Ergenekon davasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Devam eden bir yargı süreci var. Pek çok insan yargılanıyor. Tamamlanıp tamamlanmayacağından şüphe duymakla birlikte, eğer tamamlanırsa muhtemeldir ki pek çok kişi hakkında beraat verilebileceği gibi yine pek çok kişi hakkında bir takım kanun maddelerine istinaden cezalar verilebilir. Davada bazı suç unsurlarının varlığı ortada. Mesela Veli Küçük çerçevesinde bir takım yapılan işler olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla herkesin beraat edeceği ya da mahkum edileceği bir dava gözüyle bakmam mümkün değil. Kimsenin böyle baktığını da düşünmüyorum. Ama bu ve buna benzer süreçler kamuoyunda ilgisi olmayan yerlerde bile,'bizim başımıza da bir şey gelir mi?' endişesi doğuruyor. Bu ister istemez ülkedeki eleştirel düşüncenin baskılanması sonucunu doğuruyor. Dinlemeler bu ülkede çok yaygın. Ne başbakan ne bir tek bakan ne de sokaktaki sade bir vatandaş 'bu ülkede insanlar dinlenmiyor' diyemez. Demiyor da zaten. Bakan, 'Kardeşim siz de konuşmayın' diyor. Memleketin geldiği durum bu. Muhalefetin şanssızlığı burası. Zaman zaman saf bazı insanlar oturuyorlar, 'ülkede muhalefet yok' diyorlar. Muhalefet yok lafı iyi bir laf değil. İnsanlar konuşmaktan, yazmaktan, ekranlarda doğruları söylemekten endişe ediyorlar, çekiniyorlar. Sansürlü konuşuyorlar. Sistem topyekun iktidar lehine çalışıyor.

- Aydının sorumluluğu değil mi doğru bildiklerini her şeyi göze alarak anlatması?

Aydın diye bir şey yok. Çoğu yağcılığa soyunmuşlar. Hepsi sömürge aydını zaten.