Hep söyleriz, bizim kültürümüz derindir, her isteyene istediğini verebilir. Bizim kültürümüzde öyküler çoktur, hemen hemen herkesin bildiği bir hikaye ise şöyledir:
Zamanında Anadolu’da yaşayan bir adam kendisinin istediği gibi davranmayan oğluna "Hep sen adam olamazsın" dermiş.
Oğlu da buna karşılık içinden; “İleride nasıl bir adam olduğumu sana göstereceğim” der durdurmuş.
Aradan yıllar geçmiş.
Delikanlı bu hırsı ile inek sağmış, süt satmış, yoğurt satmış, şoförlük yapmış, ama okumayı hiç bırakmamış ve bir yere vali olmuş.
Vali olduğu ve göreve başladığı gün yardımcısına emir vermiş; “Git falan köyde bir adam var onu alın getirin” demiş.
Vali yardımcısı gitmiş valinin babasını apar topar alıp getirip, valinin makamına çıkarmış.
Babasının odadan içeri girmesiyle oğlu;
"Baba bana adam olamazsın diyordun, bak ben vali oldum” deyince,
Babası;
"Oğlum ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim, adam olsaydın babanı apar topar ayağına getirmezdin” diye lafı yapıştırmış.
Bu öyküyü çoğu insan gibi bizde çok severiz. Öykünün taşıdığı çok büyük anlamı vardır.Alınacak dersin büyük olduğu öykülerdendir. Kim olursa olsun, şan-şöhret sarhoşluğuna kapılıp kibirli davrananların, sonradan görmelerin, karşısındakileri hor görenlerin, koltuk sevdalılarının bu sözü aklından çıkarmamaları gerekir. Ha, birde ayıkken başka sarhoşken başka konuşanlarımız var, onlar ayrı bir alem.
Günümüz iletişim çağı, dünyanın bir ucunda olan bir olaydan anında haberimiz oluyor. Yaşadığımız ülkede veya şehirde meydana gelen iyi veya kötü şeylerden hemen haberdar oluyoruz. Kimsenin kimseden gizli saklı iş yapma şansı neredeyse kalmadı. Herkesin her şeyden bir şekilde haberi var artık. Kanadalı yazar Marshall McLuhan'ın dediği gibi artık dünya küresel bir köye dönüşmüş durumda.
Bu iletişim çağının şartları altında çevremize baktığımızda bu öyküden ders alması gereken çok insan olduğunu görebiliriz.
Öyküden yola çıkarsak adam olmak; "İnsan olduğunu unutmamak ve karşındakinin de bir insan olduğunu aklından çıkarmamak" anlamındadır diyebiliriz. Sonuçta hepimiz insanız ve insana verilen değerin sözde arttığı bir dönemdeyiz. Sözde diyoruz, bunun nedeni olarak insana saygı temelinde yapılan o kadar çalışmaya rağmen hala istediğimiz düzeye gelemediğimiz için. Hala kendi gibi düşünmeyen insanları ikinci sınıf olarak görenler olduğu için.
Her kim olursanız olun, karşınızdakinin yerine kendinizi koyabiliyorsanız, kendinize yakıştırmadığınız sözleri başkasına da söylemiyorsanız, yani empati yapmayı başarabiliyorsanız, bir fark yaratıyorsunuz demektir. Yoksa beğenmediğiniz, kabul etmediğiniz davranışları sergileyen insanlardan hiçbir farkınız kalmıyor demektir.
İnsanlar doğası gereği eleştirilmedikçe hep doğru yaptığına inanır. Bazen düşüncesinin körü körüne savunur, bazen de ideolojisinin esiri olur. Üstelik doğruyu bulması için kendisini eleştirenlere kin beslemeye başlarlar. Bu tür kişileri başta televizyon olmak üzere tüm medya araçlarında görmekle kalmıyor, yaşadığımız yerlerde bire bir şahit oluyoruz. Artık bu kişiler öyle bir duruma geldiler ki, adeta kibir abidesi gibi ortalarda dolaşmaya başladılar. Unuttukları şey kibir insanın kendini yok eder.
Sözü uzatmaya gerek yok, Mevlana ne güzel söylemiş: "Suskunluğum asaletimdendir, Her lafa verilecek bir cevabım var.Lakin bir lafa bakarım laf mı diye. Bir de adama bakarım adam mı diye?"
Artık anlayan anlamıştır, adam mı yoksa kibir abidesi mi? Bu yazıda yine Mevlana diyelim:
"Sen uzattığın eli tutmayan ele mi dargınsın, yoksa onu tutmayacak birine uzattığın için kendine mi kızgınsın?" (Mevlana)