Jeotermal santrallerle ilgili teknik, çevresel, sosyal açılardan şüphe uyandıran, akla gelen ne tür konu varsa araştıran Nihai Kümülâtif Etki Değerlendirme Raporu kamuoyuyla bu aybaşında paylaşıldı.

575 sayfan oluşan rapor Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası işbirliğiyle hazırlatılmış ve geçtiğimiz Aralıkta tamamlanmış.

Rapor Aydın’la birlikte Denizli ve Manisa’daki JES’leri de kapsıyor.

Raporun sonuçlar ve öneriler bölümünde(s.367-387) ortaya konan bulgular ve yapılan öneriler jeotermal santraller konusunda halkta oluşan kaygıları doğrular nitelikte.

Bulgulardan ilki halkın en fazla şikâyetçi olduğu hidrojen sülfür(H2O) yani çürük yumurta kokusunun varlığı…

 Şöyle deniyor:

“Proje bölgesinde ve yakın çevresinde gerçekleştirilen saha gözlemlerinde tesislerin yoğun olduğu bölgelerde, tesis etki alanlarında ve tesis içlerinde hidrojen sülfür gazından kaynaklı bir koku tespit edilmiştir.”

Hava kalitesine ilişkin olarak da:

“Yapılan değerlendirme sonucunda hava kalitesinin korunması ve hava emisyonlarının ölçülmesine ilişkin yatırım ihtiyacı olduğu ve azaltım önlemlerine ilişkin ileri araştırma gerektiği tespit edilmiştir,”deniyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık açısından öngördüğü H2S oranı  0,0047 ppm olduğu göz önüne alınarak yeni işletmelerden ÇED yanında Sağlık Etki Değerlendirme Raporu (SED) da istenmesi öneriliyor.

Raporda yer alan diğer bir bulgu da Aydın ölçeğinde jeotermal sıvılardaki bor minerali fazlalığıdır.

Denizli’de 7 numunedeki ortalama bor değeri 0,32 mg/L iken Aydın’daki 13 numunedeki bor değeri ortalaması 0,92 mg/L’dir.

Ölçümler Aydın’da yüzeysel sularda bor değeri minimum seviyede olduğu halde derine inildikçe bu değerin yükseldiği yöndedir.

Nitekim raporun bildirdiğine göre Aydın’daki bir jeotermal santrale ait akışkanın ölçümü sonunda bor değerinin 90,18 mg/L olduğu görülmüş.

O nedenle raporda, “jeotermal akışkanların yüzeysel su kaynaklarına deşarjının önlenmesi yanında tarımsal üretimdeki ve su kaynaklarındaki kirlilik sorununun önlenmesine yönelik düzenli kontrol ve ölçümlerin yapılması gerekir,”önerisi yapılıyor.

Devamında da “elde edilen analiz sonuçlarına göre hem suların tarım amaçlı kullanılıp kullanılmaması konusunda hem de kirletici kaynakların engellenmesi hususunda gerekli adımlar ivedilikle atılmalıdır,” deniyor.

Bor değerinin toprağı uzun vadede çoraklaştırdığı zeytin dışındaki bitkilere bilhassa narenciyeye zararlı olduğu biliniyor.

Ürün kalitesindeki düşüşün, bazı ağaçlardaki kurumaların jeotermal santrallerle ilgisi konusunda da raporda önemli bilgiler yer alıyor.

Bazı bitkilerin üretim alanı, toplam ağaç, üretim miktarı ve verimlilik parametreleri 2009’dan itibaren 10 yıllık süre incelemeye alınmış.

Bu zaman içersinde bazı ürünlerde artışların gözlenmesi gibi değişiklikler konunun JES’lerle doğrudan bağlantısı bulunmadığı kanaatine yol açmış.

Raporda jeotermal santrallere olan tepkiler de yer alıyor.

“Halkın tepkisine neden olan olguların kaynağı uygulama hatalarıdır. Bu sektöre olan halkın güvenini sarsmıştır. Bu da toplumda kabulde olumsuz etkiye neden olmuştur.

2009’da başlayan halktaki JES karşıtlığı bu güvensizliğe duyulan tepkidir,” deniyor.

Güvensizliğin ve karşıtlığın önüne geçmede önerilen ise eğitim.

“Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü (MTA), Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı(YİKOB) ve diğer denetleyici kamu kurumları halkı bilgilendirmek ve bilgi kirliliğini önlemek için kamu kurumlarına düzenli eğitim vermelidir.

Santral sahiplerine de “iletişim planı çerçevesinde”  bölge halkını ve çiftçileri bilgilendirmeleri veya halkın düzenli bilgi alabileceği bir iletişim birimini devreye sokmaları,” öneriliyor.

Raporda kulaklara küpe olacak bir hatırlatmada da bulunuluyor.

“Bilinmeyen ve yönetilemeyen şey kaygı yaratır. Ortamda hiçbir tehlike ve risk olmasa da kaygı tek başına bir sağlık sorunudur.”

Bütün bunlar yanında raporda jeotermal yasasındaki bir zaaf da dile getiriliyor.

“Yasanın bir başka zaafı da il özel idareleri yetkilendirilerek jeotermal konusunda otoritenin il sayısına bölünmesidir.

Bu yetkilendirme ruhsat işlerinin her ilde farklı olmasına yol açmaktadır. Bunu sonlandırmak için işlem ve uygulamalarda eşitliğe gidilmelidir.”

Buradaki anahtar sözcük şüphesiz “eşitliktir.”

Jeotermal gerçeğini bütün yönleriyle kapsamlı ele alan bir ilk olmasıyla bu rapor ve içinde yer alan hastalığı teşhis eden bulguların kıymeti tartışma götürmez.

Ancak rapor hastalığı tedavi etmekten uzaktır.

O konudaki reçeteyi de biz “Aydın Jeotermal Kaynakların Zararlarından Nasıl Kurtulur,” başlıklı yazımızda belirtmiştik. (Aydınpost,16.07.2020)

İhale yetkisi Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığında, Gayri Sıhhi İşletme ve Yapı Kullanım İzni verme yetkisi ilçe belediyesinde, denetim yetkisi MTA’da ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünde olduğu sürece o bünyede baş ağrısı dinmez.

Çünkü kurumlar arası iç içe girmiş bu yetki kargaşası migren etkisi yapar.

Bu şartlarda her hangi bir baskıyla karşılaşmadan çarkın rahat döneceğini, işlerin adalet üzere yürüyeceğini söylemek ne kadar gerçekçi olur?

Sorunun kesin çözümü Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu benzeri bağımsız, merkezi Aydın olan bir Jeotermal Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurmaktır.

Çünkü en fazla jeotermal sahası ve santraline sahip il Aydın’dır. Bu da yasal düzenlemeyi gerektirdiğinden vekillere düşen bir görevdir.

Bu şekilde bağımsız bir kurul oluşturmadan bu yetki kargaşası olduğu sürece 575 değil 1575 sayfa rapor hazırlatsanız değişen bir şey olmaz.