80 öncesi dönem hala hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Siyasi hareketin kışkırtmalarla kardeş kanının döküldüğü, siyasi çatışmaların yanında mezhep çatışmaların yaşandığı, ülkemizde yabancı güçlerin cirit oynadığı günlerdi. Ambargolar, tıkanmış siyaset, yüksek enflasyon, karaborsacılık, banker terörü, adam kayırmacılık ve ezilen halk sınıfı.

80 sonrası askeri vesayet yönetimi tarafından kurulan yeni siyasi düzen halkı sürekli olarak 80 öncesine dönmekle tehdit ederek oy devşiriyor, gençleri bu yolla korkutarak kendilerine biat etmelerini sağlıyordu. Ülkede kişi başı yayınlanan ve okunan gazete, dergi ve kitap sayıları o günlerden bugünlere bilinçli olarak düşürüldü. Parti fark etmeksizin parti içi demokrasi yerine biat kavramı oturtuldu. Artık biat edenler bir yerlere geldi, liyakat bekleyenler ezilir oldu. Durum böyle olunca yavaş yavaş geriye doğru bir dönüş yaşamaya başladık. Aslanlar kedilere boğduruldu.

Bundan 19 yıl önce, yine bir Kasım ayında yapılan seçimlerde AKP üç "Y" ile mücadele edeceğini söyleyip iktidara geldi. O seçimlerde sadece iki parti barajı geçmeyi başarınca daha ilk günden demokrasimiz yara almaya başladı. Demokrasinin bir ayağı eksik kaldı. Artık çoğunluğun azınlığa karşı baskı unsurunun kurulduğu dönem başlamış oluyordu. Özellikle AKP Genel Başkanının ayrıştırıcı söylemleri ve politikaları halkı kutuplaştırmaya başladı. Artık ülkemizde onlar ve onlardan olmayanlar vardı. Hatta işi, "Taraf olmayan bertaraf olur" demeye bile getirdiler.

Aynı sağlıksız politika sadece siyasi görüş üzerinden değil, halkın etnik kökenleri ile ilgili olarak yürütülmeye başlandı. Bu politika en çok Kürt halkı üzerinde uygulandı. İktidar işine geldiği zaman halkın bu kesimini kardeşi olarak, işine gelmediği zaman da onları terörist olarak gördü. Hatta istediği zamanlarda onları terörist olarak nitelendirirken bir yandan kapalı kapılar ardında Dolmabahçe, Oslo görüşmelerini yaptı. Bir yandan sınırdan geçen Kürtleri davul zurna ile karşılarken bir süre sonra bu halkın temsilcilerini meclisten, belediye başkanlarını görevden atmak için çeşitli yollar denediler.

Ekonomik olarak dışarıdan gelen sıcak paralar ile durumu uzunca bir süre idare edebilmişken son dönemlerde halk borç batağına gömüldü, tıpkı ülkemizin borç batağına gömüldüğü gibi. Halkın sahip olduğu varlıklar satıldı, yapılan yatırımlar garanti adı altında halkın zararı için çalışmaya başladı. Ne hikmetse bu büyük işleri hep bilinen şirketlere verilmesi enteresan bir durum oluşturdu. Yönetim kademelerinde görev alanların bir kısmı kısa sürede ölçüsüzce zenginleşti.

Ekonomik göstergeler dikiş tutmuyor, enflasyon almış başını gidiyor, altın ve dövizi ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Bunların artışını durdurabilene aşk olsun. Marketlerde bazı ürünler tane ile satılıyor. Akaryakıt, sigara, alkollü içecekler ve özel tüketim vergileri almış başını gidiyor. Bazı ürünleri alabilmek için kuyruğa girmek gerekiyor. Ama bir bakıyorsunuz iktidar ülkeyi güllük gülistanlık gösteriyor. Sözde ülkemiz her yıl büyüyor ama emekçi kesim bundan pay alamıyor. Aksine gelen ağır dolaylı ve dolaysız vergiler altında eziliyor. Yahu hiç mi pazara çıkmıyorsunuz, hiç mi markete gitmiyorsunuz? Halkın çektiğini hiç mi görmüyorsunuz? Bir de garanti ile yaptırılan işler var. Geçiş garantili köprüler, yollar, havaalanları, hasta garantili hastaneler halkın geleceğine Bile ipotek koyuyorlar.

Türkiye ekonomik olarak bitmiş, bebeklerde protein eksikliğinden bodurluk ,büyümede yavaşlama rahatsızlığı artmış. Eskiden ortadan kalkan hastalıklar tekrar hortlamaya başlamış. Çöpten yiyecek toplayan insan sayısı artmış. İşsizlik oranı tavan yapmış. Başta Suriye olmak üzere değişik ülkelerden ülkemize gelen sığınmacılar kontrolden çıkmış. Halk fakirleşmiş, devlet hantallaşmış, en küçük yönetim biriminden en büyüğüne saltanat kuralları halim olmuş. Daha ne olsun ki? Millet perişan, ama kimin umurunda. Unutulmaması gereken şu; gün olur devran döner. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı kimsede kalmaz.

"Yetenek, sizi zirveye taşıyabilir; fakat zirvede kalmanızı sağlayacak olan şey kişiliğinizdir." (John Wooden)