Köyde bir bebek öldü. Kurtulan bebeklere verecek ne süt ne de mama var. Yüksekova’dan gönderilen peynir ve Kızılay’ın dağıttığı ekmekten başka hiçbir şeyleri yok

Depremle ilgili ilk haberler gelmeyi başladığı andan itibaren, ağır hasarlı yerler arasında adı geçen Molla Kasım köyündeyiz. 28 haneli köyün, ikisi hariç tüm evleri yerle yeksan... Kerpiç oldukları için, sallanmalarıyla yıkılmaları bir olmuş. Tek ölüleri var. O da iki aylık bir bebek.

Altını değiştiren ablasını kurtarmışlar ama bebek tozdan dumandan boğulmuş, ona ulaşılana kadar. Ulaşanlar da bizzat köylünün kendisi. Buraya hiçbir arama kurtarma ekibi gelmemiş. Kazma yok, kürek yok. Köylü kendi elleriyle enkazı kaldırarak yakınlarını kurtarmış.

Eşyalar yerin altında

Önceki gün ulaşmış çadırlar köye. 16 tane Kızılay çadırı. Aslında 15 verilecekmiş de yalvar yakar bir tane fazla almışlar. Her hanede 7-8 kişilik nüfus olduğu düşünülürse, bu küçücük çadırların ihtiyacı karşılaması mümkün değil. Dört duvar niyetine kurulmuş, içi bomboş, zemini toprak çadırlar bunlar. Çoğu geceyi dışarıda, ayazda geçirmiş. Yine önceki gün Kızılay’ın ekmek dağıttığını, o ana kadar hiçbir gıda yardımı yapılmadığını söylüyorlar. Yüksekova’dan gelen peynir yardımını ekmeğin yanına katık yapıp karınlarını doyurmaya çalışmışlar. Üç gündür boğazlarından sıcak yemek geçmemiş.

Yıkık evlerden biri. Sadece evin demir kapısı kalmış ayakta. Kalanı eşyalarıyla birlikte yerin altında. Baba çaresiz, dört çocuğuyla yıkıntılara bakıyor. Anneleri su kaynatıp, şeker atmış içine; şerbet niyetine içirip doyurmaya çalışmış çocuklarını. Mor tüylü montuna sarınmış, üşüse de gülümsemeye devam ediyor rengi ruhsarı solmuş Şilan. Hepsi süt çocuğu ama sütün lafı bile edilmiyor köyde.

Köyde durum daha zor

Daha köyün girişinde, ilk birkaç sohbetin sonunda anlaşılıyor ki, Van depreminin ardından, hayatta kalanların işi de zor. Özellikle köylerde olanların. Erciş’te zemini çadırlarda yaşama tutunmaya çalışanların halinin daha iyi olduğunu düşünmeden edemiyor insan; bu koşullarda ehven-i şer fikri ayıp gelse de.

Az ileride bir başka ev. Yıkıntının dışında kalan eşyalarını, naylonla örtmüş Suna Hanım. İçerisi yıkık, dökük. Yatak yorgan, karmakarışık, hiçbiri kullanılacak halde değil. Çocuklarını Van’a göndermiş. Güçlükle yürüyor; kapı düşmüş üstüne deprem sırasında, beli fena görünüyor. Taş, toprak arasında kalmış evine bakıyor gözleri dolu dolu: “Evim yoktur” diyor, “Çarem hiç yoktur”.

İhtiyaçlarının ne olduğunu sormaya gerek bile yok. Çadır, yiyecek, elektrik, su diyorlar medet umarak, mahcup...

Çocuğu, genci, yaşlısı, hepsinin hali perişan. Her biri kendisi için olduğu kadar, yanındaki, yakınındaki için de üzülüyor. Ama en çok da annelerin canı yanıyor belli. Gözleri hep dolu dolu. Köydeki ağaçlardan kopardıkları elmaları kemiren çocuklarına içleri gidiyor. “Biz neyse de bu çocuklar ne kadar dayanır?” diye soruyorlar.

Uyku uyku gibi değil

Her yarım saatte bir büyüklü küçüklü hareketlenmeler yaşanıyor zeminde. Sarsıntıların ilk günden bu yana devam ettiğini, akşamları özellikle tedirgin olduklarını söylüyorlar; gün ağarana kadar da bunun böyle sürdüğünü, uykularının uykuya benzemediğini...
Bir konuda ısrarlılar: “Ya size yardım edeceğiz desinler ya da kendi başınızın çaresine bakın; o zaman biz de bir şeyler yapmanın yollarını ararız.”
Çiftçilik, şoförlük, hayvancılık başlıca geçim kaynakları. Ama şu an hiçbir iş görecek halde değiller.  Köyün muhtarı Sülhettin Cinkılıç, çadır dışında bir yardım ulaşmadığını tekrarlıyor. Küçük baş ve büyük baş hayvanlarının hepsinin dışarıda kaldığını. Hayvanlarının da yiyecek yemeği olmadığını, zaten çoğunun yaralandığını... “Dün köy namına Sivil Savunma’ya gittim” diyor muhtar, “Durumumuzu bir kez daha anlattım. Acil yardımda öncelik sıralamasının yapıldığı listeden çıkarmışlar bizi. Halkımız güç durumda ama hâlâ ses yok.”

‘Başka ülkeden miyiz?
Muhtara hak veren köylünün soruları ortak: “Geldiniz, gördünüz, niye şimdi burada hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsunuz? Biz başka bir ülkenin insanları mıyız? Bize niye sahip çıkmıyorsunuz?”
Evleri gibi camileri de yıkılmış. Halk namazını dışarıda yerlere serdiği naylonların üzerinde kılıyor.
Her birinin yüzünde endişe. Yardım gelmezse, evlerini tamir edecek olanaklar sağlanmazsa ne yapacaklarını bilmiyorlar: “Bir iki kişi değiliz; hayvanlarımız var, nereye gideceğiz, kimin yanında kalacağız? Kime sığınacağız?”
Okul da depremin tarumar ettikleri arasında. Duvarları yıkılmış, sınıfın içi perişan. Köyün 30 yıllık öğretmeni bu binada 25 öğrencili birleştirilmiş sınıfta eğitim verdiğini söylüyor. Bir haftalık tatilden sonra, ek binalarında eğitime devam edeceklerini... O güne kadar gereken yardımlar gelirse. Onu en çok düşündüren de çocukların psikolojileri. “Nasıl düzelecek bilmem?” diyor. Son ders olarak bir matematik ödevi vermiş hoca, tahtada hâlâ yazılı dört işlem soruları.
“Allah’tan gelen, baş göz üstüne” diye fısıldıyorlar, dua gibi; ama şaşkınlar ve korkuyorlar. Dedelerinden, babalarından böyle bir deprem duymadıklarını söylüyorlar.
Çocukların çoğu yara yara bere içinde. Kiminin üzerine tahta düşmüş, kimini cam kesmiş. Öksürenler, burnunu çekenler, hapşıranlar... Buraya acil olarak bir hastane çadırı da gerekiyor. Çocukların yanı sıra hayli zor durumda olan yaşlılar var. Hava soğuk, yatacak yer yok; kalkıp yürüyemiyorlar. 
Molla Kasım’da depremin üçüncü günü. Durumun özeti: Açlar ve açıktalar! 

Üç çocuğuyla, yıkılan, sadece demir kapısı ayakta kalan evinin önünde oturan baba çaresiz. Anneleri çocuklara verecek süt bulamamış: Kaynattığı suyun içine şeker atıp şerbet niyetine miniklere içirmiş. Üşüyorlar, karınları aç...

milliyet