Babam 27 Mayıs Devrimi'ni görmüş ve Devrim sonrası Milli Eğitim'in seferberliğinde öğretmen olmuştu. 27 Mayıs Devrimi'nin önemini onun anlatımlarından dinlemiş ve etkilenmiştim. Bana da 15 yaşımda 12 Eylül 1980 darbesini yaşamak düştü.

 

Darbe öncesi son üç yılın cinayet ve olayları hafızalarımaza yer etti. Ölen önemli isimlerin ardından biz de gözyaşı döküp gençlik ve aydın kıyımına isyan ettik. Zaten son günlerde halk da "Artık asker gelse de bu olaylara son verse" diyordu. Zaten birileri de bunu istiyordu... Yıllar sonra olayları çıkaranların, aslında darbeyi yapanların işi/parmağı olduğunu da hepimiz gördük.

 

Sınıf başkanlarını bile görevden aldılar

12 Eylül'ü, Koçarlı Ticaret Lisesi 2. sınıfına hazırlanırken yaşadık. Birinci sınıfta, 'Sınıf Başkanı'ydım. Usül gereği bir sonraki sınıfta, yeni başkan seçilene kadar eski başkan görevine devam ederdi. Ben de buna hazırlanırken, okul müdürümüz, yeni başkanın idare tarafından atanacağını ve seçimin olmayacağını bildirdi. Böylece 12 Eylül'ün 'darbesi'ne biz de maruz kaldık. 12 Eylül darbesi sonrası binlerce tukuklama ve görevden alma yaşanmıştı. Bunun okullara kadar geleceğini, hatta sınıf başkanlarının bile görevden alınacağı aklımıza gelmezdi. En tepede Başbakan Süleyman Demirel görevden alınırken, en aşağıda da ben görevden alınmıştım. Demirel '6 kez gittim 7 kez geldim' derken; ben birdaha da bir yere gelememiştim! Görüp göreceğim son başkanlıktı yani...

 

Darbenin çocuğu PKK terörü

Şaka bir yana, 12 Eylül'ün ne demek olduğunu, 1984 başında Ardahan Göle'ye yaptığım gezide anladım. Kiminle konuşsam, ya tutuklanmış ya da işkenceli soruşturmadan geçmişti... İşkenceden aklını kaybedenler bile vardı. 12 Eylül Davası'nın simge ismi haline getirilen Berfo Ana'nın oğlu Cemil Kırbayır'ın işkencede yok edildiğini, ilk orada şahit olmuştum. Hem de babası ve yakınlarının ağızından dinleyerek... Hatta konuştuğum 30 yaşlarında bir genç bana, "PKK yakında eyleme geçecek" demişti. Abartılı propaganda olarak değerlendirmiştim. 15 Ağustos 1984 günü Şırnak ve Eruh'ta karakol baskınları söylenenin doğru olduğunu acı olaylarla hatırlattı. Aydın'ın ilk şehidinin cenazesine gazeteci olarak katılırken, Göle'de tanıştığım ve sıcak yakınlığını onutamadığım dayımın bakkal çırağı Servet'i de birgün PKK terörüne asker olarak şehit verdik!

ercan12eylul.jpg

Cumhuriyet'in Kaymakamı

Oysa biz Aydın Koçarlı'da birşey görmemiştik. Kimsenin burnu kanamamış ve keyfi tutuklamalar da olmamıştı. Biz sanıyorduk ki her yer böyle! Nerdee? Yıllar sonra öğrendik ki baskılara direnen bir Kaymakamımız varmış! Onun sayesinde rahat etmişiz... Bu nedenle de Kahramanmaraş Elbistan'a sürülmüş. Orada daha ağır baskıları görünce de istifasını verip Aydın'a gelmiş.

 

Bu kaymakamı mı merak ediyorsunuz? Aydınlık'ta zaman zaman yazılarını okuduğunuz Av. Erol Ertuğrul! 'Kaymakamlık Günlerim' isimli kitabından başından geçenleri ayrıntılı anlatıyor... Ne ilginçtir, yıllar sonra ikimizin de yolu Aydınlık'ta kesişti.

 

Ataol Behramoğlu, O'nu, kitabında şöyle anlatıyor: "Duygulu, romantik, yurtsever bir genç. Halkçı, toplumcu bir bürokrat. Daha sonraki yıllarda bir hukuk ve aydınlanma savaşımcısı. Aydın Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kurucu başkanı. Düşüncelerini yazılarla da dile getiren bir yazar, savaşımcı bir toplum adamı."

 

2013-14 yılları arasında Aydın Milli Merkez Başkanlığını yürüttü. Uğur Mumcu ve Dr. Doğu Perinçek'in de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden okul arkadaşı... 

 

İstifa dilekçesi

12 Eylül yönetiminin keyfi baskıları neticesi 18 yıllık Kaymakamlık görevinden istifa eden Erol Bey'in istifa dilekçesi var ki bugünlere örnek! İşte Ertuğrul'un İçişleri Bakanlığı'na sunulmak üzere Kahkamanmaraş Valiliğine gönderdiği 8 Temmuz 1983 tarihli istifa dilekçesi:

 

"Yaklaşık olarak on sekiz yıllık devlet memuru  ve on beş yıllık kaymakamım. Bu süre içerisinde sayın İçişleri Bakanından, sayın valilerden  taktirnamlerim, İçişleri Bakanlığı müsteşarından teşekkürlerim bulunmaktadır. Kaymakamlık sürem içerisinde bir kez bile olumsuz sicil almadım ve bir kez bile mülkiye müfettişi soruşturması geçirmedim.

Görev yaptığım yerlerde bölge halkının  sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmesi için etkili çalışmalarım oldu. (...) Elbistan ilçesinde bölgenin ağır koşullarına, sorunlarına  ve sıkıyönetimin baskılarına karşın yılmadan ve usanmadan çalışırken, yukarıdan beri anılan ve bana söylenenlere karşın, Bakanlığımız ve Bakanlık yetkililerinin mülki idare amirlerini savunamadığını ve koruyamadığını gördüm. Devletin haklı olan yöneticilerini koruyamadığı  ve savunamadığı bir dönemde kamu hizmetinin korkusuzca yürütülmesi ve ulusumuza hizmet götürülmesi olanağı yoktur.

         

Tek sevincim, tüm meslektaşlarımın ve görev yaptığım ilçelerin halkının beni gerçekten tanımış olmalarıdır. Ülkemizin yürekli ve aydınlanmacı kamu görevlilerini, yöneticilerini geriye itmeye kimsenin gücü yetmez. Burada  bıraktığımız görevimizi, bir başka yerde ve bir başka koşulda sürdüreceğimiz kesindir. Bu koşullar altında en güzel on beş yılımı seve seve verdiğim kaymakamlık görevinden ve devlet memurluğundan çekiliyorum. Gereğinin yapılmasını dilerim."

 

O günlerde bu dilekçeyi yazmak bile yürek isterdi... Bugün böyle yöneticilere rastlanır mı acaba? 'Bugün darbe olsa, tankın üzerine çıkarım' diyen ucuz darbe karşıtlarına hatırlatılır.