Göle dönmüş alanda yüzen elmalar, domatesler, çilekler, marullar, bezelyeler…

Yağmurun etkisinden yıkılmış pazarcı çadırları…

Çaresiz selin götürdüğü sebze ve meyvelerin peşi sıra koşan ya da peşini bırakan, ümidini kesen insanlar…

Ekmek teknesi tezgâhına tutunan ya da çadırın direğine bütün gücüyle yapışan malını yağmurdan kurtarmaya çalışan satıcılar…

Alan bir pazaryeri değil sanki bir savaş meydanı…

Zemin bir dereyatağı ve gölalanı…

Geçen Efeler Salı pazarından söz ediyorum.

01.01.2017 tarihinden itibaren, soğuğa, sıcağa karşı korunaklı, her türlü ihtiyaca cevap verecek donanıma sahip pazaryerleri uygulamasına geçilecekti, aradan üç koca yıl geçti, bir tedbir alınmadı.

Bütünüyle bu manzaranın temelinde yatan asıl neden bu kayıtsızlık…

Olay yağmurun bir azizliğinden ziyade bu alanın pazaryerine elverişsizliği ile ilgili bir konu.

Yani ihmalden doğan çaresizlik karşısında üretilen geçici çözüm…

Popülizmin bir kenti ve insanını getirdiği son nokta…

Her yeri geldiğinde tekrarlarım…

Bir yerin kasaba mı, kent mi olduğunun göstergesi pazaryerleridir diye…

Yine bilinen bir gerçektir, bir yerin marka kent olmasının ilk belirtisi kentteki reklam panoları değildir, pazaryerleridir.

O nedenle hayali olan, idealist bir belediye başkanının ilk el atacağı iş pazaryerini düzene sokmaktır.

Zira bir yerleşim yeri kent kimliğine ilk adımı bu düzenlemeyle atar.

Çünkü buralar ne kadar korunaklı ve rahatsa ayrıca insanların ihtiyacını karşılayacak durumda ise alıcı da satıcı da halinden memnun demektir.

Bunun doğal bir sonucu pazarcıyla ters düşen bedelini sandıkta ağır ödeyebilir.

Bu gerçek ortadayken bir pazaryeri başka bir yere nakledilirken pazarcı esnafından bir kısmının mesela ayakkabıcıların ya da giyimcilerin dışta bırakılmasının mantığını anlamak mümkün değildir.

Olay topuğuna kurşun sıkmaktan farksız bir eylemdir.

Bütün bunların nedeni 2009’dan bu tarafa yerelde iktidar olan CHP’li başkanların Efeler’e uygun bir pazaryeri kazandırılması konusundaki ihmalleridir.

Bu yetmezmiş gibi yönetmeliğine uygun Fatih Kapalı Pazaryeri yakın zamana kadar kömür deposu olarak kullanılmıştır.

Pandemi sürecinde faaliyeti yasaklanan ilk pazaryerlerinin Fatih’le birlikte yönetmelik şartlarını taşıyan Efekent ve Ata Mahallesi Pazaryeri olmasının gerekçesi ise henüz anlaşılmış değil.

Bunları hatırlatmamdan maksat pazarlar hakkında Mesut Özakcan dışındaki başkanların umursamazlıklarını ve bu konudaki sorumsuzluklarını ortaya koymaktır.

Efeler’de pandeminin ilk başlangıcında yapılan yanlışın bir sonucu merkezde Salı pazarının kurulacağı şartlarını taşıyan bir pazaryerinin yokluğundan gelinen noktada satıcı da, alıcı da mağdur durumdadır.

Demek ki, bu kenti yönetmeye talip olanların bu amaçla halktan yetki isteyenlerin ve o yetkiyi alanların kent hakkında ne hayalleri ne de projeleri varmış?

Tek amaçları seçim kazanmaktan ibaretmiş… Gerisi icraat yerine reklamla göz boyamakmış.

Oto Garında fosseptik kokusundan durulmayan bir kentin reklam panolarında yer alan resimli “marka şehir” ilanları ne kadar inandırıcıdır?

Marka kent olabilmek o kadar kolay mı?

Bir kentin iyi korunmuş tarihi eserlere, yeterli sosyalleşme alanlarına, park ve bahçelere, yeşil alanlara, yürüyüş parkurlarına, spor tesislerine, sanat eserlerine vs her kesime hitap eden tam tekmil bir yaşam alanına sahip olması demektir.

Halkın bütünü ilgilendiren bir pazaryeri konusuna makul bir çözüm üretilemeyen kentin her köşesine marka kent tabelası astırsanız ne fark eder?

Reklam panolarıyla bir kent marka haline gelseydi her halde bir reklam ajansı bu görevi fazlasıyla yerine getirebilirdi.

Bir de CHP belediye hizmetleri üzerinden karşı mahalle sakinlerinden oy almayı ve bu yolla iktidar olmayı düşlüyor, iyi mi?

Allah herkesin çarşısına göre pazar versin…