Patrondan Kurtulma SanatıBabamın KabusuArtık canına tak etmiş erkek ya da kadın, cubicle’ında şöyle bir silkinir, patronuna gidip çığlık çığlığa işten ayrılacağını beyan edip çıkar. Komedi filmlerinin ofislerle ilişkisinin genel minvali bu. İş dünyası, karakterin gelişiminde sadece bir uğrak noktası, var olmak için atlatması gereken bir engel gibi. Ancak bu hafta gösterime giren ‘Patrondan Kurtulma Sanatı’ işyerleriyle komedi arasındaki ilişkinin daha da çeşitlenebileceğini hatırlattı bize. Patronlarından kurtulabilmek için işi cinayet planlamaya kadar götüren bu üç kahramanın, komedi tarihindeki öncülleri gırla. Zaten patrondan kurtulmak istemenin, işi cehennem azabı gibi görmenin, işyerinde her noktada haksızlığa uğruyormuş gibi hissetmenin dönemi mi olur! 1940’larda da aynı durum, 2010’larda da... 
‘Patrondan Kurtulma Sanatı’ndan önceki en yakın tarihli beyaz yakalı komedimiz, yine Jennifer Aniston’ın, kadrosunda olduğu ‘Office Space / Ofis Çılgınlığı’. Yönetmen Mike Judge’ın, 90’lar X kuşağı haleti ruhiyesiyle sıkı bir hiciv ortaya çıkardığı ‘Ofis Çılgınlığı’ post-it’lerden, zımbalardan, printer’lardan müteşekkil ‘Dilbert’ estetiğini de layığıyla perdeye getirmişti.
Asıl mesele iş hayatı
Yine nispeten yakın tarihli bir başka film ‘In Good Company / Babamın Kabusu’ bir kız babası ile müstakbel damadı arasındaki çekişmeyi konu alan bir romantik komedi olarak lanse edilse de, ofis komedilerinde adı anılmadan geçilmeyeceklerden. Zira Dennis Quaid’in canlandırdığı babanın, sürekli dırdır ettiği damadı (Topher Grace), aynı zamanda, işyerindeki yeni patronu. Yani babanın asıl derdi kızının evlenmesi değil, yarı yaşında bir gencin, onun üstüne terfi edilmesi.
Cinsiyetçi patronlar
Ofis komedisi klasiklerinden ‘9’dan 5’e’nin çalışanlarının derdi ise cinsiyetçi ve dayanılmaz patronları. Daha sonra bir sitcom’a kaynaklık eden 1980 yapımı bu komedide Jane Fonda, Dolly Parton ve Lily Tomlin, çareyi patronlarını kaçırmakta ve fidye istemekte buluyor. Dolly Parton’un sinemaya ilk adımını attığı ‘9’dan 5’e’, 2009’da yine onun başrolünde olduğu bir Broadway müzikaline dönüştürülmüş, Zeki Alasya ve Metin Akpınar da ‘Patron Duymasın’ adıyla bize uyarlamıştı. 
Yine bir çalışan kadın hikayesinin anlatıldığı ‘Working Girl / Çalışan Kız’ın da tıpkı ‘9’dan 5’e’ gibi 1980’lerde çekilmesi tesadüf değil kuşkusuz. Malum, 80’lerde çalışan kadın sayısındaki artışının Hollywood komedilerinde işlenmemesi de düşünülemezdi. Ki Melanie Griffith’in canlandırdığı sekreterin acımasız iş dünyasındaki yükseliş öyküsü de tam Hollywood’luk. Ancak yönetmen Mike Nichols’ın finalde bu sekreterin, amacına ulaştığını, iş dünyasında istediği yere geldiğini gösterirken geniş planla gökdelenlere bağlaması ve iş dünyasında kazananın olmayacağını ima etmesi ise bu Hollywood anlatısının altını oyarak sinema tarihine geçmiş bir sahne. 
Gökdelenlerin uçsuz bucaksızlığından bahsetmişken, Coen biraderlerin 1940’ların şirket komedilerinden ilham aldığı ‘The Hudsucker Proxy / Bir Şirket Komedisi’ne ve meşhur intihar sahnesine ayrı bir bölüm açmalı. Açılışında patronun gökdelenin tepesinden atlayarak intihar ettiği film, sonrasında da kıt zekalı işçi Norville’in (Tim Robbins) hulahup gibi tuhaf bir fikirle iş dünyasındaki basamakları bir bir yükselişini konu alıyor.
40’lardan 60’lara
Coen biraderlerin ilk büyük bütçeli filmi de olan bu ‘retro’ kapitalizm eleştirisi, ilham kaynaklarıyla da ofis komedileri derlemesi için ayrı bir maden. Misal, Jennifer Jason Leigh’in bu filmde canlandırdığı acar gazeteci Amy Archer’da Rosalind Russell’ın ‘His Girl Fridayndeki karakterden izleri görmemek imkansız. ‘His Girl Friday’de Russell, aynı zamanda editörü de olan eski kocası Cary Grant’le rekabet halindeki gazeteci performansında, sinemada en çok zihinlerde kalan ‘çalışan kadın’ karakterlerinden birine hayat veriyor. 
Aslında ‘çalışan kadın’ durumu, 1940’lardan 1960’lara romantik komedilerin vazgeçilmez unsurlarından. Yine Cary Grant’in başrolünde olduğu ‘That Touch of Mink / Sıcak Eller’de bir taraftan iş bulmaya çalışan, diğer tarafta iş dünyasında ciddiye alınamama hezeyanları yaşayan Doris Day’in hallerini bir hatırlayın mesela. ‘The Apartment / Garsoniyer’in esas kadını Shirley MacLaine bir ofis çalışanı değil. Ama esas adam Jack Lemmon’ın iş hayatı filmin hikayesinde büyük pay sahibi. Ve ‘Apartman’ın bu yazı için asıl önemi, 60’lar Amerika’sının ofis hayatını belgeleyen kareleri. Alexander Trauner tarafından tasarlanan, çalışma masalarının sıra sıra dizildiği, devasa ofis 1960’ların en akılda kalan karelerinden. Tabii ki ofis ortamı denince Jacques Tati’nin ‘Playtime’da modern mimariyle imtihanına değinmeden de olmaz. Tati’nin 1960’ların modernist mimarisini hicvettiği sahneler, aynı zamanda unutulmaz iş yaşamı görüntüleri de armağan etti sinemaya.
TV OFİSLERİ 
The Office 
Önce BBC yapımı olarak hayatına başladı. Ricky Gervais ve Stephen Merchant’ın tipik bir ofiste çekilen bir belgeselmiş havası verilen sitcom’ları ‘The Office’ aynı adla Amerika’ya uyarlandığında beklenmedik bir şey oldu. İlk kez Amerikan televizyonlarına uyarlanan bir BBC dizisinin mayası tuttu. Bunda tabii ki İngiltere versiyonunda Ricky Gervais’in oynadığı sinir bozucu patron karakterini Amerika versiyonunda Steve Carrell gibi usta bir komedyenin devralması da büyük pay sahibi. Her sene Emmy’lerde sıkça adından söz ettiren ‘The Office’ gayet gerçekçi bir ofis hayatı portresinden çıkarttığı absürt enstantanelerle şimdiden televizyon tarihinin en önemli sit-com’larından. 
 
 
Avrupa Yakası 
  Türkiye sit-com’larının pek ziyaret etmediği, ara sıra uğrasa da pek bir malzeme çıkaramadığı yerlerdendi ofis ortamı. Ancak Gülse Birsel, kendi yazıp oynadığı ‘Avrupa Yakası’nda dergicilik geçmişinden tecrübesini komik bir ofis ortamı yaratmak için kullanınca bizim de adı anılması gereken bir şirket komedimiz oldu. Burhan bey, çaycı Tanrıverdi, patron Saadettin bey ve tabii Şahika, ‘Avrupa Yakası’nın külliyatımızakattığı ofis karakterlerinden bazıları.
 

2)  Garsoniyer

3) Çalışan Kız

4) Ofis Çılgınlığı

5) Bir şirket komedisi

6) 9’dan 5’e

7) Playtime

8) Sıcak Eller

9) Babamın kabusu

10) Patrondan Kurtulma Sanatı