On beş temmuzun yıl dönümü yaklaşıyor.

Bir yıldır etrafımızda birçok olaya şahit olduk.

7 Şubat 2012 MİT krizinden, 17/25 kumpası ve MİT TIR’larının durdurularak seçilmiş iktidara karşı açılan savaş, 15 Temmuz akşamı doğrudan millete ve milletin kurumlarına karşı yapılan kalkışma ve terör hareketinin, millet tarafından püskürtülmesiyle akamete uğratıldı.

Millet darbeye karşı iradesine ve istikbaline sahip çıktı.

Bir yıldır yaşadıklarımızı hatırlayalım;

Kalkışmanın akabinde işlenen suça doğrudan katılanlar ve örgütle gönül ve düşünce bağı olanlara karşı alınan tedbirler...

Başta kamu kurumları olmak üzere, sosyal hayatın her kademesinden kamu düzenini sağlamak için yaptığı açığa almalar, ihraçlar ve tutuklamalar…

Dün beraber aynı safta namaza durduğumuz, aynı apartmanda birlikte oturduğumuz insanlarla ilgili alınan kararlar...

Suçlu olabileceklerine ihtimal vermediklerimize yapılanların oluşturduğu şaşkınlıklar...

Güvenlik ve yargının işi şansa bırakmamak, kamu düzenini riske atmamak için aldığı tedbirlerin bazen içimize sinmediği, ‘Yok artık! Bu kadar da olmaz.’ dediğimiz zamanlar da oldu.

Zaman zaman böyle düşünmemize rağmen, ihanetin hesabının sorulmasını da istedik.

Devletin güvenlik bürokrasisi zaaf gösterirse olabileceklerden korktuk ve ürktük.

Anladık ki;

Sinsice devlete çöreklenen, habis bir ur gibi devletin bütün organlarını saran, her türlü ahlaksızlığı ve hırsızlığı meşru sayan bu örgütün devletten temizlenmesi gerekir.

Temizliğin yapılmasını istemeyen bir Allah’ın kulu yok.

O halde devletin tavrı doğru.

Bazı eksikliklerin olması, işgüzarların yaptığı yanlışlar, hatta bu yapıyla iltisaklı güvenlik ve yargı bürokrasisi tarafından mağduriyetlerin köpürtülmesi bile mümkün.

Yani devletin işi zor.

Güvenlik ve özellikle yargının işini kolaylaştıracak olanlar, öncelikle geçmişte bu yapıyla bağı olanlardır.

Bu insanlar on beş temmuz akşamı yaşananlardan sonra aldatıldığını fark ederek devlete yardımcı olmalıdır.

Yapılacak itiraflar bu açıdan çok önemlidir.

Mağdur oldum diyenler, yıllarca temiz duygularını kullanan yapıyla mutlaka yüzleşmeli, mağduriyetlerinin hesabını devletten değil, terör örgütünden sormalı ve sorulmasını istemelidir.

Milletten ‘Himmet, burs, kurban vs’ adı altında toplanan paralarla, millete ve seçtiklerine kumpas kuran, kurşun sıkanların yaptıklarının hesabı mutlaka sorulmalı...

Devletin sağladığı ‘Etkin pişmanlık’ yasası amacına ulaşmalıdır..

Bu yüzleşme ve hesaplaşma yapılmazsa mağduriyet şikayetlerinin anlamı olmayacaktır.

Örgütün sinsilik ve melanetinin başka türlü ortaya çıkması zor.

Küresel güçlerin maşası durumuna gelen bu örgüt, iyice deşifre edilmeden ihanetin boyutu ortaya çıkmaz.

Siyaset uğruna örgütle aynı hizaya gelenlerin varlıklarını anlamak için yaşananları, ön yargısız değerlendirmek yeter de artar bile...

Dün Yenikapı mitingine katılmamak için direnenlere sözüm;

On beş temmuzda ülkemiz ve demokrasimiz ihanetine uğramış, 249 yurttaşımız şehit, 2100’den fazla insanımız gazı olmuşken yaşananları aksiyon filmiymiş gibi görmek akıl dışılıktır.

Ülkenin bir ilinden diğer iline adalet diye yürümek, kimse kusura bakmasın ‘Çürümede’ gelinen son noktayı işaret ediyor.

Yürüyüşün ‘adaletle’ alakası yoktur ve olamaz.

Hem devlette yapılan örgütlenmeye karşı olacaksın, hem devlet tarafından yapılan temizliğe ‘adalet’ gerekçesiyle karşı çıkacaksınız.

‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.’

Siz böyle davrandıkça, efsunlanan örgüt üyelerinin direncini artırıyor, örgütü sorgulamak isteyen mensuplarının aklını çeliyor, böylelikle örgütün deşifre edilmesine engel oluyorsunuz.

Sormadan edemiyorum.

Yaptıklarınızla siyasete, adalete ve demokrasiye hizmet ettiğinizi mi sanıyorsunuz?

Yoksa siz de ülke üzerinde oynanan oyunun parçası mısınız?

Veya sizler için her şey siyaset malzemesi mi?

Hangisi?