Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi (RSHM) Başkanlığında verem mikrobunun kökeninin belirlenmesi için yürütülen çalışmayla dirençli vakaların tedavisinde karşılaşılan zorluğun aşılması hedefleniyor. Şimdiye kadar elde edilen bulgular, mikrobun Latin Amerika ve Akdeniz kökenli olduğunu ortaya koydu.

Ankara - Moleküler Mikrobiyoloji Araştırma ve Uygulama Laboratuvarı Şefi Prof. Dr. Rıza Durmaz, enfeksiyon hastalıklarında mikrobun izini sürmenin çok büyük önem taşıdığını belirterek, ''Verem mikrobunun da ülkemize daha çok hangi ülkelerden geldiğini bulmak tedavide bize büyük katkı sağlayacak'' dedi.

Geçmişte ''ince hastalık'' diye adlandırılan ve çok sayıda ölüme yol açan veremin tedavisi için ilaçların bulunmasının ümitleri artırdığını, bununla birlikte hastalığın ihmal edilmeye başlandığını anlatan Durmaz, bu ihmalin beraberinde direnç sorununu getirdiğini söyledi.

Dünyada ve Türkiye'de verem tedavisinde karşılaşılan en büyük problemin direnç sorunu olduğunu, verem tedavisinde ilaçların, özellikle de antibiyotiklerin doğru kullanılmasının bu sorunun önlenmesinde büyük önem taşıdığını vurgulayan Durmaz, şu bilgileri verdi:

''Merkezimizde tüm Türkiye genelinde hizmet veren laboratuvar görevlilerine verem konusunda eğitimler veriyoruz. Bu eğitimlerle daha doğru bir tedavi rejimi sağlanacak. Verem hastalığında laboratuvar eğitimi çok önemli. Veremle ilgili konular belirli standartlarda çalışılmalı ki teşhis ve tedavi buna göre yapılsın.''


''Strateji geliştirilmeli"

Veremin teşhis ve tedavisindeki bu standartların uygulamaya konulmasının, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) gündeminde bulunduğunu ifade eden Durmaz, ''DSÖ'nün bu konuda bir alarm vermesinin ardından son 10 yıldır ülkeler ciddi stratejiler geliştiriyor'' dedi.

Bu çerçevede veri toplama ve kalite kontrol gibi konularda ulusal referans laboratuvarları oluşturulduğunu kaydeden RSHM Moleküler Mikrobiyoloji Araştırma ve Uygulama Laboratuvarı Şefi Prof. Dr. Rıza Durmaz, Türkiye'de de eğitim ve surveyans programları yürütüldüğünü, bir veri tabanı oluşturulmaya çalışıldığını kaydetti.

Bu çalışmalar kapsamında, Türkiye'de görülen verem mikroplarının birbiriyle bağlantısını kurup ülkeye nereden geldiğini bulmaya çalıştıklarını bildiren Durmaz, yürütülen programla ilgili şunları söyledi:

''Günümüzde bütün enfeksiyon hastalıklarında mikrobun izini sürmek çok büyük önemtaşıyor. Verem mikrobunun da ülkemize daha çok hangi ülkelerden geldiğini bulmak tedavide bize büyük katkı sağlayacak. Tüberkülozun kontrol altına alınmasında hastanın takibi, doğru tanı ve tedaviye uyum çok önemli. Doğru tanı yapılmadığı takdirde vereme karşı mücadelede başarı sağlanamaz. Çünkü ilaca dirençli vaka oranı yüzde 1-3 civarında. Kaynağın tespiti, bulaşın durması ve kişilerin bu mikroba karşı dirençli olması gerekir. Hiç tedavi yapmamak yanlış tedaviden daha iyidir. Çünkü direnç yanlış tedaviyle gelişiyor. Aile, iş ya da yakın çevrede bu mikrobu taşıyan biri hastalık açısından kaynaktır. Bu nedenle kaynağın bulunması çok önemli. Kaynak ve miktoptan etkilenenler, moleküler tiplendirme yoluyla yapılabilir. Türkiye'deki verem mikrobunun kökeni, Latin Amerika ve Akdeniz suşlarını (bir bakteri veya virüsün farklı alt türlerinin, aralarında genetik farklılıklar bulunan grupları) kapsıyor. Bazı suşlar tedaviye dirençli ve daha kolay yayılır. Mikrobun kökeninin bulunması bu yönden önemli. Bu tespit yapılırsa tedavi de buna göre uygulanabilir.''

Türkiye'nin verem görülme sıklığı açısından 100 binde 20 oranıyla orta düzeydeki ülkeler arasında bulunduğunu belirten Durmaz, ''Önümüzde hala hedeflerimiz var. Daha alacak yolumuz bulunuyor. Perifere ulaşmalıyız'' diye konuştu.

Dirençli hastanın tespitiyle daha etkin alternatif yöntemler uygulanabileceğini anlatan Durmaz, ''Ama bunlar çok pahalı ve yan etkisi olan ilaçlardır. Direnç gelişmeyenlerde ise daha ucuz ve yan etkisi az ilaçlar kullanılabilir'' dedi.

Durmaz, laboravutar tetkikleriyle bu tür hastaların tespit edilebildiğini kaydederek, verem hastalarında HIV taşıyıcılığının yaygın olduğunu, Türkiye'de bu oranının bilinmediğini, laboratuvar çalışmalarıyla bunun belirlenmesiyle tedaviden daha iyi sonuç alınabileceğini sözlerine ekledi.