Narkozdan uyanırken yüzüme bakıp son nefesini verdi. Bir saniye sonra da tek gözünü hafif aralayarak korkup korkmadığıma baktı. Elbette korkmamıştım, onu iyi tanıdığımdan bu dahil daha pek çok “korkunç” şaka yapacağını biliyordum, hazırlıklıydım. Aslında bildiğim ve emin olduğum şey onu kanserden kaybetmeyeceğimizdi.

Onur Ünlü’den bahsediyorum. Türk sinemasının dâhi yönetmeni, ömrünü ölüm ve insanın acziyetini sinema aracılığıyla anlatmaya vakfetmiş bir adam. Hastalığına kadar TRT’nin sevilen dizisi Leyla ile Mecnun’un yönetmeniydi. Altın Koza’da “En iyi film” dahil üç ödül aldıktan birkaç gün sonra kolon kanseri teşhisiyle hastaneye yattı. Ameliyat oldu ve şimdi kemoterapi görüyor. Tanıdığım birkaç hassas insandan biri olduğu için bu hastalığa yakalandığını zannediyorum. Ama iyileşeceğini de biliyorum. 18 Kasım’da yeni filmi “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi” gösterime giriyor. Diğer Onur Ünlü filmlerindeki dokuyu ve ruhu bulabilseniz de yönetmenin ustalık eserlerinin ilki olduğunu ilk sahnede anlıyorsunuz. Çok gülmek ve çok eğlenmek için iyi bir film, bunun yanında da “aile” meselesini inceden irdeleyen derin bir film.

Nasılsın, nasıl hissediyorsun kendini?

İyiyim ama hastayım. Kemoterapi süreci başladı ve durumun düşündüğümden daha ciddi olduğunu gösterdi bana. Biraz hafife almışım.

Hayatında değişen bir şey var mı?

Değişmeyecek zannediyordum ama değişecek galiba: Yani daha iyi olacak herhalde, çünkü yüzleşmeye başladım ve iyi bir şey çıkacak buradan, öyle görünüyor.

Dizideki karakterler sana “Geçmiş olsun” dedi ekrandan. Bu dizinin tutma sebebi nedir?

Başta biz de farkında değildik dizinin potansiyelinden, ya tutacaktı ya unutulacaktı. Riskli bir işti. Bence tutan bir işin doğrudan ve samimi olması gerekiyor, hesapsız olmalı. Leyla ile Mecnun gerçekten herkesin içinden geldiği gibi davrandığı, ekibin bütün yeteneklerini bir televizyon işinde az rastlanacak türden ortaya koyduğu bir dizi.

Mesela sette çalışanlar genelde senaryo okumaz fakat bizde herkes senaryo okur, katkı yapmaya çalışır ve bu hiçbir zaman kaosa sebep olmadı, çünkü herkes ne söylemesi gerektiğini biliyordu. Kanal, her ne kadar ilk izlediğinde biraz şaşkınlık yaşasa da bizi rahat bıraktı. Şu anda Yüksel Aksu çekiyor ve dünyanın en komik adamlarından biridir, sıcak bir adamdır ve beslendiğimiz kaynak aşağı yukarı aynıdır.

Çok dramatik durumlar kurduğun anlarda bile biz gülüyoruz...

Dramatik sınırı zorladıklarını düşünüyorum. Acıya yabancılaştığın anda gülmeye başlarsın. Hayatta çektiğin acının bir işe yaraması lazım.

Kim izliyor bu diziyi?

Etrafta dağınık halde savrulan ve bir şey olsa da izlesek diye uzun zamandır bekleyen bir izleyici vardı. Kolay beğenmeyen ancak bağlandığında da samimiyetle bağlanan insanlar bunlar. Çünkü Leyla ile Mecnun’u yapmak kadar izlemek de cesaret gerektirir.

Dizinin senaryosunda hiç komik bir metin yok...

Sihirli sözcük yabancılaşma, mantıklı bir ölçüde bunun yolunu bulmak lazım. Senaristimiz Burak, komik bir dizi yazmaya çalışmıyor. İnsan kendini ciddiye aldığı ölçüde komik duruma düşüyor biraz da. Bunun temelinde de insanın acziyeti var. En büyük tehlike kendini ciddiye alan bir insanın yapabilecekleridir. Ve hayatta onun kadar aptalı da yoktur. Doğrudan egosundan beslenen biri ne kadar ciddiye alınabilir ki? Sen kimsin yani...

Leyla ile Mecnun’u farklı bir boyuta taşıyacak mısın?

Kesin karar vermemekle birlikte filmini çekmeyi düşünüyoruz. “Leyla ile Mecnun: Ölürsem Yaşayamam” gibi bir adı olacak filmin. Bir zaman fabrikasında Mecnun’un tükenen zamanın önüne geçme çabasını anlatacak... Yapacağımız kesin değil ama şiddetli niyetimiz var.

CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKÂYESİ

Altın Koza’da sanki senin başından beri çektiğin, “anlaşılamama” sorunu...

Anlaşılamayacak kadar derin bir şey yok. Neticede film çekiyorum, fazla abartmamak lazım. İlgilenmiyorlardı, ilgilenmeye başladılar. Bunda benim ısrarımın etkisi olmuş olabilir. Düşünsene, adam sürekli aynı salaklığı tekrar tekrar yapıyor, “Ah yazık şuna bir bakalım” demiş olabilirler.

Öncekiler gibi, son filmin senaryosunu da sen yazdın.

Yazmak gerçekten büyük sıkıntı. Yoğun bir süreç oluyor. Aklıma iyi bir fikir geldiğinde hemen boynunu kırıp bitirmeye çalışıyorum. Celal Tan da öyle oldu. Annem de kanserdi, biliyorsun. Onun ölümüne çok yakın bir zamandı aklıma geldiğinde. Duygu olarak yaşarken kendine birtakım engeller çıkarıyorsun, genelde filmin sonunda olması gerekeni başında görüyoruz. Biz katilin kim olduğunu bilmemize rağmen bir katili yakalama oyunu çıkıyor.

Selçuk Yöntem, Ezgi Mola, Bülent Emin Yarar, Tansu Biçer, Güler Ökten, Köksal Engür... Filmin kadrosunun bir kısmı...

Oyuncular süpermiş bak üst üste söyleyince. Hep şanslı hisediyorum oyuncular açısından kendimi.

Ne kadar sürdü çekim aşaması?

26 işgününde çektik. Ben genelde fazladan planlar çekmiyorum. Bu nedenle montajım da kısa sürüyor çünkü elimizde malzeme olmuyor. Zaten kanser hastasıyım, bir de sıkılmak istemiyorum.

Seni iyi görmek anlatılmaz bir mutluluk; var mı seni merak eden insanlara son bir sözün?

Son bir şey... Kanser olmamalıyız.

TEK TİP SİNEMA

Festivallerdeki tabloya bakınca sinema nerede?

Bir film yapmak, perdeye çıkacak hale getirmek dünyanın en zor işlerinden biridir. Aynı tip filmler o kadar çok kutsandı ve beğenildi ki, insanlar da hiç durmadan o filmlerden yapmaya başladılar. Nuri Bilge Ceylan kendi yaptığı filmleri çok iyi yapıyor çünkü o Nuri Bilge Ceylan. Ama birileri buna benzeyenleri yapmaya başladığında işler karışıyor... Tek tip sinema bu ülkede fazla yüceltildi ve sinema görüşü indirgendi. İyi filmin kıstasları sınırlandı. Film yapmak isteyenler bence kitap okumalı.

Film seyrederek film yapılmaz. Derin düşünmeyi kitap okumak sağlar. İnsanlar film seyrediyorlar, kitap okumuyorlar; acayip acayip Japon, Güney Kore filmleri filan... Ama onu yapan kafanın içine film seyrederek giremezsin. Kendine bir anahtar bulmalısın. O anahtar kitaplarda var, filmlerde yok. Filmlerde de var ama esas kitaplarda var.

Eleştirmenler senin sinemanı anlayabiliyor mu?

Eleştirmenlerle ilgili çok şey söylenebilir ama kimse bir şey söylemiyor. Ama ben buradan girersem konuya kişiselleştirmiş olurum ve buna hakkım yok. Ben kişiselleştirmiyorsam onlar da kişiselleştirmesin. Sinema yazarlarının büyük kısmı dürüst davranıyor. Bir filmimi beğeniyor yazıyor, bir sonrakini beğenmiyor, onu da yazıyor.