Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1984'te mezun olan, erişkin psikiyatri doktorasını 1991'de bitiren, 1991-2004 arasında Ankara Numune Hastanesi'nde sırasıyla psikiyatri uzmanı, doçent, klinik şefi ve son olarak AMATEM direktörlüğü görevlerinde bulunan psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, 2012'den beri de Üsküdar Üniversitesi NPİstanbul Beyin Hastanesi Bağımlılık Merkezi'nin başında bulunuyor. Haftanın belli günlerinde Ankara'da olan Dilbaz'la İstanbul'da olduğu gün bir araya geldik ve toplumun ruh sağlığından gençlerin madde bağımlılığına kadar her şeyi konuştuk.

02yukselabiyle20cm
 

HASTANELER DOLDU

■ Ankara – İstanbul arasındaki koşturma sizi yormuyor mu?
Sevdiği işi yapan insan asla yorulmaz. Mesleğimi çok seviyorum. Mesleğimde birilerine yardımcı olurken bir anlamda da kendime yardımcı oluyorum. Yardım eden insanın beyni çok daha dinç oluyor, mutlu oluyor. Haftada bir gün İstanbul'dayım, diğer günler Ankara'dayım.

■ Türkiye'de her 10 kişiden biri antidepresan kullanıyor ve ruh sağlığı hastanelerimizdeki doluluk oranı yüzde 100'e ulaşmış durumda… Ne dersiniz, manzara hiç iyi görünmüyor…
Dünyadaki ruhsal hastalıkların görülme sıklığına bakıldığında oranlar pek değişmiyor. Depresyon kadınlarda yüzde 20-25 oranında, erkeklerde yüzde 8-10 oranında görünüyor. Elbette depresyonu tetikleyen, toplumu bu hale getiren şey, strestir. Ruhu ve bedeni zorlayan streslerden söz ediyorum.

■ Mesela…
Mesela, gürültü strestir. Erken emeklilik, para kaybı, göç, işsizlik ve diğerleri. Depresyonun en büyük belirtisi ise umutsuzluktur. Deprem endişesi, savaş ve terör, kadına şiddet, çocuklara tacizler, iklim değişiklikleri, dünyanın betona tepkisi. Bunlar hepimizi olumsuz etkileyen koşullar. Her şeye rağmen umutlarımızı yeşertmek zorundayız. Pırıl pırıl gençlerimiz yurtdışına gidiyor, fevkalade büyük bir beyin göçü var. Bir gencin umudunu burada yeşertemiyorsak, başka yer aramaya başlıyor. Buna çare bulmak lazım.

MAZERETE HAZIRIZ

■ Bunların önüne nasıl geçeceğiz?
Daha önce devlet büyükleriyle de çalışmalar yaptım. Mesela, ilk çalıştığım kişi Allah rahmet eylesin cumhurbaşkanlığı döneminde Süleyman Demirel oldu. 1995'te beni ve Ankara Valisi'ni çağırttı. Gençlerin madde bağımlılığı konusuydu ele aldığı. Ankara AMATEM'i kuruşumun ilk adımıdır bu. Demirel'in bir sözünden çok etkilenmiştim, ‘Bana ne yapılamayacağını söylemeyin, nasıl yapılacağını anlatın.' Beynimiz mazeret ürütmeye hazırdır zaten.

■ Antidepresan kullanımı arttı…
Bazı doktorlar, branşı olmadığı halde hastasına yazdığı reçeteye rahatlıkla antidepresanlar ekleyebiliyor. Oysa bu çok yanlış. Buna psikiyatri uzmanı karar vermeli.

BONZAİNİN YERİNİ BAŞKA BİR TEHLİKE ALDI: METAMFETAMİN

■ Peki madde bağımlılığı…
Kendine, başkalarına ve geleceğe güvensizlik elbette madde bağımlılığı konusunda tehlikeler yaratabiliyor. Gençleri iyi yönlendiremiyoruz.

02bonzai
 

■ Bonzai kullanımı çok yaygın hocam…
Bir ülkenin geleceğini sabote etmek istiyorsanız gençliğini uyuşturucu ile zehirlemeniz yeterlidir. Bonzai dediğimiz şey sentetik esrardır ve çok zararlıdır. Kesinlikle bağımlılık yapar ve şizofreniye yol açar. Bonzai kullananları artık hastanelerin acil servislerinde görmeye başladık. Bu büyük bir tehlike ama şimdi yenisi çıktı. Adı, metamfetamin… Ülkemizde merdiven altında üretilen, inanılmaz bir hızla bağımlılık yapan ve ucuza satılan bir madde bu. İnsan bedenini resmen çürütüyor. Çok büyük bir tehlike. Yakında okullar açılacak ve çocuklarımızı çok iyi korumamız gerekiyor. Uyuşturucu satıcılarının ilk hedefi okullardır.

■ Devlete düşen görev nedir?
Devlete düşen görevler elbette çok önemli. Ancak bir konunun altını çizmek istiyorum. Avrupa Birliği ülkelerinin her 4 yılda bir 16 yaş lise öğrencilerinde madde bağımlılığı üzerine yaptığı bir araştırma vardır. Gençlerin hangi maddeyi daha çok kullandığı, neden kullandığı, aile yapıları vs. araştırılır. 2004 yılında Türkiye bunu yaptı ama üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen biz bu araştırmayı bir daha yapmadık.

■ Neden?
Efendim, bu araştırmayla ilgili soruları gençlere yöneltmek, bu çocukların uyuşturucu kullandığını öngörmek demekmiş. Böyle bir şey olabilir mi! Bu gençlere tüberkülozla ilgili bilgi verdiğimde, bu çocukların tüberküloz olmalarını mı öngörüyorum. Elbette değil… Madde bağımlılığıyla mücadele edeceksek, neyle mücadele edeceğimizi bilmeliyiz. Hedef kitlenin özelliklerini bilmeliyiz. Okullarda konferans yapmakla olmuyor.

ÖFKE KONTROLÜ KONUSUNDA ÜLKECE SIKINTI YAŞIYORUZ!

■ İnsanımızın ruh sağlığı için neler yapmalıyız?
Ruh sağlığımızı korumak için insanlarımızın yaşamını değerli kılacak, yaşam kalitesini yükseltecek koşullar artırılmalı. Stres, göç, travma ve savaş gibi tetikleyici etkenlerin azaltılması şart. Çevreye olumlu bakışın geliştirilmesi ve medyada doğru haber yapılmasıyla da farkındalığın artırılması önemli.

■ Kadınımıza neden şiddet uygulanıyor, temelinde ne ya da neler var?
Kadına şiddet uygulayan kim, erkekler… Peki o erkeği kim yetiştiriyor, bir başka kadın… Ortada bir kısır döngü var. Bizim yetiştirme tarzımız bu. Hâlâ erkek çocuğunun ailede ayrıcalığı olduğuna inanılıyor. Yaptığı evlilikte de eşini ezmeye, dövmeye kalkıyor.

■ Şiddet toplumun her kesiminde tırmanışta…
Trafikte şiddet, statlarda şiddet, eğlence hayatında şiddet, düğünde şiddet, hastanede şiddet, ailede şiddet…

■ Niye bu kadar şiddet var?
Çünkü, bizim insanlarımız inanılmaz öfkeli. Öfke kontrolünde ülke olarak büyük bir sıkıntı yaşıyoruz. Birine kızdığımızda, politikacılarımız dahil, hemen sesimizi yükseltiyoruz. Herkes kendine haksızlık yapıldığını sanıyor. Bu da güvensizliği getiriyor. Toplumda kimse kimseye güvenmiyor. Sürekli haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz için de öfke içinde yaşıyoruz. Ardından bu öfkeler minik bir tetiklemeyle anında şiddete dönüşebiliyor.

■ Bu güvensizliğin ve şiddetin önüne nasıl geçebiliriz?
Öncelikle ‘ben'den vazgeçip ‘biz' demeliyiz, öyle düşünmeliyiz. Birbirimizi suçlamaktan vazgeçmeliyiz. Bakın, televizyondaki açık oturumları izleyin ve ülkenin gerçeğini görün. Oradaki insanların hepsi eğitimlidir, akademik kariyerleri vardır. Ama birbirlerini dinlemiyorlar. Keşke birbirimizi dinleyebilsek.

YARDIM ET, MUTLU OL

■ Bize mutluluğun formülünü verebilir misiniz?
Mutluluğun formülünü bulsam dünyanın en zengin kişisi olurdum, en büyük ödülü de alırdım. Herkese göre farklı olsa da mutluluğu şöyle anlatabilirim. Hayatın içinde her şey var ve bunları kabullenmeliyiz. Her gün baklava yersek, ekşinin ve tuzlunun tadını bilmezsek, tatlı bize bir süre sonra hiçbir şey ifade etmeyebilir. Hayatı da böyle kabul etmek lazım. Mutlu olmak demek, hiç canımızın sıkılmaması, hiç üzülmemek, hiç ağlamamak demek değildir. Hayatın çalkantıları içinde bütün bunlarla başedip, yaşamı yaşamaya değer hissedebiliyorsak mutlu olabiliriz. Bana göre başkaları için bir şeyler yapmaya başladığımız gün mutluluğa ilk adımı atmış oluruz.

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA