Millet olarak yaklaşık bir buçuk asırdır yenik bir medeniyetin ağır yükünden kurtulmak istiyoruz.

İçimizde “Batı medeniyetine dahil olalım” diyerek  kurtulmak isteyenlerin varlığını  biliyoruz.

Kahir ekseriyetimiz ise; devletin politik tavır ve tutumda ısrarına ve aydınlarımızın “Batılı gibi olmayı” öğütlemesine rağmen bu teklife evet demedik.

Bu mağlubiyetten kurtulmak için çare aradık.

Hep mazideki şanlı günlerimizi özlemiyle yaşadık,, bu özlemden güç aldık.

Batı medeniyetini taklit etmeyi imanımız ve milli kimliğimizle bağdaştırmadık.

Çok partili hayata geçtiğimizden beri, dayatılan politikalarına karşı değişimden yana tercihte bulunduk.

Darbelerle ve zulümlerle geçti bir buçuk asrımız.

Milletimiz, devlet tarafından uygulanan batılılaşma politikalarına ve CHP’ye karşı değişimden ve zenginleşmeden yana olan partileri desteklemiştir.

CHP’ye muhalif partiler arasında kazanacağına inandığı partiyi desteklemiş, “Oylar bölünmesin” söylemiyle sandıkta bütünleşmeyi sağlamıştır.

Milletin beklentilerine uygun kurulan partilerden Demokrat Parti 2. Dünya savaşıyla değişen konjonktürden de faydalanarak 1950’de iktidara gelmiştir.

İktidara geldiği günden itibaren devlet politikalarından sapma var gerekçesiyle milletin verdiği iktidar engellenmek istemiştir.

Her engelleme gerekçesi ise belliydi “İrtica.” Yani müslümanlaşmak.

İrtica sözü ise devlet bürokrasisinde, özellikle Ordu ve Üniversite çevresinde kuvvetli etki uyandırıyor, mensuplarından destek görüyordu.

Rahmetli Menderes’in Başbakanlığında kurulan Demokrat parti Hükümetleri, bu tehditle sıkıştırılıyor, milletin taleplerinin siyaset aracılığıyla devlete taşınmasından rahatsız oluyorlardı. İstediklerini alamayınca da “İşler Yolunda gitmiyor, tarafgirlik artıyor, irtica hortlatılıyor” gerekçesiyle askerler tarafından darbe yapılıyordu.

Çok partili siyasi tarihimizi inceleyenler bunu görecektir.

Siyasi tarihimizde darbecilerle iş birliği yapmak CHP’nin alışkanlığı iken, 1980 darbesinden sonra iktidara gelen Özal’ı hazmedemeyen Demirel’de bu darbecilere göz kırpıyor, iktidarda kalmak için “Müesses Düzenin” efendilerinin isteklerini yerine getiriyordu.

Bu kabahat Adalet Partisi ve Doğru Yol seçmeninin değil merhum Demirel ve etrafında toplanan “Siyaset Esnafınındır.”

Seçmen her zaman Demokrasiden ve milletin söz sahibi olmasından” yanadır.

Merhum Demirel’in siyasi hırsları sonunda parçalanan siyaset, 90’lı yılların kaybına sebep olmuştur.

90’lı yılları milletimiz kendisini temsil edecek parti aramakla geçirdi.

Erbakan’ın Refah partisinin DYP ile iktidarı darbeyle engellenince, yapılan seçimde seçmen MHP’yi tercih etti.

MHP kendisine verilen emanet merhum Ecevit’in partisine ikram etti.

Bu koalisyonda Demirel’in Bahçeliyi ikna ettiği konuşulanlar arasındadır.

Bu koalisyonun başarısızlığından MHP‘de nasibini aldı ve meclis dışında kaldı.

Yani RP ve MHP’de aranan kan olmayınca ülkede yaşanan kaos devam etti.

Tam bu esnada Refah Partisi içinde yıldızı parlayan İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sahneye çıktı.

Partinin politikalarını eleştirdi.

Uygulanan politika ve demokrasi anlayışından rahatsız olan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdullatif Şener ve Mehmet Ali Şahin gibi önemli isimlerle yeni parti kuruyor, diğer siyasi partilerden temiz ve  önemli isimlerle partiyi güçlendiriyordu.

Mevcutlardan umudunu kesen halk ise 2002 seçimlerinde parçalan siyaseti yeniden birleştiriyor “Tek başına iktidar” özlemini AK Partiyle gerçekleştiriyordu.

Millet AK Parti iktidarıyla çok önemli hizmetlerle tanışıyor, gözünün içi gülüyordu.

Aldığı hizmetler karşılığında AK Partiyi üst üste iktidar yapıyor, muhalefete prim vermiyordu.

Hırçınlaşan muhalefet partileri Erdoğan’a yükleniyor.

Özellikle CHP devletin her kurumundan ordu ve Yargıdan medet umuyordu.

Askeri Bürokrasi, Üniversiteler, İri kıyım sermaye, milletin değerlerine yabancı medya ve uluslararası güçlerden “Erdoğan ve AK Partinin durdurulmasını” istiyordu.

Bunu sağlamak için her türlü yöntem devreye sokuluyor, ülkede bir “Diktatör” üretilerek seçilmiş “Erdoğan İtibarsızlaştırılıyordu.”

Erdoğan milletin evladı olarak iktidarı döneminde sadece hizmet üretmiyor, yenildik dediğimiz Batı Medeniyetini sorgulayıp “Dünya 5’ten büyüktür” diyerek medeniyet adı altında işlenen zulümlere işaret ediyor. “Kral Çıplak” diyordu.

Bölgemizde ve dünyada söz sahibi olmak istiyordu.

İlk defa bir lider, devlet aklını ve tutumunu değiştirerek kendi medeniyet değerlerimizden aldığı referansla hareket ediyor.

Bu olacak şey değildi, milletimize dayatılan ezberlere uymuyor, ülkemize ve milletimize tanımlanan davranış kalıplarının dışındaydı.

İçeride ne de dışarıda bu talebe izin vermek küresel düzenin bozulması demektir.

Yıllardır kültür, edebiyat ve dini düşüncelerimizi besleyen eserler vererek, “Batı medeniyet değerlerine”  itiraz eden resmi ideoloji ve hakim sınıflar tarafından “İrticacı, Gerici ve Şovenist” olarak suçlananlar, devlet katında en üst düzede itibar görüyordu.

Kalemiyle ve konuşmalarıyla milletimizi ve evlatlarını besleyen; Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Nuri Pakdil, Erol Güngör S. Ahmet Arvasi vb düşünce ve edebiyat insanlarının işaret ettiği doğrultuda yeni bir medeniyet inşa edilmek isteniyor.

İtiraz bunadır, devlet aklının değiştirilmek istenmesinedir.

Bunun için her şeyi kullanmak istiyorlar, iftira atıyorlar, yalanlar uyduruyorlar, itibar cellatlığı yapıyorlar.

Şimdi de; himmet adıyla milletimizden topladığı yardımlarla, büyüyen, milletin duygularını istismar ederek güçlenen ve millete darbe yapmaya kalkışan “Domuzlar Çetesiyle,”

milletimizin yolunu açan, milletimizi değerleriyle buluşturmaya çalışan  Erdoğan ve AK Partinin yolunu kesmek için tarihin en büyük terör eylemini gerçekleştiriyor, milletin silahlarıyla “Milletin Meclisi” bombalıyor, millete kurşun sıkıyorlar.

Artık maskeleri düşmüştür.

Millete ihanetleri aşikar olmuştur.

Paralel  yapılanma şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır.

Demokrasi ve Milli iradeye cephe açmışlardır.

“Demokrasi ve Milli İrade” diyenler safını belirlemek zorundadır.

Çetenin çırpınışları intiharları olacaktır.

Bize göre, yeni durum iki şeye işaret ediyor.

Hem milletin gözünden ve gönlünden, hem de efendilerinin gözünden düşmüşlerdir.

Bu görev “Küresel efendilerinin” kendilerinden istediği son görevdir.

Bunu başaramadılar, paçavra gibi kullanılıp atılacaklardır.

Hem bu dünyada, hem ahirette hüsrana uğrayacaklar.

Kendileri için sığınılacak melce kalmamıştır.

İsyancılar yaptıklarının bedelini ödeyecektir.

Pensilvanya’da ikamet eden elebaşı ya Türkiye’ye teslim edilecek yahut sınır dışı edilecektir.

Bu Hayırlı sonuç, kalkışma ve terör saldırılarına karşı, meydanları dolduran milletimiz tarafından sağlanmıştır.

Hülasa milletimiz bir saldırıyı daha püskürtmüş, iradesine sahip çıkmıştır.

Hayırlı olsun.