Türk devriminin sesi: Radyo

Radyoculuk Avrupa’da 1910’larda telsizcilikle başladı... 1921 yılında da bize Fransızlardan geldi. 1923 yılında İstanbul Üniversitesi öğrencileri okullarının bodrum katında deneme yayını yaptılar. 1925 yılında telsiz vericileri kurulmaya başlandı. İstanbul Radyosu da 6 Mayıs 1927 günü Eşref Şerif Bey’in “Alo alo muhterem sami’in, burası İstanbul telsiz telefonu…” anonsuyla yayınına başlamış oldu. İşte bu tarih Türk radyoculuğunun başlangıç tarihi…

DEVLET 80 BİN RADYO DAĞITTI

1932 yılında Mustafa Kemal’in isteğiyle Ayasofya’da okunan mevlid ilk defa canlı yayın olarak verildi. Atatürk, 1 Kasım 1935 tarihinde TBMM’yi açılış konuşmasında radyonun önemini şu ifadelerle anlatıyordu: “Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına bu yıl daha çok emek verilecektir. Ulusal kültür için pek lüzumlu olduğu gibi arsı ulusal ilgiler bakımından da yüksek değeri belli olan radyo işine önem vermemiz çok yerinde olur.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 27, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.382.)

Atatürk’ün bu yönlendirmesiyle devlet 80 bin radyonun satın alınarak köylere ve belli merkezlere verilmesini kararlaştırdı. Her şehrin büyük meydanlarına, merkezleri, kasabaların pazaryerlerine, köy meydanlarına radyolar konuldu. Ayrıca CHP binaları ve Halkevleri’nde de mutlaka radyo bulundurulacaktı. Radyo programları halk için önemli bir zaman değerlendirme aracıydı. Hele “ajanslar” hiç kaçırılmıyordu. Adeta radyoyla ikinci devrim gerçekleşiyordu.

Radyoculuğun yaygınlaşması radyo yazılarını da artırdı. Gazeteler hergün radyo programlarını verirken, özel dergiler de arka arkaya yayımlanmaya başladı. Bunların en ünlülerinden Radyo Programı dergisi 1 Ocak 1936 yılında yayımlanmaya başladı ve 4’ncü sayısında “Radyonun Türk İnkılâbında Mevkiî” başlığıyla şu görüşlere yer verdi:

DİL FİKİR BİRLİĞİ

“Türk inkılâbı, daima yaratıcı hamlelerle yürüyen büyük bir realitedir. Bunun için, asrın en yüksek insan ve devlet idealinden ayrılamaz. Biz, Türk devleti ile Türk milli hayatını modernize ederken bir halk devleti kuruyorduk. Böyle bir devletin en tabii esasları ise, halkın devlet işlerinden günü gününe haberdar olması, iktidar mevkiine geçen şeflerin fikirlerini kulağı ile dinlenmesi ve halkta dil, fikir, his, sanat ve ideal birliğinin sarsılmaz bir surette kurulması gibi maddelerden ibarettir.

“Türkiye Hükümeti, radyonun dünyadaki büyük rolüne karşı alakasız kalamazdı. Hususiyle Türkiye’de bir dil ve musiki inkılâbı da başlamıştır. Türk dilini bir tek şivede bir tek lügatle birleştirmek için radyodan başka kulağa hitap edecek bir vasıta yoktur. Modern musiki ise, ancak radyo ile halka aşılanabilir. Eğer bu meselelerde radyoya müracaat edilmeyecek olursa, musiki ve dil inkılâplarını süratle ve halka sindirerek ilerletmek kolay olmayacaktır. Halbuki, diğer inkılâp işleri gibi dil şivesi birliği ile modern musikinin de süratle tahakkuk ettirilmesi şarttır.” (Radyo Programı, 8 Şubat 1936, Sayı: 4.)

Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından da her ayın 15'inde çıkarılan Radyo isimli derginin ilk sayısında radyonun önemi şöyle anlatılır: "Radyo modern devirlere damgasını vuran bir kültür vasıtasıdır. Matbaanın keşfi, medeniyetin gidişi üzerine nasıl eşsiz bir tesir yapmışsa, radyonun keşfi ve halk yığınları arasında yayılması da, çağdaş insanlık üzerinde onun kadar ve belki de daha kuvvetli bir tesir yapmaktadır." (Radyo, 15 Aralık 1941.)

RADYONUN TÜRK MÜZİĞİNE KATKISI

Türk radyoculuğunun önemli sonuçlarından birisi de Türk müziğine katkısı. Özellikle radyo sanatçıları Anadolu’yu karış karış gezerek halk türkülerini derledi. Bu konuda katkılarından dolayı Nurettin Sarısözen unutulmaz. Bu derleme faaliyeti bugüne kadar sürdü. Bugünkü halk müziği bu çalışmaya çok şey borçlu. 1937-1951 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan derleme çalışmalarında 57 bin türkü kayıt altına alındı ve bunlardan bugün 14 bini çalınıp söyleniyor. Özay Gönlüm bile tek başına 3 bin 400’den fazla türkü derledi. Çoğu da Ege ve Denizli yöresindendir! Yeni besteler radyodan dinleyiciye ulaştı. Birbirinden değerli yüzlerce sanatçı yetişti. Radyoculuk, Türkiye’de ayrı bir okul oldu. Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi, Neriman Altındağ Tüfekçi, Ruhi Su, Aşık Veysel, Özay Gönlüm ve Neşet Ertaş gibi sanatçılar yaptıklarıyla anıtlaştı.

Türk müziğinin harikaları

Sanata özel önem veren Atatürk, daha 1924'te Musiki Muallim Mektebi'ni kurarak, gençlerin çağdaş müzik eğitimi almasını sağladı. Çok sayıda genci Viyana, Paris, Londra ve Berlin gibi sanat şehirlerine gönderdi. 'Türk Beşlileri' olarak anılan Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşat Rey, Necil Kâzım Akses, Ferit Alnar ve Ulvi Cemal Erkin gibi dev isimler buralardan yetişti. Bu neslin son örneği de daha 4 yaşında piyano çalmaya başlayan İdil Biret. Yeteneği keşfedilen Biret, 7 yaşında iken İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 'Harika Çocuklar Yasası' kapsamında Paris'e eğitime gönderdi. Yüzlerce ödülün sahibi Biret, dünyada tanınan en önemli Türk sanatçılarından biri. Bu sanatçıların eserleri radyolardan da yıllarca seslendirildi.

İlklerin kadını: Neriman Altındağ Tüfekçi

Cumhuriyet devriminin yarattığı önemli bir ses sanatçısı da Neriman Altındağ Tüfekçi'dir. 1926 yılında İstanbul’da doğdu. 1942 yılında liseyi bitirdikten sonra Ankara Radyosu’na girdi. 1952 yılında Muzaffer Sarısözen’le kısa bir evlilik yaptı. 1957 yılında Halk Müziği Kadınlar Korosu’nu kurdu. 1959 yılında İstanbul Radyosu’na geçti ve burada da kadınlar korosunu kurdu. İstanbul Devlet Konservatuarı’nda hocalık yaptı. Türk sanat müziği sanatçısı Perihan Altındağ (Sözeri) ile kardeştir. İlk kadın solist, ilk kadın öğretmen, ilk kadın şef ve bugüne kadar Halk Müziği dalında verilen ilk ve tek kadın artist-öğretmen unvanlarına layık görülmüştür. O da bugünkü birçok sanatçının hocasıdır. 3 Şubat 2009 günü yaşama gözlerini yumdu. Eşiyle birlikte yapılan anıtı Ankara Radyosu parkını süslüyor.

Radyo halk üniversitesiydi

Ankara Radyosu'nda yayıncılığa başlayan Teoman Yazgan, 'Önce Radyo Vardı' isimli kitabında radyonun önemini şöyle anlatır:

"Gerçekten Türkiye'de önce radyo vardı. Ben bu konudaki gelişimin, daha çok İstanbul Radyosu bölümünü bütün benliğimde yaşadım. Çünkü o tarihlerde, bütün Türkiye'yi Türk Müziği yönünden olsun, Halk Müziği yönünden olsun, Batı Müziği yönünden olsun, ya da güzel Türkçe ve tiyatro yönünden olsun kucaklayan bir büyük yayın merkezi vardı ki, o da Ankara Radyosu idi. Bugün nasıl ki, Açık Öğretim Fakülteleri'nde uzaktan uzağa bir üniversite eğitimi yapılıyorsa, 1940'lı yıllarda da Ankara Radyosu, özellikle Türk Müziği yayınları başta olmak üzere her konuda bütün Türkiye'yi eğitiyordu."

"1940 yılında bütün Türkiye'de 80 bin dolaylarında olan radyo alıcı sayısı, 1946 yılı sonlarında 180 bin rakamına ulaşıyor ve halkın radyo yayınlarına olan ilgisi inanılmaz bir ölçüde artıyordu."

"Vedat Nedim Tör'lerden Nurettin Artam'lardan, Mesut Cemil Tel'lerden, Feridun Fazıl Tülbentçi'lerden, Falih Rıftı Atay'lardan, Perihan Altındağ'lardan, Vahi Öz'lerden, Hakkı Dermanlar'dan, Muzaffer Sarısözen'lerden, Baki Süha Edipoğlu'lardan ve daha nice yüzlerce değerli kişilerden, bugünlere geldik.

Günümüzde de TRT Radyoları, başta Ankara ve İstanbul Radyosu olmak üzere, değerini ve etkinliğini aynen koruyor. Televizyon yayınları öne geçmiş gibi görünse bile, Radyo'nun yeri bana göre başbaşka... Büyülü ve güzel bir dünya... Ve her şeyden önce de,Türk halkının bugünkü kültür düzeyine ulaşmasında, adeta açık bir öğretim kurumu. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin 1927 yılı ortalarından itibaren, radyo yayıncılığına da önem vermek istemesi, sanırım büyük Atatürk'ün şu sözleriyle de bambaşka bir ağırlık kazandırıyordu: 'Ulusal kültür için çok gerekli olduğu kadar, uluslararası ilişkiler bakımından da yüksek değerleri belli olan radyo işine çok önem vermemiz yerindedir.'" (Teoman Yazgan, Önce Radyo Vardı, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2005, s.9, 17,186.)