Değerli dostlar bu yılda sessiz sedasız hafta içi bir tıp bayramı geldi ve geçti kimse farkında bile olmadan. Tıp dünyamız çok önemli olduğu için gecikmeli de olsa yazmaya karar verdim.
Tıp Bayramı, ilk kez 1. Dünya Savaşı sonunda, İstanbul'un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlandı.
Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde “Sağlık Haftası” olarak kutlanıyor.
Tıbbın ilk insanla birlikte başlandığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü AESCULAPİUS'DUR. Kendisinden ilk kez Homeros bahsetmiştir: "Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekim" demektir. Önce Zeus'un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000 'lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve onun asası ile bütünleşmiştir. Hatta Asklepios sözcüğünün grekçe "Askalabos" sözcüğünden geldiğini söylenir ki bu da yılan anlamına gelir. Ve Asklepios'un şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios'a değil de bu yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin önemli dönemeçlerinden birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır.
KİŞİLER DEĞİL DE OLAYLAR YÖN VERMİŞ…
Osmanlı tıbbı 15 ve 16 yüzyıllara kadar İslam tıbbının etkisi altında kalmış. Bu sırada Batı’da 14. yüzyılda İtalya'da başlayan Rönesans 15 ve 16. yüzyıllarda bütün Avrupa'ya yayılmış. Tıp alanında da birçok buluş ve ilerlemeler kaydedilmiş. Osmanlı'da ise 17. yüzyıldan itibaren her sahada ortaya çıkan bozulmalar tıp eğitiminde de kendini göstermiş ve tıp medreseleri eskisi kadar yeni bilgilerle donatılmış hekimler yetiştiremez olmuş. Ayrıca batıda yazılan Latince, İtalyanca, Almanca tıp kitaplarını hekimler takip edememişler, dil bilen sayısının az olması, matbaanın Osmanlı'ya geç giriş ve kitap basmanın 1729'da başlamasından dolayı kitaplar tercüme edilmemiş ve yeterince basılamamış. Az sayıda bazı Osmanlı hekimleri ve bilim adamları kendi çabaları ile dil öğrenerek bu yenilikleri takip etmişler ve bu bilgileri de katarak kendi kitaplarını yazmışlar. Ancak bu bilgileri yine de hekim adaylarına yeterince iletememiş.
19. yüzyıla geldiğinde durum tıp eğitimi açısından pek iç açıcı değilmiş. Tıp medreseleri eski parlak dönemlerini kaybetmiş, hatta bazıları kapanmış. Bu arada ortalığı azınlıklardan ve Avrupa'dan gelen yabancı hekimler sarmış. Mütabbib (Tabip olmayan sahte hekim) hekimler serbest hekimlik yaparak, orduda da görev alarak birçok insanın ölümüne sebep olmuşlar. Bunların önlenmesi için birçok ferman çıkarılmışsa da engel olunamamış. Çünkü Yeterli tıp eğitimi verilmediği gibi yeterli sayıda hekim yetiştirilemiyormuş. İtalyanca ve Fransızca bilen az sayıda hekim gelişmeleri takip ederek çevresinde yararlı olmaya çalışmışlar. Bunlardan Şanizade Mehmet Ataullah (1771-1826), Mustafa Behçet Efendi(1774-1834) gibi büyük hekimler bu durumdan çok rahatsız olmuşlar ve yeni tıbbın tıp eğitimine girmesini savunmuşlar. III. Selim zamanında yeni Tıp eğitimi veren bir Tıphane açılması düşünülmüş. Teşrih(anatomi) yasağından dolayı ulemadan çekinen III. Selim buna cesaret edememiş, Rumlara tıp fakültesi kurmaları için izin vermiş(1805) O dönem hekimbaşılığını yapan Mustafa Behçet Efendi'ymiş.
Değerli okuyucularım tıp dünyasının nerden nerelere geldiğini görmüş olduk. Allah eksikliğini de göstermesin, muhtaç da etmesin. Bu vesileyle tüm sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramını gecikmeli de olsa saygı ve sevgilerimle kutluyorum.
Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR! Aydınpost APPSTORE'da TIKLA