Bir aşk bittiğinde geriye iki 'taraf' kalıyor: Terk edilen ve terk eden. Terk edilen; acı çeken mağdur olarak algılanıyor. Terk edene ise haliyle acımasız, vefasız taraf olmak kalıyor...

Aktüel, terk edilmek ve terk etmek olgularını hem psikiyatrist Ender Karaca'ya hem de ünlüler dünyasından bazı isimlere sordu.

Ama terk eden her zaman zannedildiği gibi o "konuşmayı" kolay yapamıyor. Kıvranıyor, gerçek bir acı çekiyor. Gitmek istiyor, gidemiyor. Ve kaldığı her an biraz daha mutsuz oluyor. İşte farklı kalemlerden "terk edenler" ve terk etmenin anatomisi...

İki yıl süren bir ilişkiydi bizimkisi. Aslında daha ilişkinin başında farklı karakterlerde olduğumuzu ve 'bu işin yürümeyeceğini' fark etmiştim. Ben çocukluğumdan ve ailemden gelen 'genetik' ruh haliyle kolay kolay 'hayır' diyemeyen biriyim. Bir yılın sonunda benim için ilişki bitmişti, sonraki bir yılı; 'nasıl yapsam da ayrılmak istediğimi söylesem' diye geçirdim. Ciddi tartışmalarımız, kavgalarımız olmamıştı, üstelik iyi bir insandı. "Bazı sorunlarımız var, konuşmamız lazım" diye söze girdiğimde; "Seni çok seviyorum" deyip sarılınca vazgeçtim. Onu kırmaktan çok çekiniyordum. Şimdi görüyorum ki aslında ona daha büyük bir kötülük etmişim. Sonunda bir psikiyatra gitmeye karar verdim ve o sayede ilişkiyi bitirebildim." Bu sözlerin sahibi 33 yaşındaki bankacı Ünal K.

Hep terk edilenlerin acı çektiğini düşünürüz. Terk edense "acımasız" olandır. Oysa ki bazıları için terk etmek, terk edilmek kadar acı verici olabilir; aynı Ünal Bey'in hikâyesinde olduğu gibi. Psikiyatrist Ender Karaca, terk edilmeyi ve terk etmeyi köşeli bir şekilde tanımlayamayacağımızı, nasıl ki her insan birbirinden farklıysa, ilişkiyi yaşama ve terk etme biçimlerinin de farklı olduğunu, genel geçer tanımlardan kaçınmak gerektiğini söylüyor. Karaca; yetiştiğimiz çevre, aile ilişkileri, aldığımız eğitim gibi faktörlerin yanı sıra genetik yapımızın da dünyayı nasıl algıladığımızı belirlediğinin altını çiziyor: "Her insanın kendine özgü bir kişiliği, farklı hayat algıları var. Mesela iki kişinin aynı travmaya maruz kaldı¬ğını düşünelim, biri hiç etkilenmediği halde diğeri çok etkilenebilir. Bu tama¬men algıyla ilgili. Beynimizde depolanmış birtakım hatıralar, duygusal, düşünsel bileşkeler var. Bizim hayat içinde yaşadığımız olayları nasıl algılayıp, nasıl tepki vereceğimizi bunlar belirli-yor. Nasıl terk ettiğimiz de tamamen geçmişimiz ve bugünümüzle ilgili. Her terk etme kişiye özeldir ve onun algısıyla şekillenir."

Ender Karaca, erken çocukluk döneminde yaşananların, kişilerin yaşam şekillerini belirlediği gibi terk etme ve terk edilme tarzlarını da belirleyen faktörlerden biri olduğunu söylüyor: "Erken çocuklukta psikolojik tutarlılık ve süreklilik çocuğun en büyük ihtiyacıdır. Erişkinliğe geçtikçe bu ihtiyaç azalır. Anne-babayla veya bakım veren diğer kişi ile tutarlı bağlılıklar çok önemli. Yaşanan bir istismar, ihmal, bir kötüye kullanma çocuğun ihtiyaç duyduğu tutarlılık ekseninde bir kırılmaya neden oluyor. Ve bu kırılma muhtemelen depolanıyor. Bu sorunlar çözülmezse, ileride erişkinlik döneminde kalıcı tekdüze, köşeli, esnek olmayan tepkilere yol açıyor."

Tutkulu aşkın nedeni serotonin
Ender Karaca buradan yola çıkarak kadın-erkek ilişkisinde neler oluyor sorusuna yanıt arıyor ve "İki insan arasındaki ilişki cinsel dürtüyle ilgili bir etkileşimle başlıyor. Kadındaki östrojen erkekteki testosteron hormonları ilk hareketi sağlıyor. Yani iki insan arasında bir elektrik oluştuğunda beyinde dopa-min ve noradrenalin dediğimiz canlılık ve heyecanı arttıran maddelerde artış oluyor. Ve vücudumuzun uyku, iştah gibi fonksiyonlarını belirleyen serotonin düzeyi de düşüyor. Bu romantik aşkın devreye girdiği süreçtir. Artık karşınızdaki kişi diğerlerinden çok farklıdır sizin için. Serotonin bazı insanlarda da¬ha azalır, bu da tutkulu aşkı ortaya çı¬karır. Çok yoğun takıntılara neden olan aşklar da çıkar ortaya. Artık mantık rafa kalkar. Âşığın yoğun ilgisi, maşuğu sıkar. Maşuk sıkılınca, âşık terk edilmekten daha çok korkar..."
Aşkın kimyasını böyle anlatıyor Ender Karaca. Genetik olarak yatkınlığı olanlarda serotonin miktarının çok düşmesi kişiyi saplantılı bir aşkın kuca¬ğına atabiliyor: "Romantik aşkta işler iyi gittiği zaman cennet yaşanıyor, kötü gittiği zaman cehennem... Bu noktaya gelindikten sonra romantik aşk, bağlanma sürecine dönüşür. Bu noktada duygusal ve cinsel tatmin olmazsa kişi terk etme sürecine girer."

Tutkulu aşktan terk etmeye...
Peki tutkulu aşktan kişi nasıl oluyor da terk etme sürecine geçiyor? "Beynimizde bir motivasyon ve ödüllendirme sistemi var, hormonlar rol oynuyor burada. Bu hormonlardan biri tatmin hormonudur. İlişki yaşanır, duygusal ve cinsel tatmin vardır. Her şey yolunda giderse gündelik hayat sorunsuz bir şekilde devam eder. Ama tatmin duygusunun da bir sınırı var. İşte aşka üç, beş yıl ömür biçenler buradan hareket ediyor. Romantik aşk durulduğunda çiftler ya başka bir aşamaya geçiyor ya da ilişki beklentilere yanıt vermiyorsa terk etme ve terk edilme süreci başlıyor". Karaca tam da bu noktada beyin kimyasının önemli olduğunu ama her şey demek olmadığını söylüyor. İlişki için¬de eğer sağlıksız bir taraf varsa bunun diğer tarafı bir süre sonra psikolojik olarak sıkıntıya soktuğunu ve terk etme fikrinin oluşmaya başladığını belirterek, bu noktada yapılacak en doğru şeyin profesyonel yardım almak olduğunu söyleyen Karaca konuyu şöyle detaylandırıyor: "Bireysel tedavilerle birçok ilişki kurtuluyor. Fakat bu demek değil ki; taraflardan biri 'Benim için bu ilişki bitti' dediğinde, bu kimyasal, patolojik bir şey ve uzman düzeltir. Beyin kimyası önemli ama her şey demek değil. İlişkinin artık tarafları tatmin etmediği aşamada direnmemek gerekiyor. Kişinin neyi nasıl algıladığı önemli. Kişi ilişkinin bittiğini algılayabilir. Ama karşı taraf o kadar fazla vericidir ki, o vericiliğin altında o kadar eziliyor ki... O ezikliği göğüsleyebilir ama ilişkinin bittiğini söyleyemeyebilir. Nasıl ki bir ilişkiye başlamak normalse bitirmek de o kadar normal."
İlişkiyi bitirme tarzı kişiden kişiye değişiyor. Bütün bu süreçleri yaşamış ve patolojik sorunu olmayan kişiler için terk etmek kolay sonucu çıkmasın. Kişiler çok sağlıklı oldukları halde, artık gitmek istediklerini söyleye-meyebiliyorlar. Ama hem uzmanlar hem de terk edilenler ve edenler bu süreci uzatmanın, sorunun çözümüne hiç katkısı olmadığı görüşünde birleşiyorlar.
Ender Karaca, ilişkileri bittiği halde farklı nedenlerle birarada kalanlar olduğunu belirtiyor: "Öyle durumlar oluyor ki, mesela ilişki bitmiş olmasınarağmen, birçok sebepten dolayı sanki normal bir aile, normal ilişki varmış gibi yaşanıyor. Bu sosyal standartların devam etmesi adma, 'elâlem ne der' adına, çocuk adına oluyor. Ama kişide bir psikolojik gerginlik, depresyon veya herhangi bir psikiyatrik sorun meydana gelmişse artık önünü açmak lazım. Çünkü sonuç olarak hayata bir kere geliyoruz ve bu hayat içinde kendi duruşumuzu, bütünlüğümüzü korumak durumundayız. Bunu sağlarkende hayatımızda birtakım kararlar almak zorundayız. Çünkü hayat bir kazanç değildir. Zaman zaman kaybederiz. Kaybettiğimizde neyi kazandığımızı, kazandığımızda da neye kaybettiğimizi bilemeyiz."

Hepimiz yalnız doğduk, yalnız öleceğiz"
Eyşan Özhim - Marka danışmanı

Sanıyorum ben terk edenim. Herkesle olan ilişkimde, sade¬ce erkek arkadaş, sevgili, koca değil, kurduğum bütün ilişki¬lerimin pozitif bir şekilde yürümesi taraftarıyım. Her şeyi ya¬parım bunun için... Fırsatlar tanırım insanlara, kırıcı olsalar bile sesimi çıkartmam. Ama karşımdaki insan hatalarını dü¬zeltmiyorsa onu değiştirmek ya da onunla uğraşmak yerine yollarımı ayırırım. Bugüne kadar arkamı döndüysem eğer, tekrar geri dönmedim. Terk eden mi, terk edilen mi? Kim daha çok acı çeker? Kişisine göre değişir. Aşk hayatımda çok fazla insan olmadı. Ben uzun süreli ilişkilere inanan ve yaşayan bir insanım. Eğer ayrıldıysam geriye dönüp bakmadım. Ayrılıklarda son sözü söyleyenin ben olduğumu düşü¬nüyorum. Ben her zaman yapıcı olmayı, ara bulmayı önemserim; düzeltmeyi değil. Özel hayatımda ayrılık konuşmaları uzun zamanlar aldı. Bir gecede; "Ben seni terk ediyorum, gidiyorum" diye bir şey olmadı. Ne ben böyle terk edildim ne de terk ettim. Hep fırsatlar verildi karşılıklı. Dost kalmayı tercih ederim ayrılıklardan sonra. Öncelikle hepimiz yalnız doğduk, yalnız öleceğiz. Terk eden de terk edilen de üzülür; insanca bir şey.

"Her terk ediş biraz da terk edilmişliktir aslında"
Buket Uzuner- Yazar

Bir kadın için bırakabilmek zor, tehlikeli, pahalı, ayıp, günah ama gerektiğinde hayata dönüş ve özgürleştiricidir! Sevgi Soysal, "Mal Ayrılığı ve Şampanya Kovası" adlı kısacık hikâyesini yazdığında ben üniversiteli bir kızdım ve bir kadın için bırakabilmenin ne kadar zor ama nasıl özgürleş-tirici bir eylem olduğunu korkulu bir heyecanla onun kaleminden okuyup yutmuştum. Çevremde tanıdığım lise- üniversite mezunu "hanım-teyzeler" kocalarından ve hayatlarından devamlı şikâyet etmelerine rağmen yeni ve daha mutlu bir hayat kurabilmek için nefret ettikleri düzenleri bırakamıyor, korkuyor, konformist davranıyorlardı. Çünkü "bırakmak" ve "ayrılmak" anlamlarını da içeren terk etmek eylemi, bu eylemin sahibine hem güç, iktidar, hem gurur, hem de taş kalpli özellikler yokluyordu ki; bunlar 1970'li yıllarda (ve maalesef hâlâ) yalnızca erkeklere özgüydü. Bizim kültürümüzde "gitmek" eylemi sık sık "terk etmek"le karıştırılan bir kavram olarak karşıma çıkmış, aslında sık sık giden biri olmama karşın, sanki terk edenmişim gibi algılanmama yol açmıştır. Yıllardır seyahat eden ve seyahatlerini de yazarak hayatını kazanan bir yazar olarak "gitmek" eylemi üzerine bu nedenle de fazlaca düşündüğümü itiraf etmeliyim. "New York Seyir Defteri" kitabımın önsözünde gitmek, kalmak, terk etmek üzerine yazdığım yazıda: Sevgi Soysal'ın edebiyat kanından yakın akraba olduğumu da belli edecek biçimde; "gitmek göze alabilmektir. Gitmek tehlikelidir. Gitmek merak etmek, risk alabilmektir. Gitmek bırakabilmek, vazgeçebilmek, değiştirmek cesaretidir. Ancak gitmek, terk etmek değildir. Çünkü giden, çoğu zaman aslında daha önceden duygusal olarak terkedilmiş olandır! Gitmeyi, terk etmekle karıştıranlara çoğunlukla kalanlardır" demişim. Kendi hayatımda bırakmak, terk etmek zorunda kaldığım, yaşandığı zamanlarda çok değerli, çok önemli olmuş birkaç dost ve eş, birkaç önemli iş, çok cazip kariyer noktası oldu. Her birinde ayrılmak / terk etmek kararı verirken çok sıkıntı çektim, üzüldüm, ardından uzun süren yas dönemleri yaşadım, bir keresinde uzun dep¬resyon tedavisi gördüm. Tabii her terk ediş, biraz da terk edilmişliktir aslında. Ancak en bulunmazı bile olsa koca / eş veya dostluklarda, hatta işimiz / kariyerimizde bile insanlık ve erkek / kadınlık özsaygımızı yitirmemize varacak baskı, aşağılama, sahtekârlık ve / veya kıs¬kançlık üzerine kurulu ilişkileri asla sürdürmemek için açlık dahil her şeyi göze alıp terk edebilmek, bize para ve yalnız kalmamaktan daha değerli bir şeyi sunar: bu, özgürlük, insanlık onuru ve özsaygıdır ki, paha biçilmez!

"İlişkiyi bitirme bir sanattır"
Ege Aydan - Oyuncu

Sosyolojik olarak kişiliği gelişmiş yani sosyalleşme evrelerini tamamlamış, ya da en ir-dan sosyal zekâya sahip, üç boyutlu düşünebilen herkes için sevgiliden vazgeçme, eşini terk etme olgusu, sorumluluk bilincinin etkisiyle de giderek zorlaşır, âurada dikkat etmemiz gereken, terk etme noktasına gelene kadar geçen süreçtir, ilişkinin vardığı noktadır... Cicim ayı dediğimiz duygu patlamaları ile kişinin kendisini unu-u: karşısındakini kendi benliğinde yaşatma hazzı son bulmadan, ilişki çevrenin de etki-sve şekillenmeye başlar. Bu cicim ayı yıllara yayılabildiği gibi çok kısa da sürebilir... Sonuç olarak, her ilişkinin bir sonu vardır ve tüketilmiş ilişkilerin sonlandırılması en doğ-atandır.. Ama problem de tam bu noktada başlar... İlişkinin bittiğine kim, nasıl, neye göre kara verebilir? Artık eşleri sevişme yerine dövüşme beklemektedir. Çatışma cinnete varabilir. İşkencelerin en kötüsüdür. İlişkiye girmek de bir sanattır, bitirmek de...

"Kimse sizin stepneniz olmayı hak etmez"
Yiğit Özgür - Karikatürist
Selamlar, konuyla ilgili fikirlerimi saat 04.22 itibarıyla bildiriyorum. Gece geç sa¬at olduğu için duygusallaşabilirim kusuru¬ma bakmayın (gülüyor)... Siz yorulmayın diye böyle röportaj havasını kendim yarat¬maya çalıştım, sanki gelmişsiniz de yüz yüze konuşuyormuşuz gibi olsun dedim. (Bayaa gülüyor. Ağzından tükürükler çıkı¬yor...)
Terk edemeyenler genelde erkekler olu¬yor efenim o doğrudur. Hemcins arkadaş¬lar sağ olsunlar (kendini ayırıyor... ben farklıyım hesabı... Halbusi o da erkek, bence yalan söylüyor) (size de halbusi de¬dirtmiş oldum ama artık elime düştünüz. Metni tam olarak bu haliyle yayımlamaz¬sanız dava açarım) (gülmemeye çalışıyor ama yine gülüyor. Biraz sulu bir mizahçıy¬la karşı karşıyayız gari.) (gari de dediniz. Kırsal kökeniniz ortaya çıktı ama olsun, hangimizin kökeni İstanbul ki... Bizim der¬gide Şevki Abi var onun soyu saraya uza-nıyormuş ama şahsen inanmıyorum. Ben¬ce Orta Anadolulu birisi o... Neyse konu dağılmasın.) (Gülüyor...) (Bu adamın gül¬mesi sinirlerimi bozuyor. Aktüel'de çalış¬maya devam edip etmemek konusunu gözden geçiriyorum. Kriz var istifa ede¬mem. Kurulu bir düzenim var. Hem hep böyle sulu tipler olmuyor, bazen profesör¬lerle falan da röportaj yapıyoruz. Yakışıklı şarkıcılar falan. Yok yok, bi bu anten ka¬falı yüzünden işimi bırakmayayım.).... (Gülmeye devam ediyor... "Ne kadar ayı birisi" diye düşünüyorum. Eğer "ne kadar ayıyım di mi?" derse estağfurullah deme¬meye karar veriyorum.) Konuya gelelim... Hemcins arkadaşlar annelerinden de al¬dıkları gazla sevgiliye bütün hayatlarını emanet ediyorlar. Kadın tarafı da bunu yapıyor biliyorum ama kendi cinsimi daha iyi tanıyorum. Kadınlar genelde önce terk ediyorlar, ondan sonra başkasıyla beraber oluyorlar. (Beraber olmak... Okurlara ödev: Yüz kere "beraber olmak" yazıla¬cak. Hâlâ anlamlı geliyorsa kendinden şüphe edilecek.) Kadınların bu yaptığına biz fizikte "Tarzan kuramı" diyoruz. Yani Tarzan gibi bir sarmaşığı bırakmadan di¬ğerini tutmuyorlar (lütfen sarmaşık cinsel çağrışım yapmasın, kalbinizi kırarım. Hiç hoşlanmam öyle şeylerden... Lütfen...) Dediğim gibi biri bırakılmadan diğer sarmaşık tutulmuyor. (Normal, bildiğin sar¬maşık... Lütfen) (Gülüyor... Ama bu sefer gülerken kollarını açıp kapamaya, çöme-lip kalkmaya başlıyor. Beni buraya gönderen editörü tartaklamak istiyorum) Nee-eyyyse efenim, hanım kızlarımız birazcık daha dürüst duruyorlar benim nazarımda. Erkekler bütün sarmaşıkları aynı anda tut¬mak istedikleri için (Lütfen...) yalan söyleyip ilişkiyi devam ettirmeye, halk arasında "aman tatsızlık çıkmasın" isimli oyunu oynamaya devam ediyorlar. Çünkü aynı gün içinde hem Ayşe, Fatma, Süheyla, hem de "Kızımız olacaktı" şarkılarını söyleyebili¬yorlar. İşte ne yapacaksın erkek milleti şekerim (Kadın dünyasından terimler kullanıyor, bu da kadınlara yaklaşmak için bir yoldur. Kanmamaya karar veriyorum. Ayrıca kendine gey imajı verip "bacılarım, kankalarım benden size zarar gelmez" diye yanaşan yamyam erkekler olduğunu hatırlıyorum.) Efenim terk etme ve terk edilme isimli piyeslerde benim de oyna-mışlığım vardır... Tavsiyem, sözünü sakın¬mayan arkadaşlar edinmenizdir. Bu arka¬daşlar "lan oğlum yazık kıza, ayıp ediyo-sun oyalama kızı. Bak evleneceğinizi sanıyor" falan diye vicdan mekanizmanızı dürtüklerler. Siz de Anadolu'da "evet lan" denilen ruh haline girebilirsiniz. Hâlâ girmeyenler de bayaa bildiğiniz ayıdır yani affedersiniz. Bunun için aldatmaya da gerek yok, ilişki biterse bitirmelidir. Batı'da gördüğümüz (sanki gitmiş de görmüş... CNBC-E'deki sitkomları izleyince Batı'yı anladı sanıyor angut.) Ne diyordum, Batı'da gördüğümüz birbirini zorlamadan, üzmeden, hemen ilk bizi beğenenle nikâh masasına oturmadan ilişki kurmak gerekiyor. Evet tüm dünyada insanlar birbirinin kalbini kırıyorlar. Bazıları yıllarca atlatamıyor bu üzüntüyü. Ama sırf tatsızlık çık¬masın diye de ilişki devam ettirilmez. Ayıptır, günahtır. Kadın erkek herkes anne babasının gülüdür, (istisnalar sayıl¬maz) evinin çiçeğidir. Kimse idare edilmeyi hak etmez. Kimse sizin stepneniz olmayı hak etmez. Buna razı olsa bile yapmayınız. İstiyorsanız aldatınız, fakat sonra dö¬nüp ilişkinize bakınız ve bittiğini idrak ediniz. Ve ağlaya ağlaya, ağlata ağlata ilişki¬nizi kendi ellerinizle, o yumuşacık, suya sabuna dokunmayan tatlı ellerinizle bitiri¬niz. Merak etmeyiniz bu sizin insan oldu¬ğunuzu gösterir. Bol bol ağlayınız, sonra gülmesi daha zevkli olacak bunu da unutmayınız. Hepinizin gözlerinden öperim, (gülüyor.... pencereyi açıp uçup gidiyor.)....(salak)

Dost kalalım, böylesi daha güzel!
Dilek Önder - Gazeteci

Terk edememe sendromu erkeklere aittir. Onlar hem terk edemez hem de terk etmek istemezler. Mümkünse herkes onun hayatında kalsın yani.... Buna karşılık kadın kafaya koyduysa, bırakır.
Ama zordur. Adam iyi de olsa kötü de olsa, terk etmek zordur.
İyi olsa, adama yazık, kötüyse sana yazık... İyiyse o ağlar, kötüyse sen ağlarsın. Gerçi kötü adamı terk edemezsin çünkü o seni terk eder. En fenası da o konuşmadır. Hani, "Konuşmamız lazım"la başlayan... Ha, nasıl devam eder? Adam iyiyse, "Dost kalalım, böylesi daha güzel" Yok adam kötüyse, "Allah belanı versin, senin neyini sevdiysem?"le... Yine de bunların hepsi terk edilmekten iyidir!

Çok terk ettim, çok terk edildim"
Billur Kalkavan - Oyuncu

Ben çok terk ettim, çok da terk edildim. Terk edilenin canı yanar. Ama benim için bir ilişki bittiyse bitmiştir, uzatmaya gerek yok. Ben hemen söylenmesi taraftarıyım. Uzatmak doğru değil. Ben kendimi severim; bir adama karşı hislerim bittiyse onunla olmak beni sıkar, üzer... Terk edilenin mutlaka canı yanacak. Öyleyse ben kendimi neden sıkayım, söylerim biter. Ben üzüleceğime o üzülsün! Zaten üzülecek, ertelemenin oyalamanın hiç anlamı yok. Bir de şu var; bittiğini hissetmek ama bunu karşındakine söylememek hiç etik değil! Kimseyi o durumda bırakmamak gerek.

H2