Kendi işim haricinde yaptığım gönüllü ruhi destek çalışmalarım bünyesinde boş zamanlarımda kliniklerde yalnız insanlara son anlarında gönüllü refakatçilik ediyorum.

 

İnsanların son günlerinde, son anlarındaki konuşmalarından gerçekten de yaşam için alınacak çok ders var. Bu anlarda insanlar genelde geçmişlerinin muhasebesini yaparlar. Bu sohbetler genelde, şunu yaptım, bunu yaptım, keşke şunu şöyle yapsaydım, keşke onun kalbini kırmasaydım gibi "keşke" lerle dolu sohbetler olur.

 

Bu son nefes sohbetlerinden birkaç ders verici örneği sizlerle paylaşmak isterim:

 

Şeker hastalığına bağlı olarak iki ayağı kesilen ve böbrekleri de iflas eden bir teyzenin baş başa görüşmelerimizde son günlerinde söylediklerini aynen onun ağzından aktarıyorum: "Kırk yıldır burada gavurun pisliğini temizledim. Kendi işim, ek temizlik işleri derken ömrümü geçirdim. Parayı kıyamadığım için yaşadığım kentteki Olimpiyat kulesine bile çıkmak nasip olmadı. Şimdi İzmir'de yirmi dairem var ve şimdi ben bunların sefasını bile süremeden, damatlarıma bırakıp gidiyorum. Ben ne yaptım?"

 

Kendisine son anlarında refakat ettiğim annesini kaybeden bir hasta yakını ise bir süre sonra beni arayıp şunları anlattı: "Annem yıllarca Münih'te tek odada ömrünü geçirdi. Doğru dürüst yemedi, içmedi, gezmedi ve sürekli para biriktirdi. Onu kaybettikten sonra, geçenlerde memleketimizdeki koca evini boşaltmak üzere Türkiye'ye gittik. Eve girdiğimizde adeta şok olduk, dolaplar dolusu paketi açılmamış çarşaf takımları, tencere, porselen takımlarını ve hatta diş fırçaları bulduk. Hepsini ileride kullanırım diye saklamış, kıyamamış ve maalesef kullanamadan gitti. Bu olaydan sonra evime geldiğimde ilk işim dolaplarımdaki ileride kullanırım diye sakladığım tüm eşyalarımı paketlerinden çıkarıp kullanmaya başladım"

 

Hele bir cenaze yıkama olayı yaşadım ki aklımdan çıkaramıyorum. Türkiye'de oldukça varlıklı olduğunu duyduğum bir hastamız vefat edince, cenazesi kliniğin Müslümanlara özel cenaze yıkama yerinde yıkanıyordu. Serçe parmağında değerli taşı olan bir yüzük vardı ve bu yüzük parmakları şiştiği için çıkarılamıyordu. Yakınları öyle gömülmesini isterken hoca "kesinlikle olmaz, yüzüğün mutlaka çıkarılması gerekir" diyince atölyeden bir kesici kerpeten bulunup yüzük kesilerek parmağından çıkarıldı. O an şok oldum, Dünya kadar malın olsa da birkaç gramlık yüzüğü bile yanında götüremiyorsun. O halde niye her şeye "bu benim, bu benim" diyoruz. Hiç bir şey bizim değil, biz emanetçiyiz...

 

Bu duyguları Kahire müzesinde sergilenen ve firavunların kendileriyle birlikte gömülen som altından eşyaları görünce de yaşamıştım. Onlar da hiç bir şeyi yanlarında götürememişlerdi...

 

“İleride nasip olursa Çin seddinde yürümek isterim veya New York'ta Özgürlük abidesine çıkmak isterim" diyorsanız ve maddi durumunuz bugün müsaitse hiç durmayın Çin'e gidin, Amerika'ya gidin.

 

"Yaşlanınca Beytullah'a yüz sürmek istiyorum" diyorsanız ve maddi durumunuz bugün müsaitse hiç durmayın Hacca gidin.

 

"Biraz daha para biriktireyim, vatanıma dönerim" diyorsanız ve burada mutsuz iseniz üçe beşe bakmayın, hiç durmayın vatanınıza dönün.

 

Unutmayın, hayat oyununun senaryosunda bize yazılan rol sandığınızdan da kısa...

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA İNDİR!