Eriksson, yakın geçmişe uzanan bu mini retrospektif sergide, sivil itaatsizliğin üç farklı dünya kentinde; Sheffield, Berlin ve İstanbul’daki yansımalarını aynı zeminde buluşturuyor.

Derya Demir’in kurucusu olduğu Galeri Non, Tophane’deki mekânından sürpriz biçimde Galatasaray Mısır Apartmanı’na geçerek bu mekândaki ilk sergisini, çalışmalarını Berlin’de sürdüren İsveçli sanatçı Annika Eriksson’a ayırdı. “Bir Annika Eriksson Sergisi” isimli etkinlik, sanatçının da deyimiyle yakın geçmişe uzanan mini bir retrospektif.

Eriksson, Türkiye’deki sanat ortamının aşina olduğu bir imza. Yapıtlarında özellikle günlük durumların sosyal, kamusal, kentsel yansımalarını mikro ve makro düzeyde tartışmaya açan Eriksson, sergideki eserleri oluştururken özellikle “serbest dolaşım”ın yazılı olmayan, ama görünür olan detaylarını görselleştirmesiyle dikkat çekiyor.

Mitte ya da Tarlabaşı

Nitekim sanatçının İngiltere’nin kuzeyindeki Sheffield, Berlin ve İstanbul için ürettiği beş ayrı işi de bu yerel ama küresel zeminde ayrıntılarıyla hazmedilebiliyor.

İşte bu esnek parantezler altında izlenen işlerden biri olan “Wir Bleiben / The Last Tenants”, Eriksson’un bir dönem yaşadığı binayı konu ediniyor. 1755’te inşa edilmiş olan bina yüzyıllar boyunca ayakta kalmayı başarmış ve iki dünya savaşı atlatıyor.

Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından, binanın yer aldığı Mitte bölgesi hızla ticarileşerek dönüşürken bina da nezihleştirme sürecinden nasibini alıyor. Sanatçının bu yapıtı, binanın son sakinlerini, binadan ayrılmama ve hakları için verdikleri mücadeleyi konu ediniyor. Tam da bu noktada bu iş, kuşatılan ve kimliksizleştirilirken Tarlabaşı semti ve nicesini çağrıştıran duruşuyla öne çıkıyor.

Direniş ruhu

Eriksson, serginin genelinde de altı çizilen “sivil itaatsizlik” mefhumuna saygı duruşunda bulunan bu eserinde, binanın sakinlerinden kendi hikâyelerini anlatmalarını isterken bize de binanın portresini sunuyor. “Sergideki bu işte bir direniş ruhu olduğunu görebilirsiniz. Bu açıdan tek bir işte, gerek İkinci Dünya Savaşı, gerek Berlin Duvarı’nın yıkılışı, gerekse duvar sonrasını aynı zaman içinde tecrübe etmeniz mevzubahis” diyor.

Bu halin giderek teatral bir performansa büründüğü “Wir Sind Wieder Da / Yeniden Buradayız” yapıtında ise sanatçı, Punk cemaatini birer hayalet gibi karşımıza dikerek “Geri Döndük” mesajını veriyor. Yarım saatlik bu video projeksiyon, özel baskı siyah beyaz fotoğraflar ve sokak kokan afişlerle de filizleniyor.

Punklar ve kediler...

Sanatçı, bugünkü trajik atıllığı ile Taksim Atatürk Kültür Merkezi’ni anıştıran bir diğer modernite anti-anıtını ise “Maximum Happiness/Azami Mutluluk” adlı yapıtında devreye sokuyor. Sheffield’in üstünde görkemli bir kale gibi yükselen Park Hill Estate, şehrin simgesel yapılarından birisi olmasına rağmen perili bir evi andıran bir terk edilmişlik halinde karşımıza dikiliyor.

Eriksson, ölü bir yapıyı dirilterek tartışmaya açtığı bu kışkırtıcı işin üretim sürecinde Adnan Yıldız ve Egemen Demirci gibi Türk kökenli sanat profesyonelleriyle verimli bir işbirliğine gittiğini ifade ediyor.

Ancak Berlinli Punk cemaatiyle aynı dramatik kader ortaklığını yaşayan en önemli canlılar, sergideki kedilerle kendini gösteriyor.

İstanbul’dan yaşadığı yere bir kediyle dönen Eriksson, bu yapıtında “bir gecede yersiz yurtsuzlaştırılan” İstanbul kedilerinin dramatik bekleyişlerini sonsuzluğa kaydediyor. Eriksson “Harika İyi Yer” isimli bu çarpıcı işten şöyle bahsediyor: “Benim için sergideki en zor iş buydu. Kendilerine bir tür pozitif cemaat yaratan bu kedilerin durumunu fark ettikten sonra bölgeye giderek onları gece-gündüz görüntülemeye çalıştım ve kedilerin aslında Punklar ile yakın oldukları duygusuna kapıldım.

İstanbul’da da bir iş üretmeyi istiyordum açıkçası. Bu anlamda kedilerin olduğu bu işten bir fabl olarak bahsedebiliriz.”(Sergi 9 Aralık’a dek Galeri Non’da. )