Değerli Aydınpost okuyucuları sizleri bu hafta çok güzel  bir yerle tanıştıracağım, başlıkta da  gördüğünüz  gibi  Şimdi Marmaris Selimiye  moda, orayı  sizlere anlatacağım.

Dağını, taşını, doğasını anlatmaya sayfalar yetmez, Selimiye  seyahatimizde  yediğimiz içtiğimiz bize kalsın, gördüklerimi size  dilimin döndüğünce anlatmaya, yazmaya çalışacağım, umarım ki  keyifli  bir  yazı  olacaktır.

aydinavci882016.jpg

Aydın'dan  yola  çıkıp  vardığımda deniz havası  akşam serinliğine bürünmüş, Marmaris  Selimiye  Köyü'ne  uzanan 2.5 saatlik yolculuğumuz ardından Selimiye'ye  varıyoruz, konaklama yapacağımız  otelimize  yerleştikten sonra yolculuğum boyunca kafamdaki  tek soru gideceğimiz  yerin  bu kadar  yola değip değmeyeceği, zira büklüm büklüm yollar ve zifiri karanlık nedeniyle  biraz  sıkıntılı  geçti. Sizlere  tavsiyem  böyle  yerlere  gidilecek ise   sabah yani  gündüz  gözüyle  gitmek daha  güzel  olur. Ancak  otelime  yerleştikten sonra  yol boyunca  çektiğim tüm sıkıntılar  bir  anda  aklımdan siliniverdi. Mis gibi  çiçek kokuları, üzerimizde  çıplak  gözle  görebildiğimiz, belki binlerce yıldız ve müthiş sessizliği bozan dalga sesleri...  İnsan  başka  ne ister ki  hayatta! İnsan  başka ne ister deyince akla geliyor, elbette ki başka insanlar da  ister insan. Ama güler  yüzlüsünden. Bir şeyler öğrenebileceği ya da  öğretebileceği birilerini ister. Kaldığım  otel  sahipleri aradığım insanlar oluyor, ve bir  turizmci  olarak çok seviniyorum. Özellikle biri  var ki anlattığı  hikayeler ve  arada ikram ettiği  bitki çayları ve reçeller ki hepsi  bahçelerinin mahsulü, seyahatimin en güzel detaylarından. İlk gecemize  dönelim. Nemsiz ılık bir hava, taze demlenmiş çay, iskelede, tenekenin içinde yana ateş. Ayın çoktan batmış olmasından mütevellit yıldızlar aşağı düşecekmişçesine parlıyor. Öğrendiğim kadarıyla ziyaretimizden  birkaç gün önce meteor yağmuru varmış.

"Kaçırdık" diye hayıflanıyorum. Bir gökyüzüne bakıyorum, bir de gökyüzünden daha karanlık olan denize; bir türlü doyamıyorum, yol  yorgunu olduğum halde çaylarımızı hüpletip odama  istemeye istemeye  çekiliyorum, buralarda  bungalov evler   var, Her şey  doğal her şey tertemiz.

Selimiye'de ilk sabah; Ertesi sabah mis gibi  bir havaya uyanıyoruz. Hava nemsiz, sıcak ama boğucu değil, ferah ama soğuk değil, Organik reçel, yumurta, zeytin tereyağı, domates ve çeşit çeşit peynirlerle  doyuruyorum karnımı. Bu mis  gibi havada, cennet gibi bir ortamda ve katıksız yiyeceklerle pırıl pırıl oluyoruz. İnsanoğlu  kuş misali diyoruz. Dün bu saatlerde  nerede neler yapıyorduk ama şimdi olduğumuz yere bak diye düşünürken keyfim ikiye katlanıyor. Derken kaptan  sesleniyor; ‘’Haydi tekne tur’’ koşa koşa  yetişiyorum tekneye ve tabiat ana güzelliklerini beklemediğimiz kadar cömert bir şekilde sergiliyor! Dik kayalıklardan oluşan Korsan adası ve buraya tırmanan keçiler, Aşk Adası, Manastır Adası ve adını bilemediğim diğer birçok ada daha, Adeta büyüleniyorum. Datça'ya  da uzaktan  bir selam çakıyorum, ne de olsa komşu! Selimiye’ye, Simi  adası da öyle, ben şahsen turizmci olduğumdan  deniz sezonunu açmışımdır. Ve AŞK ADASIN'DA  Deniz'e  giriyorum, inanın ki  deniz çok güzel ve temiz ve yerin 20 metre  olduğu  söyleniyor, denize  girdiğim andan  itibaren  çıkmak nedir bilmiyorum, Kaptanımız molayı bile  uzatıyor.

Tatlı  zamanı; Tekne  gezimizin sonuna doğru meşhur bir tatlıcıya kaptanımız tarafından gideceğimiz söyleniyor, Selimiye  Köyü'nün merkezinde, Paprika adında bir yer. Söz konusu  tatlı olunca durur mu insan, koşa koşa gidiyoruz tabii. Burada yediğim çilekli ve çikolatalı "Magnolia" adındaki tatlı insan hayatında bir dönüm noktası olamaya  aday. Şahsen o tatlıdan sonra başka tatlı beğenmiyorum, yiyemiyorum. Bu tatlı maceramızın sonunda otelimize dönüyor ve biraz dinlendikten sonra  akşam yemeğini beklemeye koyuluyorum. Bu seyahatimin en güzel yanı, beklediğiniz her şeyin,  beklediğinize  değmesi! Akşam yemeği de öyle. Taze otlar mı dersiniz, deniz mahsulleri mi dersiniz, salatalar, mezeler mi dersiniz, en güzelleriyle dolduruyoruz midelerimizi. Yemek sonrası çaylarımız, kahvelerimiz de tabi ki müesseseden. Meyveler mi? Onlar da bahçeden!

Bayırköy, olmuş Saklıköy! Son güne uyanacak olmanın üzüntüsüyle  odalarımıza  yataklarımıza çekiliyoruz. Ertesi gün biraz yorucu ama müthiş bir gün yine bizi bekliyor ne de olsa! Sabah  yine mis gibi  bir güne uyanıp kahvaltımızı ve deniz sefamızı yaptıktan sonra Selimiye'ye yaklaşık  yarım saat mesafedeki  Bayırköy'e gidiyoruz. Öğreniyorum ki burada ‘’Hanım Köylü" adlı dizi çekiliyormuş. O nedenle köyün girişine "Saklıköy" tabelası  iliştirmişler hikâyeden. Zaten köye vardığımda da görüyoruz ki her yer rengârenk! Dizi için köydeki binalar renk renk boyanmış bakımlar yapılmış. Bunların dışında Bayırköy'ün meydanındaki 1800  yıllık çınar ağacı dikkatimi  çekiyor. Ağacın altında haliyle "Çınaraltı" adında  bir köy kahvesi var. Yakından gidip bakınca görüyoruz ki o  gösterişli ağacın içi  bomboş, adeta  bir kovuk. Sonra asıl merak  ettiğim tarihi eski yağhane'yi görmeye gidiyoruz. Yağhane'nin kurucusu Hamitoğlu Mehmet Alper bey'in torunu karşılıyor  bizi zeytin. Kekik, ada çayı vb. bitkilerin yalnızca yağı değil, saf suyu da çıkarılıyor. Sağlık Yaşam meraklılarını böyle  alalım, İster için, İster vücudunuza sürün. Anlayacağınız   Selimiye'de  dolu dolu  2 gün, Selimiye  köyü Muğla ilinin Marmaris ilçesine bağlı, ilçe merkezine yaklaşık 35 km uzaklıkta. Deniz kıyısında Türkiye’nin önde gelen Yat limanlarından, Sığ liman   koyu da  Selimiye’de  bulunmaktadır. Marmaris’ten Datça Bozburun, Bördü bed Hisarönü, meşur bükleri  SELİMİ'YE…

İmkânlar dâhilinde  görülmeye değer yerlerdir.