Yaklaşık yüzyıldır kanayan yara olan bir sorunu daha demokrasimizi güçlendirerek çözme aşamasına geldik.

Savaştan sonra devleti yeniden kurarken yaptığımız hatalardan merhale merhale kurtuluyoruz.

Bölgemizin siyasi sınırlarını çizen egemenlerin, bölge halklarına bıraktığı fitne topu nihayet anlamını yitirmeye, buharlaşmaya başladı.

Kürtleri Lozan’da çok doğru bir şekilde davranarak “Azınlık” olarak kabul etmemiştik.

“Onlar bizimle aynı dinden ve müslümandır, ayrımız gayrımız yoktur” demiştik.

Yani “Din kardeşliğimizi” referans almıştık.

Kürt beyleri ve alimleri Türklerden ayrılarak devlet kurmaları yönünde yapılan teklifleri “Biz Türklerle beraber yaşayacağız, biz müslümanız” diyerek reddetmişlerdi.

Daha sonraları devleti idare edenler dayatılan hangi şartlara boyun eğdi bilemem..

Bilinen bir şey var.

O da devletin, milletin yaşam tarzına ve değerlerine yönelik bir dizi çalışmalara gittiğidir.

Bunun devlet katında adı “Modernleşme, Medenileşme ve dolayısıyla Batılılaşmadır”

Bu tercih anadolu coğrafyasında yaşayan müslüman halk tarafından ciddi itiraz görmüştür.

Yani yapılmak istenen itibar görmemiştir.

Bu konu tarihçilerin, sosyologların ve siyaset bilimcilerinin konusudur.

Doğruluğunu ve  yanlışlığını tartışmak ayrı bir fasıldır.

Bildiğimiz bir şey var.

Bu coğrafyada devlet gücüyle “İnsan üretme çabası” devletle milletin arasının  açılmasına sebep olmuştur.

Milletimiz, devletin yaptıklarını beğenmediğini “Serbest Fırka” tecrübesiyle işaret etmiştir.

1946’lardan itibaren sandık yoluyla millet, bu çatışmanın sebep olduğu yarayı kapatmanın gayretindedir.

Millet, kendisine dayatılan “Terbiye etme” tavrına isyan etmektedir.

Yıl 2015 olmuş biz hala 1920’ler de içimize ekilen “Fitne tohumlarını” temizlemekle meşgulüz.

İmparatorluk bakiyesi ve halkı müslüman olan bu coğrafyada “Etnik tek tipleştirme” çabası en büyük fitnedir.

Zaman zaman bedeller ödediğimiz “Mezhebi ayrımcılık” ikinci büyük fitnedir.

Artık bu fitnelerden ve kendi öz gücümüzü heder eden bu anlayışlardan vazgeçme zamanı gelmiştir ve vazgeçmek zorunluluktur.

Asırlardır milletimiz arasında mesele olmayan farklılıklar üzerinden yapılan oyun ve kurulan tuzaklardan beslenenlerin elinden bu imkan alınmalıdır.

PKK örgütünün lider tarafından yapılan “Silah Bırakma” çağrısıyla yıllardır bizi meşgul eden ve hesabı imkansız zararlar veren, bu şiddet ve terörün beslendiği “Kürt Sorununu” kalıcı çözüme kavuşturalım.

Yeni dönemde milletimizin ihtiyaç duyduğu “Yeni Anayasa” yapılarak, Türkiye geleceğe daha güvenle bakmalıdır.

Anadolu coğrafyası ve bölge halklarıyla kuracağımız demokratik ve stratejik ittifaklarla elde edeceğimiz güçle, hareket etme imkanlarını oluşturmalıyız.

Bu gücün kıymetini bölgenin insanına anlatmalı, onlarla ittifaklar kurmalıyız.

Bu çağrı, milletimiz için büyük bir fırsattır.

Bu fırsat, bölge insanlarının menfaatine olacak şekilde değerlendirilmelidir.

Gün verilen canların hesabını yapacağımız gün değildir.

Gün, “Helalleşme” günüdür.

Acılarımızı yüreğimize gömme günüdür.

Kendimizi hatasız ve kusursuz, karşı tarafı günah keçisi yapma günü değildir.

Devlet bir yandan yüreği yanan insanlarımızı teselli etmeli, bir yandan bu kirli, savaşı bitirecek adımları atmalı, barışı kurmalıdır.

Kan davası gütmek devletlerin işi değildir.

Yeni dönemde bizi adam yerine koyan, seçtiklerimizin karar alma ve çalışma yeteneklerini artıran, her yurttaşın adil ve eşit muamele gördüğü “Anayasa” mutlaka hazırlanmalıdır.

Yeni Anayasayla millete yaşam tarzı, resmi  ideoloji dayatmamalı, milletin geleneklerine, inançlarına, özlemlerine ve tercihlerine saygı gösterilmelidir.

Bilmeliyiz ki, “Büyük Türkiye” küçük hesaplarla ve iç kavgalarla inşa edilemez.

“Büyük Türkiye” içeride ve bölgede kuracağımız dostluk ve demokratik zeminde kurulup yükselecektir.

Yapılan bu çağrı önemlidir ve küçük siyasi hesaplara feda edilmemelidir.

Hiç bir taraf bu işi “ama, fakat, lakin” diyerek sulandırmamalıdır.