Ekonominin çökmesinden, barajların kurumasından, terörden nükleer silahlardan, savaşın çıkmasından, felaketlerden korkuyoruz. Bu kadar korkunun olduğu yerde gerçekten hayatı yaşayabiliyor muyuz acaba? Birbirimize sarılmak varken kalkanlarımızı kuşanmak nasıl bir ironidir?

Kozmetik reklamlarında o kremi kullanmazsak yüzümüzde kırışıklıklar olacağı ile korkutulduk. Çocukken yaramazlık yaptığımızda televizyon izlememek veya sokağa çıkamamakla korkutulduk. Ya da iğneci amcanın gelmesiyle, hasta olmakla korkutulduk. Korku kültürüyle büyüdük ve korkularımız bizi yönetiyor. Henüz başımıza gelmemiş bir şey yüzünden bugünü zindan ediyoruz kendimize. Sağlıklı yaşarken ölümden, sevdiklerimizin yanındayken onları kaybetmekten korkuyoruz. Korktukça çok daha kolay yönlendirilip hayallerimizden vazgeçiyoruz.

Korkular, rutinde kalmak ihtiyacından doğar. Hiçbir şeyin bozulmasını, değişmesini istemediğimizden daha çok korkarız. Korkularımızla yüzleşmeyip, anlamaya çalışmazsak, onlarla yüzleşecek cesaretimiz olmazsa korkular bizi, geleceğimizi ve hiçbir şeyimizi bırakmayacaktır. Korkular mapushanesinde ceza müebbettir ve demir parmaklıkları kırmadığın sürece özgürlüğünü unutmaya mahkumsundur. Anı yaşamamıza engel olduğundan bize kazandırdığı bir şey olmadığı gibi korktuğumuzu düşündükçe başımıza da getirebiliyoruz. Farkında olmadan var olan korkularımıza yönelik davrandığımızdan öyle koşullar ortaya çıkarıyoruz ki kehanet kendisini gerçekleştiriyor.

Yaşamayı unuttuk, korkulardan kaçarken daha çok sarıldık korkulara aslında. Oysa yaşamın güzelliği, bilinmezliğinde. Kuralların dışına çıkmak, hayaller kurmak, yeni adımlar atmak bizi tedirgin eder hale geldi. Alışık olduğumuz şeyler bizi yerinde saymaya, geride kalmamıza neden olurken, yeni şeyler yapmak öğrenmemize, gelişmemize, ufkumuzun açılmasına, dolu dolu yaşamamıza, öz güvenimizin artmasına neden olacaktır. Suya hiç atlamasaydın yüzmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu asla bilmeyecektin mesela. Büyüyüp gelişmek için kendi kabuğundan çıkıp eşiği atlaman gerekir.

Ölümdür korkularımızın temelindeki. Ölümü kabullenip barışırsan kendini yaşama bırakabilirsin, yaşayabilirsin. İnsanların çoğunluğu 1 saat sonra öleceğini bilse bastırdıkları dürtüleri, duyguları açığa çıkartacak bunca zaman uğraşıp oluşturduğu saygınlığı bir kenara bırakarak. Ölümü akla getirmek iyidir. Sahip olduğun, korumaya çalıştığın şeylerin geçici olduğunu sana hatırlatır. Bundan daha ağırı, yaşamadığının farkına varmaktır.

Yaşamında mutluluğu da hüznü de acıyı da sonuna kadar yaşayacaksın. Yaşayacaksın ki farkındalığın, derinliğin artsın. Acıyı hiç yaşamamış bir insan yüzeysel, sığ, sıradandır. Ölüm kadar acıların da sevilmesi gerekir bize kattıkları için. Korkuların yaşamımızı elimizden almasına olanak sağlamadan seçimimizi ona göre yapmamız gerekir. Pavlov'un köpeği, insanlığın deneyi olmuştur aslında ama öğrenme konusunda korkudan daha çok sevginin daha etkili olduğu görülmüştür insanlar üzerinde. Korkarak veya korkutarak karşı tarafta durmak yerine severek yanınıza almanın ne kadar etkili olduğu azımsanmayacak bir gerçektir.

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınkonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg