İTÜ Türk Müzigi Konservatuarı öğretim üyesi ve Kemençe Anasanat Dalı Başkanı olan İhsan Özgen, kemençe, tanbur ve lavta ustası ustası olarak Klasik Türk Müziği yanında Modern Türk Müziği alanında ustalığını konuşturmakta olup, kemençe, tanbur ve lavta çalış teknikleri ve tarihleri konusunda ders vermektedir.
Adının Türk Musıki tarihinin ustaları arasında yazıldığını yaşarken görme bahtiyarlığına sahip olan nadir müzisyenlerden olan İhsan Özgen, Tanburi Cemil Beyi en iyi yorumlayan sanatçı olarak tanımlanıyor.
SADECE HİSSETMEDİ, YAŞADI!
Sanatının icrasını yaşamla besteleyen adam olarak tanımlanabilir İhsan Özgen çünkü sanatı anladığı ölçüde, yaşadığı kadarıyla ifade etmeye çalışmış ve duygularını da bir kitapla ölümsüzleştirmeyi ihmal etmemiş, Sanat tutkununun; sanatını yaşama, yaşamını sanata çeviren öyküsünü okuyacağınız "Sanatı Yaşamak" kitabı, mutlaka sizde de dokunacak bir bam telini bulacak.
“Düşünceler ve yaşananlar! Çoğu kez biri diğerinin sonucu olmuştur. Yazılarım, sanatın yaşanmasına ilişkin düşünceler içerdiği kadar, yaşananların da sanatın ta kendisi olduğunu ima etmektedir. ” diyor İhsan Özgen, Yapı Kredi Yayınları"ndan çıkan "Sanatı Yaşamak" adlı kitabında…
İhsan Özgen"in sanat yaşamı Adana"da, Adana için küçük, kendisi için büyük bir evde başlamış, müzisyen bir babanın yanında biri söylemeye diğeri çalmaya meraklı iki kardeşten bir tanesi… 1942 yılında Şanlıurfa"da doğan Özgen, erken yaşta müzik ve resime merak sarmış. 25 yaşına gelip yüksek okuldan mezun olduğunda, yeteneği ve ilgisi sayesinde TRT İstanbul radyosunda profesyonel müzisyen olarak başlamış Başarısı bununla sınırlı kalmayan Özgen, konserleri, seminerleri vb ile yaylı çalgılar konusunda hatırı sayılır uluslar arası başarılara imza atmış… Müzik yeteneğinin yanı sıra resim alanındaki becerilerini de geliştiren Özgen, birçok ünlü ressamın atölye çalışmalarında bulunmuş… Bir dönem müzik konusunda University of Southern California Üniversitesi"nde dersler veren Özgen"in mahareti Türkiye sınırlarıyla sınırlı kalmamış…
Özgen"in kendi ifadesi ile arkadaşların ısrarı sonucu 1 yıl gibi uzun ve yorucu çalışmanın sonunda bu kitabı çıkardığını söylüyor.
Kitabı okurken karşınızda Özgen"in sanat serüvenine ilişkin yaşanmışlıklarına dair izlere rastlarken kimi zamanda sanatçı kişiliği ile boy gösteriyor…
Sanatın nasıl olması gerektiğini anlattığı kitabında bazı düşünceleri, bazen sitemleri; zaman zaman kararsız kalmışlığı satırlarda okuyucu bekliyor.
Yaklaşık 150 sayfalık kitabı okurken kitabın ilk bölümündeki eğitici, öğretici yaklaşımı ve Özgen"in sanata ilişkin düşüncelerini okurken diğer yarısında dimağlarda farklı bir tat bırakan sanatçının anılarını okuyacaksınız…
Sanat bahsine ilişkin düşünceleri anlatan Özgen, madde olmadan sembol olmadan sanat olmaz derken düşüncelerini şöyle sıralıyor: Somut, maddenin çıplak gözle bakılan varlığına ait bir kavramdır, soyut ise maddenin sembolleşen görünüşüne aittir. Madde olmadan sembol, semboller olmadan sanat var olamaz… Resmin deseni ile ona model olan maddenin deseni aynı mıdır? İşte bu noktada, bir ayrım söz konusudur ki bu ikilem sanatını açıklayan, tarif eden, onu maddeden farklı kılan birinci ögedir… Ama sanatın bazı kuralları asla değişmez. Mutlaka sizin eserinizde gerçekleşecektir, şu ya da bu ölçüde… Biçimler üzerindeki pitoresk(resimsel) değerleri keşfetmek de sanatın kendisidir aslında…. Bana göre güzellik tek başına sanatı temsil etmiyor artık; onun yerini anlatım almıştır… Resim, şiir ve müzik yapısal olarak içeriğinde mutlaka nesnel değerler barındırdıkları halde sanat değeri taşımaları için bu nesnelerin soyut kavramlara dönüşmesi gerekir. Tersine soyut dediğimiz sanatın kaynağı dolaylı olarak somut şeylerdir; doğadaki sesler, nesneler ve yaşam… ”
Sanatın anonim olmaktan çıkıp git gide bireyselleştiğini ifade eden Özgen bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “sanat git gide anonim olmaktan çıkıp bireyselleşmeye başlıyor. Sanatçı, kişiliğini ararken kendi dışında belirlenen bu kavramın ortak kurallarına da uymak zorundadır. Sanat kendisini yaratan insandan farklılaşarak ayrı bir zaman haline geliyor, insana bağlı olduğu kadar da bağımsızlaşıyor… Sanat zalim, acımasız, dediği dedik, kuralcıdır. En ufak bir sapmaya tahammülü yoktur. Hep kendisini kollar. Dışına çıkıldığı zaman çürük meyve gibi olur. Hep kendisini düşünür sanat. Sanatçı mahkumdur ona, yaşamını ona göre düzenler… Sanatçı sanatın emrinde köleleşirken topluma karşı da kendisini korumaya çalışır. Kendisine özel bir yaşam biçimi seçmek zorundadır. Sanatçıyı anlaşılmaz kılan da budur… ”
Şehre ilişkin yakınmalarını dile getiren Özgen, kişilikleri ve sanatları ile şehrin kültürlerini yansıtan insanların nerede olduğunu da sorar “Şimdi, edebiyatçıları, ressamları, müzisyenleri nerede bu şehrin? Nerede toplanırla , devam ettikleri yerler var mıdır eskiden olduğu gibi? Aralarında sohbet var mıdır?”
Bu kitabı yazma gerekçesini de açıklayan Özgen, şöyle diyor kitabında; “Elinizdeki bu kitap, sanatı anladığı ölçüde, yaşadığı kadarıyla ifade etmeye çalışan bir sanat tutkununun düşüncelerini sizlerle paylaşmak için kaleme alınmıştır… Müzik zamanla birlikte akıp gider, bir süreçtir, inişli çıkışlı yolları vardır, maceradır müzik. Onu durduramazsınız, tıpkı yaşam gibi, çekip alamazsınız hayatın içinden…”
Niyazi Sayın"la Tanburi Cemil hayranlığını, Türk Musikisi"ndeki çok sesliliği, Santa Cruz günlerini, müzikte ifade kavramını, radyo musikisi anlayışını, sanatçının yalnızlığını, Balkan ülkelerinde müzik çeşitliliğini, müziğin dünyaya açılması gerektiğini, Bethowen, Mahler gibi ünlü müzisyenleri, eski sesleri ve hatta sanat eserlerinin korsanlarına kadar birçok konuyu kitabında işleyen kitabında; Özgen"in sanatın içinde sanatla bir arada sürdürülen yaşamına şahit olacak, sanata bir de onun gözüyle bakacaksınız