İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji, Beslenme ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mücahit Özyazar, yaptığı açıklamada, günlük sağlıklı beslenme programlarında 3 büyük öğün, 2 veya 3 ara öğünün önerildiğini, bu öğünlerin her besin grubunu dengeli bir şekilde ihtiva etmesi ve günde en az 2-3 litre su içilmesi gerektiğini söyledi.
Özyazar, ramazan ayında oruç nedeniyle bu şekilde günde 6 kez beslenmenin olmadığını hatırlatarak, ''Bu nedenle besin gruplarını dengeli ve kilo aldırmayacak şekilde iftar ve sahur saatleri arasında yavaş bir şekilde tüketmeliyiz. Sulu besinlere önem vermeliyiz'' dedi. Gün içinde yemek yenmediği için iftar ve sahur yemeklerinin daha abartılı bir şekilde ve kalorisi yüksek besinlerden seçildiğini, bu beslenme şeklinin hem kilo aldırdığını hem de ciddi sağlık problemlerine neden olduğunu anlatan Özyazar, şunları kaydetti:
''Ramazan, müslüman toplumların ibadet ve sağlıklı beslenme dönemi olmalıdır. Sağlıklı olan herkes oruç tutabilir. Bu dönem, hem ibadet hem de vücudumuzu dinlendirmek için bir fırsat olmalıdır. Dengeli ve her besini ihtiva eden besinlerle beslenmek bizi daha zinde tutar. Ramazan ayında yanlış beslenenler en çok yorgunluk, halsizlik, üşüme hissi, uykuya meyil, baş ağrısı, dalgınlık, dikkatsizlik, çalışma isteksizliği, mide ağrıları ve kabızlık şikayetlerinden yakınır.''

Ramazanda kimler oruç tutmasın?

Özyazar, özellikle kan şekeri yüksek olan şeker hastaları, inisülin ve çok sayıda ilaç kullanan şeker hastaları, kalp hastaları, günde 2-3 kez çeşitli tansiyon ilacı alan hastalar, hamileler ve emzikliler, ağır böbrek hastası olanlar, ağır enfeksiyon geçirenler, ciddi mide ve bağırsak problemi olanlar, ağır solunum yetersizliğinde olan hastalar, çok ağır işlerde çalışanlar ve kan şekeri çok düşük olanların ramazanda oruç tutmamasını tavsiye etti.
Ramazan ayında yapılan yanlışlardan birinin de sahurda yemek yemeyip veya gece yatmadan önce yemek yeyip kişinin güne daha halsiz ve enerjisi bitmiş bir şekilde başlaması olduğunu belirten Özyazar, açlık kan şekeri daha erken düştüğü için böyle bir beslenme şeklinin asla önerilmediğini söyledi. Özyazar, ramazanda önerilen beslenme şeklini şöyle açıkladı:
''Sağlıklı beslenme düzeni ramazan ayı boyunca da titizlikle uygulanmalıdır. Her çeşit besin grubundan makul ölçülerde sofrada bulundurulmalıdır. Bu besinler tüketilirken yavaş ve sindire sindire tüketilmelidir. Ramazanda yapılan yanlış uygulamada iftar ve sahurda acıkma korkusu ile aynı öğünde et, sebze çeşitleri, makarna, pilav, salata çeşitleri, pide ve ekmek çeşitleri, özellikle beyaz ve tuz miktarı fazla olan ekmekler, tatlı çeşitleri, aşırı meyve suları, yoğurt gibi besin grupları bir arada alınınca metabolizmaya ilave bir enerji birikimi sağlanmakta ve ramazan sonunda daha mutsuz ve kilolu olunmaktadır.
İftarda boş mideye birden bire yüklenmeyelim. Ağırlık ve gaz yapıcı etkileri olan besinleri hemen tüketmeyelim. Yavaş yavaş ve sindirerek yiyelim. Örnek olarak iftara bir küçük kase ev yapımı, tuzu fazla olmayan sebze veya domates çorbası ile başlayalım. Daha sonra küçük bir kase az zeytinyağı ilave edilmiş karışık yeşil salata tüketelim. Lütfen bu noktada 5-10 dakika yemeğe ara verelim. Daha sonra yağlı olmayan, dana eti tercihli sebze yemeği tüketelim. Bu noktada biraz kalkıp ev içinde dolaşalım veya başka şeylerle ilgilenelim. Tatlı hissi varsa bir porsiyon meyve ya da 2-3 tane kayısı veya 8-10 tane lifi bol olan kiraz tüketelim. Meyve yerine bol miktarda tatlı yenmesi 1-2 saat içerisinde inisülin miktarımızın hızlı bir şekilde artmasına, bu nedenle tekrar daha yoğun bir şekilde acıkmamıza ve sahur süresince sabaha kadar yemek yememize neden olmaktadır. Susama mevcut olduğundan 1-2 bardak ev yapımı ayran yavaş yavaş tüketilebilir. Glisemik indeksi düşük olan, yani alındıktan sonra hızlı bir şekilde kan şekeri ve inisülin miktarının yükselmesine neden olmayan besinler ideal besinlerdir. Sebzeler, makul miktarda yağsız et çeşitleri, haşlanmış yumurta, süt, az yağlı peynir çeşitleri (doymuş yağ ihtiva ettiği için maksimum 60 gram) olmalıdır. Patates, havuç, fazla miktarda bezelye ve fazla miktarda kuru baklagil ve tatlılardan uzak durulmalı. Tatlı tüketilecekse de sütlü tatlılardan küçük bir porsiyon vaya baklava alınacaksa küçük bir parça tüketilmelidir. Muz yenecekse yoğurt veya az yağlı süt ilave edilmelidir. Böylece glisemik indeksi daha alt değerlere indirilmiş olmaktadır. 10 tane çileğin yanında 1-2 çorba kaşığı az yağlı yoğurt alınabilir. Salatalığın kalorisi hem düşük hem de bol su ihtiva ettiğinden yenmesine özen gösterilmelidir. Mide hastalığı, reflüsü olanlar çiğ yiyeceklerden mümkün olduğunca uzak durmalı ve mümkünse sebzeleri salamura şeklinde tüketmelidir.''

Sahurda asla abartılı bir şekilde beslenilmemesi gerektiğini vurgulayan Özyazar, ramazanda ağır egzersizler yapılmaması gerektiğine işaret ederek, ''Açlık nedeniyle kan şekeri hızlı bir şekilde düşeceği için geriye dönüşü olmayan kalp ve beyin hasarları olabilir. Bu nedenle iftardan 1-2 saat sonra evde veya dışarıda hafif yürüyüş şeklinde 20 dakika egzersiz yapılabilir. Bu durumda da mutlaka su içmeye özen göstermeliyiz. Namaz kılmak en önemli egzersizlerden biridir'' şeklinde konuştu.

Kalp damar sağlığı açısından ramazan ayı

Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Klinik Şefi Doç. Dr. Ahmet Akgül de ramazan ayının kötü alışkanlıkları engellediği için hem vücut hem de ruh sağlığı için eşi bulunmaz bir süreç olduğunu dile getirerek, bu dönemde yalnızca kalp ve damar sağlığı açısından sigara içilmemesi, damar tıkayıcı ve kolesterolü yükselten alkol kullanılmaması ve meze yenmemesi ile yemek yemede ölçülü olunmasının önemine işaret etti.
Ramazan ayında insanlara iyilik yapmanın ve ibadet etmenin ruh sağlığı üzerinde de olumlu etkileri olduğunu kaydeden Akgül, ruh sağlığının iyiliğinin de gereksiz stres hormonlarının salınımının azalması, kalp ve damarların yıpranmaması anlamına geldiğini söyledi.
Ramazan ayı yaklaşırken tüm hastalıklarla ilgili hem halkın hem de hastaların kafalarında soru işaretleri bulunduğuna dikkati çeken Akgül, özellikle kalp damar sağlığı açısından hasta veya sağlıklı bireylerin devamlı olarak ''Oruç tutabilir miyim?'' veya ''teravih namazına gidebilir miyim?'' diye sorular sorduklarını anlattı. Bakara Suresi'nde yer alan ''Hasta ya da yolculukta olanlar tutamadıkları gün sayısınca diğer günlerde tutarlar'' ayetine atıfta bulunan Akgül, şöyle devam etti:
''Bu soruların cevabı hem tıbbi hem dini olarak ayrılmalı diyemeyiz. Çünkü birey ve yaşam tektir ve tatmin edici gerekli cevaplar verilmelidir. Konu hem tıbbi hem de dinidir. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrasına ilişkin inançlarına da sahip çıkması açısından doktoru tarafından tatmin edilecek cevaplara ihtiyacı vardır. Eğer cevaplar yerindeyse iyileşme süreci başlar ve soru işaretleri yok olur. Kalp damar hastalıklarında hastalık yalnızca şikayetlerin başladığı dönem değil, aynı zamanda ameliyat sonrası iyileşme sürecini de içermektedir. Hastalarımız ameliyat olduktan sonra kendilerinde 'hastalık bitti' olarak düşünüp, direkt alışageldikleri hayata dalmak isterler.''
Ramazan ayında kalp ve damar hastalıkları için ne tür risklerin olacağına da vurgu yapan Akgül, oruç ile ilgili ayetlere atıfta bulunarak, ''Hastalık durumunda daha sonra oruç tutma ayetleri varken, hastaların kalp ameliyatı sonrası 'Oruç tutacağım' demesindeki düşünce duygusal olarak alışılagelmiş bir kültürdür'' dedi.

En az 3 litre su içilmeli

Sağlıklı bir bireyin özellikle sıcak günlerde en az 3 litre su içmesi gerektiğini dile getiren Akgül, şöyle devam etti:
''Su içilmezse kandaki su oranı düşer ve pıhtılar gelişir ki, kalp krizi, damar tıkanıklığı, varis tıkanıklığı kaçınılmaz olur. Eğer kişi aynı suyu iftar ile sahur arasında alıyorsa olabilir ama hastalar iftardaki o mükellef yemekten sonra su almayıp uykuya geçerlerse, kandaki kolesterol düzeyi hızlıca yükselmekte, inisülin direnci gelişmekte ve tüm damarlarda tıkanıklıklar artmaktadır. Zaten bu hastalar fazla hareketli olmadıklarından, hastalıkları gereği tüm yedikleri kanda kolesterol olarak birikip damar tıkanıklığına yol açar. İster ameliyat olsun, ister olmasın damarları tıkanmaya adaydır. Damar tıkanıklıkları yalnızca kalp krizine yol açmaz, şah damarı ve boyun damarları tıkanıp felçlere, bacak damarları tıkanıp bacakların kaybına, varisi olan hastalarda daha fazla olmak üzere toplardamar tıkanıklıklarına yol açabilir. Kalp damar hastaları sürekli ilaç kullanmak zorundadır. Bazıları günde 3 kere alınmalıdır. Bu 8 saatte 1 demektir ki birçok oruç tutan hasta buna uyamamaktadır. Kalp krizi geçiren veya kalp ameliyatı olan tüm hastalarım oruç tutmak için ısrar ederler ve onay beklerler ayrıca yalnızca oruç değil teravih namazı da kılmak istiyorlar.''
Kalp ameliyatının zorluklarına da dikkati çeken Akgül, ''Yeni kalp ameliyatı olan bir hastanın göğüs kafesini önde birleştiren kemik, ameliyat sırasında ortadan ikiye ayrılır. Robotla hiç kesmeden veya yanlardan çok az kesiyle de bu ameliyatları yapmamıza rağmen genel olarak kalp ameliyatında ortadaki kemik kesilmiştir. Hasta yaklaşık 1-1.5 ay boyunca bu kemiğin kaynamasını kolaylaştırması için dikkat etmelidir. Yaşlıysa, kemik erimesi veya şeker hastalığı da varsa bu iyileşme süreci uzar. Bu esnada sağa veya sola ayrı yük vermek hastanın kemiğinin oynamasına, sonuçta 'mediastenit' denilen, ölümle sonuçlanabilecek iltihapların gelişmesine yol açar. Yani teravih namazları bu dönemde riskli olabilmektedir'' diye konuştu.
Akgül, kalp damar hastalığı olanların oruç tutmaları konusunda da ''Kalp damar hastalığı olan veya yeni ameliyat geçiren hastaların, hastalık geçene kadar belirli bir süre ibadetlerini kaza, yani sonraya bırakmaları beden sağlıkları, sağlıklı olunca da ibadetlerini yapmaları ruh sağlıkları açısından önemlidir'' dedi.