Değerli  Aydınpost okuyucuları, bu hafta  sizler  burnumuzun dibi olan  Rodos'a götüreceğim, Kurban bayramında buralar çok güzeldir ve bence  gidilmesi, görülmesi gereken bir yerdir.

Bazı insanlar  vardır hayatımızda, mesela bir koku, geçmişten güzel bir anı canlandırır kafamızda ya da küçük  bir eşya... Bazı insanlar vardır yüzü tanıdık gelen   ama nereden tanıdığımızı bilemediğimiz. Bazı yerler vardır; bir ev, bir ağaç, bir köşe, bize geçmişi hatırlatan, hayatımızın çoğu anında yaşarız bu duyguyu. Bize hem çok yakındır, hem çok uzak, Tarihiyle, mimarisiyle, sokaklarıyla, hem çok uzak, hem çok tanıdık, hem  yabancı, Rodos  tarihiyle, mimarisiyle, sokaklarıyla, insanlarıyla, Rodos  da tam böyle bir yer, Hem tanıdık, hem yabancı.

aydinavci22082016.jpg

Tarih boyunca kanlı savaşlara sahne olan Rodos'un  ilk yerlileri M.Ö.16 yüzyılda Giritliler olmuş. Giritlilerden sonra birçok el değiştiren ada. Dorların ve kısa süreliğine Perslerin egemenliğine girmiş. Bir süre  Bizans hâkimiyetinden kalan ada, zaman zaman bağımsızlığını ele almış. Rodos'un  ‘’Şovalyeler Adası" olarak da ünlenmesinin hikâyesi oldukça ilginç. Rodos Şövalyeleri; aslında fakir ve düşkünlere yardım etmek amacıyla kurulmuş bir tarikatmış. Ancak şövalyeler Rodos'a yerleşip belli bir zenginliğe ulaştıktan  sonra asıl amaçlarını unutarak korsanlığa başlamışlar. 250 yıl  şövalyelerin hakimiyetinde kalan adayı fethetmek Fatih'in hayallerini  süslese de Kanuni Sultan  Süleyman'a nasip olmuş. 400  yıl  Osmanlı hâkimiyetinde kalan Rodos 1912 yılında İtalyanlar ele geçirmiş, Birinci Dünya Savaşından sonra da bağımsızlığını  kazanıp Yunanistan'a  bağlanmıştır.

2015  yılına  kadar Yılda bir milyon turistin ziyaretine sahne olan ada  heybetli kaleleri, orta çağdan kalma otantik yapıları, Osmanlılardan kalma  camileri, dar ve uzun yolları, çivit mavisi pervazlı mavi badanalı evleri, müzeleri, deniz, kum, güneş üçlüsü ile gözde bir tatil beldesi. 

Aydın Avcı olarak defalarca,  gezdim, gördüm, sevdim, ‘’Eski Şehir" ve "Yeni Şehir" olarak ikiye ayrılan Rodos'un  tarihi "Eski  Şehir'de" gizlenmiş. Ortaçağa ait  altı kapıdan oluşan bir kalenin  içine kurulan "Eski Şehir" zamanında 6 şövalyenin gezdiği dar, ince, uzun, labirent gibi yolları, iki katlı  taş evleri  tavanları yüksek  olan evler  yazları serin, kışları ise  sıcaktır. Kalenin  mistik havası oldukça ilgi çekici bir yer. Patikaların  çıktığı  Hipokrat Meydanında, yön bulma kaygısı  taşımadan kendinizi dilediğiniz gibi şehre bırakabilirsiniz. Nasıl olsa bütün yollar  Hipokrat Meydanı'na çıkar! Eski Şehir'de turistlerin en çok ilgisini çeken yapıların başında, eskiden şövalyelerin hastanesi olarak kullanılan  Arkeoloji Müzesi yer alıyor. Bu Müzede  en ilgi  çekici eserler ise; Aphrodite Heykeli ve Tarihi Kalıntılar. Arkeoloji Müzesi'nin  hemen karşısında bazı günler öğlenden sonra ziyarete açılan ve içinde birbirinden güzel vitrayların bulunduğu Bizans Müzesi yer alıyor. Bizans Müzesi'nin sol çaprazında ise Dekoratif Sanatlar Müzesi ki mutlaka görülmeye değer. Bu  müze de Bizans Müzesi gibi maalesef  her gün ziyarete açık değil. Eğer şansınız  yaver gider de bu müzelerin açık olduğu günleri yakalarsanız ziyaret  etmenizi  şiddetle tavsiye ederim. Arkeoloji Müzesi'nin sağ yanında, Bizans Müzesi'nin  tam karşısından yukarı doğru çıkan yol ünlü  ‘’Şovalyeler Sokağı’’.

Tarih dokusu hiç bozulmayan bu taş döşeli dar sokakta insan kendini ortaçağda hissediyor. Tarih doku hiç bozulmadan  korunmuş, o kadar gerçek ki; her an karşınıza atına binmiş bir şövalye çıkıverecekmiş gibi hissediyorsunuz. Caddenin iki yanındaki  eskiden başka  ülkelerden gelen şövalyelerin konakladığı hanlardan  şövalyelerin zafer şarkıları yükseliyor sanki. Bu hanlar  günümüzde farklı ulusların isimleri ile anılıyor.(İngiliz Hanı, İspanyol Hanı, İtalyan Hanı, Türk Hanı) Bu hanlardan en dikkat çekeni minik  iç avlusu ve çeşmesi ile Türk Hanı. Caddenin sonunda  Üstatlar  sarayı yer alıyor. Burası adanın en çok turist çeken ve en büyük müzesi 1522-1523 tarihleri arasında yaptırılan saray 1856 yılında bir patlama sonucunda  yıkılmış. Üstatlar sarayı, 1930 yılında İtalyanlar tarafından  Mussolini için  uygun olarak  tekrar inşa edilmiş fakat  Mussolini adaya  ve saraya  hiç gelmemiş. Müzenin  iç avlusu  tam bir heykel  cenneti.

Bu Müzeden ayrıldıktan sonra Osmanlılardan kalma Ağa Camii, muhteşem ahşap mimarisi ile sizi  duraklatacaktır muhtemelen. Yol üstünde  devam ettikten sonra karşınıza  Bizans Saat Kulesi  çıkacaktır. Bu kulenin  hemen yanında varlığıyla kendine çeken Süleyman Camii size  Rodos'un neden  hem tanıdık, hem de yabancı olduğunu kanıtlar nitelikte sanki. 1794 yılında Hafız Ahmet Ağa tarafından inşa edilen Osmanlı Kütüphanesi de bunun bir diğer kanıtı. 15. ve 16. yüzyıl el yazması eserleri bulunduran kütüphanede, İstanbul fethedilmeden  önce Mısır'da yazılmış Bir Kuran-ı Kerim bulunuyor. Bu kütüphanede Şerhül Buhari gibi  hadis kitapları ve döneme ait Osmanlı medreselerinde okutulan daha birçok eser  bir arada  görmek mümkün. Süleyman Camii ile kütüphanenin sağından aşağı doğru inen sokak Sokratous Caddesi. Bu cadde alışveriş düşkünleri için mükemmel  bir yer. Rodos'u  anımsatacak bir çok objeyi, takıları, hediyelik eşyaları, tekstil ürünlerini, müzedeki tarihi eserlerin minyatürlerini, şövalye biblolarını bu caddede  bulabilirsiniz. Alıverişin  keyifli yorgunluğunu ise  Eski Şehir'in surlarındaki kafelerde bir fincan kahve  ya da çay  eşliğinde  atabilirsiniz. Sokratous'tan aşağı doğru yürümeye devam ettiğinizde  daha önce  belirttiğim gibi Hipokrat Meydanı'na varıyorsunuz. Bu meydanın tam ortasında ortaçağdan kalma bir çeşme yer alıyor. Çevresi ise Yunanistan ve Yunan adaları denildiğinde ilk akla gelen tavernalarla dolu. Gecesi ayrı gündüzü ayrı bir güzel bu meydandaki restoranlarda, Yunan müziği ve tabak şıngırtıları eşliğinde balım ziyafetine ne dersiniz? Meydanı  dolduran neşeli  kalabalığı izlerken bir yandan da  yüksek surların mistik havasını içinize çekmeyi unutmayın. Çünkü burada tüm keyifler sizin…

 

Eski ile yeni iç içe...

 

Osmanlılardan  kalma camileri, kalesi, kiliseleri, hamamları, sarayları, günümüz modern yapıları ve alışveriş merkezleri ile "Yeni Şehir"de eski ile yeni iç içe geçmiş. Burada turistlerin ilk durağı; Mandriaki Limanı, bu Limanda eskiden var  olduğuna  inanılan Rodos  Heykeli(Dünyanın Yedi Harikasından bir tanesi) 30  metre yüksekliğinde, yapımı 12 yıl süren heykel bir ayağı  limanın  bir ucuna, bir ayağı diğer ucuna uzanırmış ve Mandriaki Limanı'na gelen gemiler bu heykelin ayakların arasından geçerek girerlermiş şehre. Fakat bu heykel bir deprem sonucunda yıkılmış, günümüzde bu heykelin yerine  Rodos'un  simgesi haline gelmiş "Elefos" ile "Elafina" isimli iki geyik heykeli yapılmış. Eskiden ticari olarak kullanılan bu limandaki tarihi yel değirmenleri ve 15. yüzyıldan kalma kale, sizi tarihin derinliklerine alıp götürüyor. Geyik heykellerini arkanıza, denizi de sağınıza alıp yol boyunca devam ettiğinizde Evangelismos kilisesi, Rahip Sarayı, hükümet binası, Osmanlılardan  miras kalmış bir hamam, tiyatro binaları, Murat Reis Camii ve Türk mezarlığı eminim ki sizi büyüleyecektir. Kıbrıs  caddesi olarak anılan Papagou Caddesi ise  adanın Modern yüzü. Gucci'den Armani'ye birçok dünya markasını bulabileceğiniz bu caddeden Eski Şehir’i arkanıza alıp hafif eğimli yolu takip ettiğinizde adanın Helenistik dönem  akropolisine; Monte Smith'e ulaşıyorsunuz. Rüzgârlı  bir tepe üzerine kurulan  bu akropoilste, M.Ö. 3. yüzyıla ait bir stadyum, M.Ö. 2. yüzyıla ait bir odeon bir de Apollon Tapınağı bulunuyor. Eminim ki burada  manzaranın seyrine  doyamayacaksınız, Benden söylenmesi! Adanın  doğusunda  yer alan Lindos Bölgesi de, ilginç  mimari yapıya sahip evleri ve kalesi ile mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Bir zamanlar kaplan  kelebekleri ile ünlü olan Lindos'a  süs olarak Afrika'dan getirilen  papağanlar kelebeklerin çoğunu yediği için yıllardır sayıları azalmış durumda. Lindos'un Kelebekler Vadisi artık  tarihe karışmak üzere ama kale içindeki Akropolis hala çok ilgi çeken  yerler arasında. Bu kaleye  çıkarken  eşeksırtında yapacağınız  yolculuk ise unutamayacağınız tatlı anılar arasına girmeye aday.

Efendim  Rodos'un labirent gibi kıvrılıp giden dar sokaklarına ulaşıp bu sokaklardaki taş evlerin yüzyıllardır soluk alıp  veren duvarlarına dokununca ilk etapta  kendinizi kaybediyorsunuz. Ama püfür püfür esen rüzgar, rüzgarın getirdiği tuzlu deniz kokusu ve tepenizde inadına parlayan güneş, sizi Rodos'un sahillerine davet edince kendinize geliyorsunuz birden. Bu muhteşem adanın dört bir tarafından denize girilebilir, muazzam  kumlarında güneşlenebilir, berrak, turkuaz suda denizin  tadını çıkarabilir, dalış merkezlerinden Ege Deniz'inin derinliklerini keşfedebilirsiniz. Heyecan arayanlar için go-kart, bungee jumping gibi alternatiflerin de mevcut olduğu Rodos Adası'nın  15 km kuzeyindeki  Falaraki  Bölgesi'nde kaplıca  ve sıcak  suyun  da keyfini  sürebilirsiniz.

 

Değerli Aydınpost okuyucuları, umarım  bu yazıyı  okuduktan sonra Rodos'a gitmeyi hayal edebilirsiniz.