Değerli Aydınpost okuyucuları, bu hafta sizler burnumuzun dibi olan Rodos'a götüreceğim, Kurban bayramında buralar çok güzeldir ve bence gidilmesi, görülmesi gereken bir yerdir.
Bazı insanlar vardır hayatımızda, mesela bir koku, geçmişten güzel bir anı canlandırır kafamızda ya da küçük bir eşya... Bazı insanlar vardır yüzü tanıdık gelen ama nereden tanıdığımızı bilemediğimiz. Bazı yerler vardır; bir ev, bir ağaç, bir köşe, bize geçmişi hatırlatan, hayatımızın çoğu anında yaşarız bu duyguyu. Bize hem çok yakındır, hem çok uzak, Tarihiyle, mimarisiyle, sokaklarıyla, hem çok uzak, hem çok tanıdık, hem yabancı, Rodos tarihiyle, mimarisiyle, sokaklarıyla, insanlarıyla, Rodos da tam böyle bir yer, Hem tanıdık, hem yabancı.
Tarih boyunca kanlı savaşlara sahne olan Rodos'un ilk yerlileri M.Ö.16 yüzyılda Giritliler olmuş. Giritlilerden sonra birçok el değiştiren ada. Dorların ve kısa süreliğine Perslerin egemenliğine girmiş. Bir süre Bizans hâkimiyetinden kalan ada, zaman zaman bağımsızlığını ele almış. Rodos'un ‘’Şovalyeler Adası" olarak da ünlenmesinin hikâyesi oldukça ilginç. Rodos Şövalyeleri; aslında fakir ve düşkünlere yardım etmek amacıyla kurulmuş bir tarikatmış. Ancak şövalyeler Rodos'a yerleşip belli bir zenginliğe ulaştıktan sonra asıl amaçlarını unutarak korsanlığa başlamışlar. 250 yıl şövalyelerin hakimiyetinde kalan adayı fethetmek Fatih'in hayallerini süslese de Kanuni Sultan Süleyman'a nasip olmuş. 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Rodos 1912 yılında İtalyanlar ele geçirmiş, Birinci Dünya Savaşından sonra da bağımsızlığını kazanıp Yunanistan'a bağlanmıştır.
2015 yılına kadar Yılda bir milyon turistin ziyaretine sahne olan ada heybetli kaleleri, orta çağdan kalma otantik yapıları, Osmanlılardan kalma camileri, dar ve uzun yolları, çivit mavisi pervazlı mavi badanalı evleri, müzeleri, deniz, kum, güneş üçlüsü ile gözde bir tatil beldesi.
Aydın Avcı olarak defalarca, gezdim, gördüm, sevdim, ‘’Eski Şehir" ve "Yeni Şehir" olarak ikiye ayrılan Rodos'un tarihi "Eski Şehir'de" gizlenmiş. Ortaçağa ait altı kapıdan oluşan bir kalenin içine kurulan "Eski Şehir" zamanında 6 şövalyenin gezdiği dar, ince, uzun, labirent gibi yolları, iki katlı taş evleri tavanları yüksek olan evler yazları serin, kışları ise sıcaktır. Kalenin mistik havası oldukça ilgi çekici bir yer. Patikaların çıktığı Hipokrat Meydanında, yön bulma kaygısı taşımadan kendinizi dilediğiniz gibi şehre bırakabilirsiniz. Nasıl olsa bütün yollar Hipokrat Meydanı'na çıkar! Eski Şehir'de turistlerin en çok ilgisini çeken yapıların başında, eskiden şövalyelerin hastanesi olarak kullanılan Arkeoloji Müzesi yer alıyor. Bu Müzede en ilgi çekici eserler ise; Aphrodite Heykeli ve Tarihi Kalıntılar. Arkeoloji Müzesi'nin hemen karşısında bazı günler öğlenden sonra ziyarete açılan ve içinde birbirinden güzel vitrayların bulunduğu Bizans Müzesi yer alıyor. Bizans Müzesi'nin sol çaprazında ise Dekoratif Sanatlar Müzesi ki mutlaka görülmeye değer. Bu müze de Bizans Müzesi gibi maalesef her gün ziyarete açık değil. Eğer şansınız yaver gider de bu müzelerin açık olduğu günleri yakalarsanız ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Arkeoloji Müzesi'nin sağ yanında, Bizans Müzesi'nin tam karşısından yukarı doğru çıkan yol ünlü ‘’Şovalyeler Sokağı’’.
Tarih dokusu hiç bozulmayan bu taş döşeli dar sokakta insan kendini ortaçağda hissediyor. Tarih doku hiç bozulmadan korunmuş, o kadar gerçek ki; her an karşınıza atına binmiş bir şövalye çıkıverecekmiş gibi hissediyorsunuz. Caddenin iki yanındaki eskiden başka ülkelerden gelen şövalyelerin konakladığı hanlardan şövalyelerin zafer şarkıları yükseliyor sanki. Bu hanlar günümüzde farklı ulusların isimleri ile anılıyor.(İngiliz Hanı, İspanyol Hanı, İtalyan Hanı, Türk Hanı) Bu hanlardan en dikkat çekeni minik iç avlusu ve çeşmesi ile Türk Hanı. Caddenin sonunda Üstatlar sarayı yer alıyor. Burası adanın en çok turist çeken ve en büyük müzesi 1522-1523 tarihleri arasında yaptırılan saray 1856 yılında bir patlama sonucunda yıkılmış. Üstatlar sarayı, 1930 yılında İtalyanlar tarafından Mussolini için uygun olarak tekrar inşa edilmiş fakat Mussolini adaya ve saraya hiç gelmemiş. Müzenin iç avlusu tam bir heykel cenneti.
Bu Müzeden ayrıldıktan sonra Osmanlılardan kalma Ağa Camii, muhteşem ahşap mimarisi ile sizi duraklatacaktır muhtemelen. Yol üstünde devam ettikten sonra karşınıza Bizans Saat Kulesi çıkacaktır. Bu kulenin hemen yanında varlığıyla kendine çeken Süleyman Camii size Rodos'un neden hem tanıdık, hem de yabancı olduğunu kanıtlar nitelikte sanki. 1794 yılında Hafız Ahmet Ağa tarafından inşa edilen Osmanlı Kütüphanesi de bunun bir diğer kanıtı. 15. ve 16. yüzyıl el yazması eserleri bulunduran kütüphanede, İstanbul fethedilmeden önce Mısır'da yazılmış Bir Kuran-ı Kerim bulunuyor. Bu kütüphanede Şerhül Buhari gibi hadis kitapları ve döneme ait Osmanlı medreselerinde okutulan daha birçok eser bir arada görmek mümkün. Süleyman Camii ile kütüphanenin sağından aşağı doğru inen sokak Sokratous Caddesi. Bu cadde alışveriş düşkünleri için mükemmel bir yer. Rodos'u anımsatacak bir çok objeyi, takıları, hediyelik eşyaları, tekstil ürünlerini, müzedeki tarihi eserlerin minyatürlerini, şövalye biblolarını bu caddede bulabilirsiniz. Alıverişin keyifli yorgunluğunu ise Eski Şehir'in surlarındaki kafelerde bir fincan kahve ya da çay eşliğinde atabilirsiniz. Sokratous'tan aşağı doğru yürümeye devam ettiğinizde daha önce belirttiğim gibi Hipokrat Meydanı'na varıyorsunuz. Bu meydanın tam ortasında ortaçağdan kalma bir çeşme yer alıyor. Çevresi ise Yunanistan ve Yunan adaları denildiğinde ilk akla gelen tavernalarla dolu. Gecesi ayrı gündüzü ayrı bir güzel bu meydandaki restoranlarda, Yunan müziği ve tabak şıngırtıları eşliğinde balım ziyafetine ne dersiniz? Meydanı dolduran neşeli kalabalığı izlerken bir yandan da yüksek surların mistik havasını içinize çekmeyi unutmayın. Çünkü burada tüm keyifler sizin…
Eski ile yeni iç içe...
Osmanlılardan kalma camileri, kalesi, kiliseleri, hamamları, sarayları, günümüz modern yapıları ve alışveriş merkezleri ile "Yeni Şehir"de eski ile yeni iç içe geçmiş. Burada turistlerin ilk durağı; Mandriaki Limanı, bu Limanda eskiden var olduğuna inanılan Rodos Heykeli(Dünyanın Yedi Harikasından bir tanesi) 30 metre yüksekliğinde, yapımı 12 yıl süren heykel bir ayağı limanın bir ucuna, bir ayağı diğer ucuna uzanırmış ve Mandriaki Limanı'na gelen gemiler bu heykelin ayakların arasından geçerek girerlermiş şehre. Fakat bu heykel bir deprem sonucunda yıkılmış, günümüzde bu heykelin yerine Rodos'un simgesi haline gelmiş "Elefos" ile "Elafina" isimli iki geyik heykeli yapılmış. Eskiden ticari olarak kullanılan bu limandaki tarihi yel değirmenleri ve 15. yüzyıldan kalma kale, sizi tarihin derinliklerine alıp götürüyor. Geyik heykellerini arkanıza, denizi de sağınıza alıp yol boyunca devam ettiğinizde Evangelismos kilisesi, Rahip Sarayı, hükümet binası, Osmanlılardan miras kalmış bir hamam, tiyatro binaları, Murat Reis Camii ve Türk mezarlığı eminim ki sizi büyüleyecektir. Kıbrıs caddesi olarak anılan Papagou Caddesi ise adanın Modern yüzü. Gucci'den Armani'ye birçok dünya markasını bulabileceğiniz bu caddeden Eski Şehir’i arkanıza alıp hafif eğimli yolu takip ettiğinizde adanın Helenistik dönem akropolisine; Monte Smith'e ulaşıyorsunuz. Rüzgârlı bir tepe üzerine kurulan bu akropoilste, M.Ö. 3. yüzyıla ait bir stadyum, M.Ö. 2. yüzyıla ait bir odeon bir de Apollon Tapınağı bulunuyor. Eminim ki burada manzaranın seyrine doyamayacaksınız, Benden söylenmesi! Adanın doğusunda yer alan Lindos Bölgesi de, ilginç mimari yapıya sahip evleri ve kalesi ile mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Bir zamanlar kaplan kelebekleri ile ünlü olan Lindos'a süs olarak Afrika'dan getirilen papağanlar kelebeklerin çoğunu yediği için yıllardır sayıları azalmış durumda. Lindos'un Kelebekler Vadisi artık tarihe karışmak üzere ama kale içindeki Akropolis hala çok ilgi çeken yerler arasında. Bu kaleye çıkarken eşeksırtında yapacağınız yolculuk ise unutamayacağınız tatlı anılar arasına girmeye aday.
Efendim Rodos'un labirent gibi kıvrılıp giden dar sokaklarına ulaşıp bu sokaklardaki taş evlerin yüzyıllardır soluk alıp veren duvarlarına dokununca ilk etapta kendinizi kaybediyorsunuz. Ama püfür püfür esen rüzgar, rüzgarın getirdiği tuzlu deniz kokusu ve tepenizde inadına parlayan güneş, sizi Rodos'un sahillerine davet edince kendinize geliyorsunuz birden. Bu muhteşem adanın dört bir tarafından denize girilebilir, muazzam kumlarında güneşlenebilir, berrak, turkuaz suda denizin tadını çıkarabilir, dalış merkezlerinden Ege Deniz'inin derinliklerini keşfedebilirsiniz. Heyecan arayanlar için go-kart, bungee jumping gibi alternatiflerin de mevcut olduğu Rodos Adası'nın 15 km kuzeyindeki Falaraki Bölgesi'nde kaplıca ve sıcak suyun da keyfini sürebilirsiniz.
Değerli Aydınpost okuyucuları, umarım bu yazıyı okuduktan sonra Rodos'a gitmeyi hayal edebilirsiniz.