Anlamışsınızdır… Reis denince Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hoca denince de Başbakan Ahmet Davutoğlu akla geliyor.

İkili arasında uzun süredir başkanlık sistemi merkezli bir görüş ayrılığı olduğu artık sır olmaktan çıktı.

Sayın Erdoğan seçildiği günden bu yana fiilen başkanlık yapıyor ve durumunun yeni bir Anayasa ile güncelleştirilmesini istiyor.(14.08.2014)

Bazı yorumculara göre Başbakan bu konuda Cumhurbaşkanı kadar istekli değil. O nedenle aralarında bir soğukluk, kırgınlık var.

Olay Başbakan’a kendisinden önce tanınan il ve ilçe başkanlarını atama yetkisinin fikri alınmadan MKYK’nın son toplantısında (29.04.2016) geri alınmasıyla krize dönüştü.

Olayın görünen nedeni bazı illere yapılan il başkanı görevlendirmeleri… Adıyaman teşkilatına yapılan atama bardağı taşıran damla gibi gösterilse de Aydın’da olduğu gibi asıl mesele atamalar yoluyla Reis’in teşkilattaki izlerinin silinmeye çalışıldığı iddiası…

Tabi Hoca’nın bilgisi dışında gelişen bu yetki iptal hadisesi onu istifanın eşiğine getirdi, dayadı.

Hadisenin bundan sonraki seyri ise şu anda bilinmiyor… Kimine göre  “Reisle” son görüşmesinde (04.05.2016) Hoca kongreyi olağanüstü toplama ve Genel Başkanlığa veda kararı aldı.

Bu beklenmeyen kriz kamuoyunun dikkatini Yeni Anayasa ile getirilmek istenen başkanlık sistemine çevirdi. Herkes olay sonrası şu sorunun cevabını arıyor.

BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRK İDARE SİSTEMİNE NE DERECE UYGUN?

Konu uzun süredir Ülke gündemini meşgul ediyor ancak bu konuda önemli ölçüde bilgi eksikliği var. Zira tartışma sistem üzerinden değil kişiler üzerinden hem de üstü örtülü yapılıyor.

Hâlihazırda kimisi başkanlık halifeliği geri getirecek derken kimisi de yönetim ve istikrarla ilgili her derde deva olacağını savunuyor.

Oysaki bu sistemin bünyemize uygunluk tartışmaları kişiler üzerinden değil Türk Siyasi Tarihi ve Devlet Geleneği üzerinden yapılması gerekir.

Başbakanın yaşadığı son olay sistemin değişmesi halinde devlet yönetiminde nelerin yaşanabileceğini göstermesi bakımından üzerinde düşünülmesi gereken öğretici bir örnek oldu.

Peki, bu haliyle yol alınmaya devam edilirse bu iş nereye gider?

Tarih 4 Haziran 1964… Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala vefat eder. Parti tüzüğüne göre 45 gün içinde yapılacak kongrede yenisi seçilinceye kadar bir Genel Başkan Yardımcısı o görevi vekâleten yürütecektir.

Süleyman Demirel’le birlikte partide dört beş tane daha Genel Başkan Yardımcısı vardır.

Genel İdare Kurulu Üyelerinden Faruk Sükan, Sadettin Bilgiç, Mehmet Turgut ve İdris Yamantürk Meclis Başkan Vekili Ferruh Bozbeyli’yi İdris Yamantürk’ün Kızılay’daki bürosuna davet ederek Süleyman Demirel’i Genel Başkan Vekili yapmak istediklerini, ona bu teklifi götürmede sözcülük görevi üstlenmesini söylerler.

Hep beraber Süleyman Demirel’in Kızılay Menekşe Sokaktaki bürosuna giderler ve Ferruh Bozbeyli:

 “Süleyman Bey buradaki arkadaşlar ve ben tüzük gereği kongreye kadar sizi genel başkan vekili olarak partinin başına seçmek isterler.

Bu bütün arkadaşlarımızın ortak fikridir. Bunu Genel İdare Kurulunda sağlayacak durumdayız” der.

Bunun üzerine Demirel “Siz genel başkanınızı şimdi mi seçiyorsunuz yoksa kongrede mi seçeceksiniz” diye sorar.

Bozbeyli de “Her halde şimdi sizi vekâleten seçenler kongrede asaleten seçmeyi de düşünürler” yanıtını verir.

Devamında da “Arkadaşlarımız ileride bir iktidarın göründüğünü, o zaman hem Başbakan olarak hem parti işlerini beraber yürütmenizin sizi zor duruma düşüreceğini düşünüyorlar.

Çok yorulacaksınız. O yüzden parti işlerini Sadettin Bey yürütür. Siz de hükümet işlerini yürütürsünüz” der.

Bu söz üzerine Demirel “İttihat Terakki de böyle yaptı. Hükümet partinin elinde oyuncak oldu” der ve teklifi reddeder. (Yalnız Demokrat, Ferruh Bozbeyli, Timaş yay. s.195)

Siz son cümledeki “parti” kelimesini “saray” ya da “külliye” kelimesi ile değiştirebilir, yorumlarınızı o istikamette yapabilirsiniz.

Demirel’in sözünü ettiği İttihat ve Terakki yönetiminde Osmanlı’nın ne hale geldiğini ise bilmem anlatmaya gerek var mı?