Son zamanlarda cinsel içerikli yazılarıyla dikkat çeken Ertuğrul Özkök, Ramazan nedeniyle bu tarz yazılarına ara vermişti.

Geçtiğimiz hafta sahur programına katılarak tepki toplayan ünlü yazar, eleştirilere "Umreye de giderim, şarabımı da içerim" şeklinde yanıt vermişti.

Ramazan öncesi haftada kaç kez seks yaptığını yazan Özkök, bu yazısında da iktidarsız erkeklere bir takım tavsiyelerde bulundu.

Ortaçağ zamanlarında kadınları iktidarsız olan erkeklerin tuzladığını yazan Özkök, kendisinin de tuza ne kadar düşkün olduğunu dile getirdi.

"Tuz demek aşık ve ya şehvetli erkektir" diyen Özkök'ün pazar yazısı bu hafta çok konuşulacağa benziyor.

İşte Özkök'ün "İktidarsız erkeği tuzlamak mı gerekir" başlıklı o yazısı:

İKTİDARSIZ ERKEĞİ TUZLAMAK MI GEREKİR

Ortaçağ’da kadınlar erkeklerinin iktidarsız olması ihtimalini kesinlikle kabul etmiyorlarmış. Onlardan cinsel bir güç ve bunun sayesinde de ailede otorite bekliyorlarmış. O nedenle hangi metodu kullanıyorlarmış biliyor musunuz? Erkeği tuzluyorlarmış. Hayatım boyunca merak ettiğim çok önemli bir sorunun cevabını, geçen hafta öğrendim. “Tuz deyince neden aklıma hep olağanüstü bir cinsellik gelir?” Tuz kadar büyük bir tutku olduğu için mi? Yoksa bu benim sersem muhayyilemin ürünü mü? Biraz sabır… Anlatacağım. Şimdiden şunu söyleyeyim; bu benim sersem muhayyilemin fantezisi değilmiş…

BİLİYOR MUSUN KANINDAKİ TUZ OKYANUSTAKİ SU KADARMIŞ

Diyetisyenler bana kızacak. Ama başımdan geçen olayı da kimseden saklayamam. Bir defasında onlara uyup bir hafta boyunca tuzu tamamen kestim. Sonuç? Felaketti. 15 gün boyunca kendime gelemedim. Dengem bozuldu, karamsarlaştım, herkese, her şeye küstüm.

* ‘Tatsız tussuz adam’ lafının manasını da işte o zaman öğrendim. Öğrendiğim çok önemli bir başka bilgi daha vardı.

* “Erişkin bir insanın günlük 20 gram tuza ihtiyacı varmış.”

Bir de şu:

* “Bedenimizde hücre dışındaki tuz oranı, okyanuslardakine çok yakınmış…”

Bunları da Prof. Zeki Tez’in ‘Lezzetin Tarihi’ adlı harikulade kitabından öğrendim. Bir hafta elimden düşürmedim ve bitirdim.

TUZ DEMEK AŞIK VEYA ŞEHVETLİ ERKEK DEMEKTİR

Hıristiyanlar ekmek ve şarap gibi, tuza da ‘kutsal’ bir anlam yüklerler. Vallahi Müslümanım ama ben de aynı duyguyu taşıyorum.

Zaten ergenliğe girdiğimden beri, insan güzelliğiyle ibadet arasında hep yakın bir ilişki hissetmişimdir.

O yüzden tuz benim için ‘kutsal’ ile ‘cinsel’ arasındaki, o en hünsa bölgenin parolasıdır. İşte yıllardır içimde taşıdığı o tuhaf duygunun birinci kanıtı: ·

VAY CANINA

Latincede tuz kelimesinin kökenini oluşturan ‘salax’ veya ‘salacis’ kelimesi aslında ‘şehvetli ya da aşık erkek’ anlamına geliyormuş. Ben şüpheci bir erkeğim.

Tabii ki, sadece etimolojik bir kanıtla yetinmem. Araştırmacı gazeteciliğim devam ediyor. ·

Psikanalizcilere göre tuz, doğurganlığı temsil edermiş. Bunun kanıtı olarak da şunları gösterirlermiş: Tuzlu suda yaşayan balıklar daha çok yavru verirmiş. Tuz taşıyan gemilerde çok daha fazla fare olurmuş.

·Bernard Palissy adlı bir yazar 16’ncı yüzyılda, ‘Herkesin Zenginleşip Servet ve Mülkünü Çoğaltmasının Gerçek Reçetesi’ adlı bir kitap yazmış. Bakın orada neler demiş: “Tuz, kadınla erkeğe bağışladığı güçle, onlar arasındaki sevgiyi ön plana çıkarır; böylelikle de çoğalmaya hizmet eder.”

‘Cinsellikle’ ve ‘üreme’ lafları yan yana gelince iştahım kaçıyor. O nedenle kafamdaki tuz kavramına daha uygun bir şeyler arıyorum. Zeki Tez’in harika kitabında o da var.

EN İYİSİ SİZ BENİ DEĞİL KEYKAVUS’U DİNLEYİN

İçgüdülerim kuvvetlidir. Havada dolaşan zerrecikleri hissederim. Bu tuz meselesine yıllar önce takmıştım. Anladım ki; benim sersem muhayyilem bile, bir Ortaçağ kadınınınkinin tuhaflığına yetişemezmiş.

Hayatım boyunca kadından korkmakta haklıymışım. Tuz, edebi olarak cinsellik demektir. Eminim, bu yazdıklarımı okuyunca, Osman Müftüoğlu’nun tüyleri diken diken olacaktır. Haklı da…

YİYECEK-İÇECEK SÖZLÜĞÜ

Aslanların sütü, her kuşun eti Neron’un ateşi, keçinin pisliği

- ASLAN SÜTÜ: Osmanlı’da geç dönemde, rakı küplerini şarap küplerinden ayırt etmek için, rakı küplerinin üzerine aslan motifi konurmuş. ‘Aslan sütü’ deyimi oradan geliyormuş.

- ÇİLİNGİR SOFRASI: Rakının, genellikle, bir çene çilingiri gibi, içen kişinin dilini çözdüğüne inanılır. Büyük ölçüde de doğrudur. O nedenle, rakının yanında yenilen mezelerden oluşan sofraya, ağız kilidini açan içecek olduğu için ‘çilingir sofrası’ denmiş.

- AYAKLI MEYHANE: Osmanlı döneminde, sırtında, bağırsaktan yapılmış tulumlarda rakı satan kişiler varmış. Yolda isteyene tasla rakı satarlarmış. ‘Ayaklı meyhane’ lafı buradan gelmiş.

- YUMRUK MEZESİ: Bu sokak satıcılarından tas içinde rakı alıp içenler, sonra ellerini yumruk yapıp, ağızlarını silermiş. ‘Yumruk mezesi’ lafı da işte bu ayaklı meyhane kültürünün lügatından geliyormuş.

- İÇKİ İÇEN SULTANLAR: Osmanlı sultanlarından içki içenler şunlarmış. İkinci Selim (Yönetim: 1566-1574), Dördüncü Murad (1623-1640), Üçüncü Ahmed (1703-1730), Birinci Mahmud (1730-1754), İkinci Mahmud (1808-1839), Abdülmecid (1839-1861) ve Beşinci Murad (1876’da 93 gün). - İÇKİ YASAĞI: Kanuni Sultan Süleyman koymuş, 1566’da tahta çıkan İkinci Selim içki yasağını kaldırmış. 17’nci yüzyıl ortalarında İstanbul’da 1000’den fazla meyhane varmış.

- HER KUŞUN ETİ YENMEZ: Osmanlı’da yüksek tabakadan biri evlendiğinde, zifaf odasına tepsi içinde kızarmış kuş ve tatlı verilirmiş. Damat geline kuş etini, gelin de damada tatlıyı ikram edermiş. Eğer gelin damadı beğenmezse kuş etini yemezmiş. ‘Her kuşun eti yenmez’ deyimi buradan geliyormuş.

- KAHVE KANTATI: Bach, kahvenin şaraptan ve öpücükten daha lezzetli olduğunu söylermiş. ‘Kahve kantatı’nı da bu duyguyla yazmış. Voltaire günde 72 fincan kahve içermiş.

- NERON ATEŞİNİ SÖNDÜRMEK: Neron, dondurma hastasıymış. Köleleri koşarak Apenin dağlarına gönderip, kar getirtir, bundan yapılan dondurmayı yermiş. Eee, Roma’yı yakan adam, içindeki ateşi başka türlü nasıl söndürebilirdi ki?

- 500 ÇUVAL KEÇİ PİSLİĞİ: 1683’te Viyana kapısında bozguna uğrayan Osmanlı ordusu çekilirken, şunları bırakmış: 20 bin çadır, 20 bin büyükbaş hayvan (öküz, manda, deve ve katır), 10 bin koyun, 100 bin ölçek buğday ve 500 çuval kahve. Avusturyalılar önce kahveyi keçi pisliği sanıp Tuna nehrine dökmeye kalkmışlar.

- TURŞUSUNU KUR: “Bekleyip de kızının turşusunu kur” lafı Çince’den geliyormuş. Eski Çin’de bir aile kız çocuğu sahibi olunca çeşitli sebzelerden her yıl bir kavanoz turşu kurarmış. Kız evlendiğinde, bu turşu çeyiz olarak verilirmiş. Ortaçağ’da 10-12 kavanoz turşu birikince kız evlendirilirmiş. Daha geç evlenirse, turşu kurmaya devam edilirmiş. Böyle durumlarda oğlan tarafı da işte o malum lafı edermiş.