Ece Temelkuran Milliyet Gazetesindeki köşesinde kendisine ulaşan bir mektubu yayınladı. İşte bu kadar olmaz dedirten mektup içeriği.

Aşağıdaki mektubu, sizi de en az benim kadar sinirlendireceğini umarak aynen yayımlıyorum:
...........
20 Mayıs Çarşamba günü saat 17.00 civarında Köprü durağından Söğütlüçeşme istikametine giden metrobüse bindim. Metrobüs şoförü iki durak sonra binip ön koltuğa oturan ve daha sonra bir başka şoför olduğunu anladığım biriyle konuşuyordu.
Söğütlüçeşme"ye girmek üzereyken şoför kontağı kapattı ve hışımla arkaya doğru gitti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, şoförün, lise çağlarında, yanında kız arkadaşıyla oturan bir gence “Burası sevişme yeri değil” diye bağırarak tokadı yapıştırdığını gördüm.
Doğal olarak yerimden kalkarak olaya müdahale ettim:
“Birine tokat atamazsın. Buna hakkın yok!”

Kameradan izliyorlarmış!
Çocukların yanına giderek avukat olduğumu, şoförü hem savcılığa hem de İETT"ye şikâyet edebileceklerini söyledim. Yolcular şoföre tepki göstermeye başlayınca şoförle yolculuk sırasında sohbet eden diğer şoför gelerek, “Şoförün dikkatini dağıtıyorlardı” dedi.
Durum anlaşıldı. İki şoför, işi gücü bırakmış, metrobüste bulunan kameradan gençleri izliyorlarmış. Bu yetmezmiş gibi araç kullandığını unutup, bir de yanındaki bir başka şoför arkadaşıyla gençlerin dedikodusunu yapıyormuş.
Ne yapıyordu bu gençler? Genç erkek, sevgilisinin omzuna başını yaslamış. Ve belli ki birbirlerine sevgilerini anlatıyorlardı. Gençlerin birbirlerini sevmesine tahammülsüzlüğün, düşmanlığın kaynağı ne? Bizim vergilerimizle maaşı ödenen bu şoför, kontak kapatıp bir genç çocuğun yüzüne tokat yapıştırma meşruiyetini nereden alıyor?

Ahlak zabıtalığına soyunmak
AKP"li belediyenin “ahlak zabıtalığına” soyunan bu şoförün aklına, azaltılan metrobüs sayısıyla kucak kucağa metrobüslere tıkıştırılan, günde onlarca taciz vakıasının yaşandığı metrobüslerde halkın insanca ulaşım hakkı için kontak kapatmak geldi mi hiç?
Ya da belediyelerde taşeron çalıştırma, güvencesizleştirme, sendikal baskılar yaygınlaşırken hizmet üretiminden gelen gücünü kullanmayı hiç düşündü mü?
Tartışma hararetlendi, metrobüs saat 17.15"te Söğütlüçeşme"ye, son durağına yanaştı. Metrobüste bulunan herkes, olayın mağduru çocuklarla birlikte şikâyet edecek merci aradık.
Bir polis ya da bir görevli yok mu derken, şoför metrobüsü çalıştırıp son hızla son duraktan kaçtı. Kaçarken de durdurmak isteyen olaya tanık yolculardan birinin kolunu yaraladı.
Biz yine hep birlikte şikâyet edecek bir görevli aradık ve bulduk. Görevli kaçan metrobüs şoförünü tespit etmek yerinde çocuklara nasihat verdi:
“Şoförü plaka numarasından bulamazsınız, metrobüsün yanında yazan numara lazım, karakola gitmeyin, siz haksız çıkarsınız, iett.gov.tr"den şikâyet edin”. Bu sözler üzerine, yine duruma müdahale etmek zorunda kaldım, “Mutlaka savcılığa şikâyet edin.
Ayrıca İETT"ye şikâyette bulunun. Bunlar üstünü kapatırlar.” Olaya tanık olmak için telefon numaralarımızı verdik, yolculardan biri cep telefonuyla tartışmaları çekti. Ancak umutsuzum. Muhtemelen 18 yaşından küçük bu iki genç şikâyetçi olmaktan çekinecekler.

Ahlak ve namus terörü!
Metrobüsün şoförü, yolcu olarak binen ikinci şoför, son durakta yetkili olan kişi... Üçü de İETT görevlisi.
Biri fail, diğerleri failden yana, olayın üstünü kapatmak için uğraşıyor. Kim topladı bunları İETT"ye? 1994"ten bu yana 15 yılda, belediyeye ait sosyal tesislerden otobüs şoförlerine kadar yaşanan değişim kimin eseri?
Daha da önemlisi 15 yılda kökleşen kadroların ve zihniyetin estirdiği “ahlak” ve “namus” terörü karşısında yaşanan suskunluk, “Polise giderseniz haksız çıkarsınız” tehdidiyle, yani devletin kolluk güçleriyle teminat altına alınırken, bu tokadı münferit olarak değerlendirmek mümkün mü?
Metrobüs şoförünün attığı tokat aslında o gençlere değil hepimizedir ve bizi bir an önce “uyandırması” gerekmektedir.