Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan ünlü edebiyatçı Orhan Kemal 15 Eylül 1915 yılında gözlerini açtığı dünyada ardında ölümsüz eserler bırakarak 2 Haziran 1970 yılında aramızdan ayrıldı.

Romancı ve oyun yazarı olarak şöhret bulan edebiyatçımızın özellikle üzerinde uzun yıllar çalışarak, tekrar tekrar düzeltmelerle kusursuzlaştırmayı başardığı Murtaza adlı eseri onu dünya çapında tanınır bir üne layık kılmaktadır.

Haber 7 Kitap Dünyası olarak bugün ünlü edebiyatçının 42. ölüm yıldönümü vesilesi ile Mehmet Narlı'nın Temmuz 2011 tarihinde Varlık Dergisinde yayınladığı bu eserle ilgili makalesini sizlere sunuyoruz. Makaleyi alıntıladığımız http://orhankemal.org sitesinde yazarımızla ilgili pek çok bilgi ve makaleye ulaşabilirsiniz...

***


30. Ölüm Yıldönümünde Orhan Kemal ve “Murtaza

Bu çalışmada Orhan Kemal'in Murtaza adlı romanındaki baş kişiyi (Murtaza) incelemeye çalışacağız. Murtaza ilk olarak 1952 yılında Vatan Gazetesi'nde tefrika edilir. Aynı yıl Varlık Yayınları' ndan kitap olarak çıkar. Murtaza' nın roman haline gelmesinin hikayesini Orhan Kemal şöyle anlatır:

Murtaza adlı küçük romanım Vatan Gazetesi' nde yayımlandı. Ben bu romanın müsvettelerini yıllar yılı yaza boza on beş yirmi sayfa kadar bir şey meydana getirmiştim. İstanbul' a yeni gelmiştim. Tefrika romancılığıyla alakam yoktu. Yaşar Kemal bu Murtaza' dan Tunç Yalman' a övgüyle söz etmiş ki, Tunç Yalman ilgilendi, müsvettelerini benden rica etti. Verdim. Ama yayınlamaya başlayacağı aklıma bile gelmiyordu. Nasıl gelsin, yıllar yılı yirmi otuz sayfa yazabilmiştim. Tefrikaya başlarsa dört günlük yazı bu. Bir gün yayımlamaya başlamış görmeyeyim mi? Her yanım buz kesildi. Eyvah dedim, rezil olacağım. Bunun gerisini nasıl getireceğim?

Öylesine titiz çalışıyorum. Ama olan olmuştu. Çaresiz gerisi gelecekti. Bir tek yol vardı benim için, oturup devam etmek. Ecel terleri döke döke devam ettim ve tuhaf değil mi? Bitti. Ama bu uzun yıllara dayanan olgunlaşmış bir konunun kağıda dökülmesinden ibaretti. (Bezirci, 1984 : 135)

1952 yılı, gerçekten Orhan Kemal' in hem hayatında hem romancılığında yeni bir dönemdir. Tefrika romancılığı, bu yolla açılan senaryoculuk başladıktan sonra Orhan Kemal iş aramaktan vazgeçer. Aldığı telif haklarıyla geçinmeye çalışır. Ancak gazete romanları ve Yeşilçam senaryoları onun romancılığını olumsuz şekilde etkiler.

Murtaza' nın macerası bununla sınırlı kalmaz. Roman gazetede yayımlanıp kitap olarak çıktığı aşamada yoğun ilgi görür. Aslında acınılası davranışlar da sergileyen komik Murtaza, filme alınır. Müjdat Gezen' in canlandırdığı Bekçi Murtaza, canlı bir tip olarak ilgi görür. Bu ilgi onun oyun olarak sahnelenmesini de sağlar. Orhan Kemal, geniş bir okur ve seyirci kitlesince kabul gören, beğenilen romanını yüz seksen sayfalık roman haliyle bırakmaz: genişletir.

Yayıncı dostlarından Hadi Malkoç "Namussuz herif, bozacaksın o güzelim romanı, üç beş kuruş için beş paralık edeceksin," deyince, Orhan Kemal şöyle cevap verir: "Yahu Hadi, yüz seksen sayfalık Murtaza' nın üzerinde roman yazıyor; o kadar sayfalık roman olur mu? O roman değil, olsa olsa büyük bir hikaye" (Uğurlu, 1973:205.)

Sadece Hadi Malkoç değil, dönemin birçok eleştirmeni romanın genişletilmesini olumlu karşılamaz. Fakat yazar bu eleştirilere kulak tıkar ve romanının özellikle birinci ve üçüncü bölümlerini genişletir, ve kendini böyle savunur:

Yakın dostlarım, Murtaza' yı bu yeni haline getirmememi istediler, hemde ısrarla. (...) Ama o haliyle Murtaza bir roman değil, olsa olsa büyük bir hikaye idi. Kitabın yüz seksen sayfalık hacminden dolayı söylemiyorum bunu. Salt romanı roman yapan şeylerin eksikliğinden. Murtaza' yı roman haline getirmek üzerinde çok çalıştım. Birinci ve üçüncü bölümler yeninden yazıldı. Elimde hala yığınla malzeme var. Bu malzemeyle bir Murtaza II yapabilir miyim? Henüz bilmiyorum (O. Kemal, 1966:5).

Orhan Kemal Murtaza II fikrini hep taşıdı. Yazarın oğlu Işık Öğütçü' nün verdiği bilgiye göre Orhan Kemal, Murtaza ile Kudret Yanardağ'ı (Müfettişler Müfettişi ve Üç Kağıtçı) mecliste bir araya getiren bir roman tasarlıyordu.

Orhan Kemal'in "Ben tanıdığım insanları yazdım," şeklinde özetlenen gözlemci gerçekçiliği bu roman içinde geçerlidir. Romanın baş kahramanı olan Murtaza, Adana' da Akbank şubesinde kapıcıdır. Yazarın eşi Nuriye Öğütçü ve arkadaşı Nurer Uğurlu, bankadaki kapıcıyı tanıdıklarını ve romandaki Murtaza' nın bütünüyle o Murtaza' ya benzediğini söylerler. Hatta Nurer Uğurlu, kapıcı Murtaza' ya Orhan Kemal'in Murtaza' sını anlatmış, kapıcı da şöyle demiştir:

A be bu adam beni nereden tanır? Bilir mi benim gibi bir adam yaşar Adana' da, hemi de bu sıcakta (...) Neden yazar beni kitaplar? Ya okurlarsa amirlerim, bu yolda istemem laubalilik! (Uğurlu,1973:209) Biz incelememizde Murtaza' nın Can Yayınları' ndan 1996' da çıkan baskısını esas alacağız. Murtaza, Yunanistan'ın Aksonya kasabasından Türkiye' ye gelmiş bir muhacirdir. Cumhuriyet' ten sonraki mübadelelerde Türkiye' ye kardeşi ve annesiyle geldiğinde, yirmi yaşındadır. O yıllarda "muhacir kardaşlar nam-ü hesabına çalışan fisebilullah" yerli simsarlar (s.13).

Balkanlar' dan gelen bu göçmenlere çeşitli hileli yollar gösterirler. Bu sayede birçok göçmen, memleketlerindeki az emlaklarına karşı, yeni yurtlarında konaklar, tarlalar alırlar. Fakat Murtaza, dürüst bir insandır. Yalana başvurmamış, mal mülk sahibi olmamıştır. Çünkü Kolağası Hasan Bey' in kanını taşıyan bir adamın malda mülkte değil, nam u şanda gözü olur. Böyle de olsa devlet Murtaza' ya Çukurova' da on dönüm bir arazi vermiştir. Murtaza, kardeşi ve annesiyle bir süre ekip biçmiştir tarlayı. Bir süre sonra annesi ölmüş, kardeşiyle araları açılmıştır.

Kardeşi bir beslemeyle evlenip ayrılınca Murtaza' da şehirde, pamuk fabrikalarından birinde tartı katipliği bulur. Fakat Murtaza' nın gözü bu işlerde değildir. O, dayısı Kolağası Hasan bey gibi üniformalı bir iş ister. Nitekim Murtaza, kendisini ta memleketten tanıyan bir komiserin yardımıyla mahalle bekçiliğine atanır. Üniforma, kasketi ve çizmeleriyle, dayısı ile özdeşleşen Murtaza, bu görevini, Halk Fırkası - Serbest fırka çatışmalarına kadar sürdürür. Bu arada evlenir. Önce kızı olan Murtaza Kolağası Hasan Bey olacak bir erkek çocuğa sahip olamadığı için üzülür. İlerleyen yıllarda üç kız, iki erkek babası olur. Büyük oğlunun dayısına benzememesi Murtaza' yı çok üzer. Suçu, hep "a be maaş kaç" diyen karısına atar. Ama küçük oğlunda umut var gibidir. Murtaza İkinci Dünya Savaşının fırtınalı günlerinde bakayadan askere gider. Asker dönüşü mahalle bekçiliğine kaldığı yerden devam eder.

Murtaza' nın bekçiliği mahalleliyi rahatsız eder. Rahatsız olanların başında sübyancılar, dul kadın avcıları, hırsızlar, nara atanlar gelse de kendi evinde işinde olan bazı insanlarda Murtaza' nın saat bilmez baskılarından, müdahalelerinden bıkıp usanırlar. Sonunda mahalleli Murtaza' yı şikayet eder. Karakol komiseri, fabrikasının disiplini bozulan bir fen müdürünün kendisini almak istediğini söyleyince, gururla kabul eder ve kızlarının da çalıştığı fabrikaya kontrolör olarak girer. Bekçilik vazifesi ile yetinmeyen Murtaza, fabrikadaki işçisinden ustasına herkesi disipline sokmak ister. Vazifesinde ihmali görülenleri müdüre söyler. Kısa sürede düşman kazanır. Kontrol Nuh' un etrafına toplana işçiler, "Murtaza istifa" diye haykırırlar. Murtaza Demokrat partiye akın eden insanları nankör olarak nitelendirir. İsmet Paşa gibi vatan kurtaran bir adama ihanet etmelerinden acı duyar. Bu arada iş başında uyuyan kızını yere çalar ve ölümüne sebep olur. Muratza' nın küçük oğlu Kolağası Hasan Bey gibi olmaz. Bakkaldan ekmek çalan oğlunu mahkemede sahip çıkmayan Murtaza, "onurlu" hayatına devam etmek üzere mahkemeden çıkar.

Murtaza' nın fiziksel görünüşü ile ilgili yapılan tasvirler, çok sınırlı kalır. Öyle ki roman boyunca tekrar edilen tasvirlerin mizahi yapı için yapıldığını anlarız. Murtaza sivri burnu, kalın kapkara kaşları, geniş anlı, kırk beş numara ayakkabılarıyla, irice bir adamdır. Bekçi üniformasını, kasketini, postallarını giyinip kuşanınca başını dik tutup göğsünü öne çıkarır ve kaz adımlarıyla yürür. Bu görünüşüyle kendisini Kolağası Şehit Hasan Bey gibi hisseder. Murtaza' nın fiziksel yapısından, roman boyunca bir kez söz edilir. ( s .8)

Fakat üniforması ve yürüyüşü aynı kelimelerle defalarca tekrar edilir. Burada güdülen maksat, tip oluştururken, kurulan spontane ifadelerle birleşecek bir davranış oluşturmaktır. Bu yanıyla Murtaza, "başı dik, göğsü dışarıda, kaz adımlarıyla yürüyen bir adam" dır. Okur bu davranışı görür ve karikatüre güler. Ancak bu görüntünün şahsın kişiliğiyle de ilgili olduğunu söyleyelim. Yaptığı işi, hayatın manası ve hedefi olarak gören, bekçi urbasını kolağası dayısının urbasıyla özdeşleştiren, bütün bir milleti disipline sokmak isteyen, sokak kedilerine karşı bile vazife ve vatan sevgisini dile getiren birinin, bedenini başka türlü dinlendirilmesi beklenemez. Tahkiyeli eserlerde kimi zaman bir isim, halkın zihninde var olan anlamıyla, kelimenin taşıdığı farklı anlamlarla veya sembolik olarak şahıs hakkında hazır bir bilgi verir. Bu yüzden bazı romancılar için, romanındaki şahıslara isim koymak, tahkiyenin önemli bir unsurudur. Bu tür hassasiyet gösterilen romanlarda genelde isim, şahsın özellikleriyle örtüşür.

Üzerinde durduğumuz Murtaza romanı hakkında da böyle bir kanaatimiz vardır. Murtaza' nın sözlük anlamı şahsın karakteriyle doğrudan örtüşmez ama okuyucu en azından saf, komik ve işgüzar olan bu şahsın adının Murtaza olmasına da pek şaşırmaz. Murat Belge' de, türk romanında tip üzerinde dururken, Murtaza ismine dikkat çeker:

Orhan Kemal' in edebiyatımıza kazandırdığı bir tip vardır hani: Murtaza. Bence adı, Murtaza' ya çok şey kazandırıyor. Örneğin Selim olsaydı yada Yılmaz olsaydı, aynı tip yaratılır mıydı acaba? Hiç şüphesiz Orhan Kemal'in anlatımı, Murtaza adına özel bir anlam yüklüyor; ama bu adın çağrışımında da bu kişiye anlam yüklemiyor mu? İlle Murtaza demeyebilirdi Orhan Kemal, ama sanatçı sevgisiyle aşağı yukarı aynı çağrışımları taşıyan bir ad bulur gene de bu kahramanına (Belge, 1994:36).

Orhan Kemal'in şahıslarının özelliklerini hatırlatıcı veya taşıyan isimler bulması, bu romanla da sınırlı değil. Mesela bu bölümle ele aldığımız Müfettişler Müfettişi Üç Kağıtçı 'nın da adlarının "Kudret Yanardağ" olması, isim üzerinde düşünüldüğünü gösterir. Dış görünüşüyle insanları etkileyen onları bu etkiyle şaşkına çevirip dolandıran birinin adı "Kudret Yanardağ" olması anlamlıdır. Orhan Kemal bazen de isimlerine sahsın özelliklerini yansıtan ilaveler yapar. Mesela Devlet Kuşu' nda Avare Mustafa; Tersine Dünya' da Bitirim Leyla gibi. Şahısların fiziği ve meslekleri de isimlendirmede rol oynar. Kanlı Topraklar' da Topal Nuri; Eskici Dükkanı' nın da Topal Eskici gibi.

İsimlendirme unsuruna değinmişken, şahsın hangi dünya kaynaklı olduğunun da üzerinde durulmalıdır. Gerçi ister gerçek dünyadan alınsın, ister tamamen hayli olsun, tahkiyeli bir eserdeki şahıslar itibaridir. Ancak bazı romanlarda (özellikle otobiyografik ve tarihi romanlarda) şahsın ismiyle beraber gerçeklikten alındığını da biliyoruz. Bu durumda, romancının şahsın özelliklerini yansıtan bir "isim seçme" hürriyetinden söz edemeyiz. İncelediğimiz Murtaza' nın da ismiyle birlikte gerçek hayattan alındığını, yazarın kendisi söyler. Yazarın eşi Nuriye Öğütçü' yle Basınköy' deki evinde yaptığımız bir konuşmada, bu bilgi doğrulanır. Orhan Kemal' in Murtaza' yı nasıl tanıdığını, bir dostu şöyle aktarır:

Murtaza, gene o hemşehri komiserin yardımıyla bekçi yazılır. Bu ikinci bekçiliği yıllarca sürer. Hemşerisi komiser emekliye ayrıldıktan sonra, yerine gelen komiser, halkın şikayeti üzerine işinden atar. Murtaza, bu sefer Milli Mensucat Fabrikası' nda gece bekçiliğine başlar. Ve benim Murtaza' yı tanımam, o yıllara rastlar (Uğurlu, 1973 : 202).

Orhan Kemal dostları, Murtaza romanını, gerçek hayattaki Murtaza' ya anlatırlar. Onun "A be beni nereden tanır? Bilir mi banim gibi bir adam yaşar Adana' da hemi de bu sıcakta?" dediğini aktarırlar. Bu konuşmalar olduğunda Murtaza, Adana Akbank Şubesi'nde kapıcıdır. (Uğurlu, 1973:202)

Murtaza' nın kişilik özelliklerine, hayat bakışına ve temsili değerine geçmeden önce, onun dil seviyesine de değinmek gerekir. Bu konuda ilk fark edilen şey, Murtaza' nın dilinin mizahi yapıya önemli bir katkıda bulunduğudur. Öte yandan bu üslubun ve dil seviyesinin, şahsın sosyo-psikolojik yapısının anlaşılmasında da fonksiyon üstlendiğini söyleyebiliriz. Orhan Kemal, Murtaza' yı kendi şivesiyle konuşturur. Murtaza' nın fonetik ve sentaks bakımından Türkiye Türkçe' sinden farklı olan konuşmaları, bir güldürü öğesi olur. "Değilsiniz siz vatandaş lazım çünkü büüle - Bir vazife büyüktür bir namuzdan - Vazife benzemez yemeye petnir hemi de ekmek" gibi ifadelerinin sürekli tekrarı mizah oluşturan unsurlardır.

Dil seviyesi, şahsın sosyal tabakası, kültürü, ruhsal durumu gibi özellikleri hakkında bilgi verir. Murtaza' nın dil seviyesi, imaj, sembol, mesaj gibi dil zenginlikleri taşımaz. Onun imada bulunduğunda, işaret ettiğine, sözü iki anlamlı kullandığına da rastlayamayız. Dolayısıyla söylediği ile düşündüğü arasında bir anlam mesafesi ve derinliği yoktur. Zaten onu yalınkat yapan bir özellikte budur. O, hep aynı şeyleri, hep aynı sözlerle söyler. İnandıklarını söyler, inandıklarının arka planını, derinliğini bildiğini gösteren diyaloglar ve iç düşünüşler yoktur. "Vazife bir sırasında görmeyecek gözün dünyayı, demeyeceksin evladım ciğerparem", "iyi bir memurun vasfı, etmektir memnun amirini" benzeri ilkeler ileri süre Murtaza, "görev ahlakı" felsefesinden, "bürokrasi" den habersizdir. Peki Murtaza romanı, sosyal yapının analizini yapmamıza, değerler sistemimizi eleştirmemize imkan vermez mi? Verir elbet. Ama bu imkanları, Murtaza' nın dil seviyesinden hareketle değil, ilişkiler ağındaki davranıştan elde ederiz. Daha açık ifadeyle vak' a, bizi manayı düşünmeye sevk eder.

Bir "tip" in önemli özellikleri, şüphesiz davranışlarındaki sınırlılık ve değişmezliktir. Bu sınırlılık ve değişmezlik, tip romanlarında genellikle belli bir sosyal yapının içinde kalır. Yazar, gerçek anlamda bir kişi değil, bir çok insanın ortak özelliklerini temsil eden bir "stereotip" oluşturur. Mesela romanlarda karşılaştığımız bir düzenbaz veya bir cimri fert olarak değil, sosyal yapıdaki arızaları yansıtan kişiler olarak algılarız. Eleştiri tarifindeki "tip" in genel algılanışı da şahsın kedine has duygulanış ve düşünüş yeteneğine sahip olmadığı, iç değişmeler ve gelişmeler yaşamadığı, adeta başkaları için yaşadığı şeklindedir. Ancak Murtaza bu tip belirlemelerinde farklı özellikler gösterir. Çünkü Murtaza, sadece kendine ait bir takım özelliklere sahiptir. Bir kere o, şivesi ve üslubuyla, vak'a içinde tektir. Kendisini sürekli dayısı Kolağası Hasan Bey gibi hissetmek istemesi, özel psikolojik bir durumdur. Ama Murtaza aynı zaman da belli bir vazife anlayışını temsil eder. Rus araştırmacı Uturgauri' nin "Murtaza oldukça karmaşık bir kişiliğe sahiptir ve bu karmaşıklık ona, iki yanlı bir görev yükler" (Uturgauri, 1980 : 94) demesi Murtaza' nın hem stereotip, hem de özel bir kişilik oluşuyla ilgilidir. O anlayışsızlığı, vazifeyi kutsayışı ile bir temsili kişi; ülkeyi disipline sokmak isteyişi, insanları haylazlıktan, uyuşukluktan kurtarmak düşüncesiyle, Donkişot gibi özel bir kişidir. Nitekim Murtaza mizahi yönüyle olduğu kadar saçmalığı varan idealizmi ile da Donkişot' ta benzer. Orhan Kemal, okuyucunun bu bağlantıyı kurması için şahısların Murtaza' ya bakışını kullanır. Murtaza' nın fabrikasındaki aksaklıklara müdahale etmesi üzerine, Umum Müdür "bu adam Donkişot desenize" deyince, Fen Müdürü "her memleketin kendine göre Donkişotları var" diye cevap verir (s.39).

Gerçekten de Murtaza, bütün bir ülkeye kurs verip disipline sokmak düşüncesiyle Donkişot' ta benzer. "Vazife, disiplin, amir, memur, dürüstlük, numune - i imtisal" kelimeleri, Murtaza' nın kişiliğini tarif ve tahlil etmemize imkan sağlayan anahtar kelimelerdir. "Vazife bir sırasında gözün görmicek dünyayı, demiyeceksin evladım, ciğerparem"; Murtaza' nın tekraren kullandığı bu ifade onun, "vazife" yi bütün değerlerin üstünde tuttuğunu gösterir. Hangi şartlar içinde olursa olsun vazifeyi ifa etmek bir ahlak ilkesidir. Böyle bir ilke, hayatın alışılmış, kabul görmüş işleyişi ile çatışmalıdır. Bu yüzden Murtaza bulunduğu yerde istenmeyen kişi olur. Bekçilik yaptığı mahalle sakinleri onu emniyet müdürlüğüne şikayet ederler; fabrikadaki usta ve işçiler, fabrikadan ayrılmasını isterler. Böylece Murtaza vazife ahlakına sahip bir "suçlayan", bu ahlaki baskı ve şikayetlerle uygulamaya kalktığı için de "suçlanan" dır.

Orhan Kemal' in Murtaza' sı, bir insan tipi olarak, katı bir ödev ahlakı simgeler. Ödevinde küçük bir sapmaya bile olanak tanımayan bir hoşgörüsüzlükle bağlılığı, Murtaza' nın kişiliğini temellendirir. (...) Ödevine bağlılığın getirdiği bu hoş görmezlik, Murtaza' da bir zorbalığa dönüşerek, olaylara insancıl bir açıdan bakanların küçük sapmalarını jurnallemeyi bile haklı gösterir (Yavuz, 1975 : 176).

Murtaza' nın bu saplantılı ahlaki tavrı, kızının ölümüne neden olur. Kızının dokuma tezgahının başında uyuduğunu haber alan Murtaza onu büyük bir öfkeyle yere çarpar. İnsanilik taşımayan vazife anlayışı, gelip ölüme dayanır. Bu trajik sonuç bile, Murtaza' yı marazi kabullerinden uzaklaştıramaz. Ancak şunu söyleyelim ki, Murtaza' nın vazifesini kutsaması, çıkarlarına dayanmaz. O, vazifesini en sıkı bir şekilde yaptığı için kimseden menfaat dilenmez. Fakat Murtaza' nın vazife anlayışı, salt vazife ile ilgili değildir. Amirlerinden utanmak, sözünü yerine getirememek gibi saiklerde bu anlayışı besler. Mesela; babası yere fırlatınca darbe alan Firdevs evde ölüm döşeğindeyken, Murtaza, "Lakin nasıl bakacağım suratına müdürümün" diye düşünür. Yine "vazifenin aslanı" olmak, Murtaza için bir "kimlik bulma" çabasıdır. O, kimliğinin, vazife sınırları içindeki insanlar tarafından onanmasını önemsemez, asıl istediği, vazifeyi verenlerden takdir almaktır. Bu yüzden açığını yakaladığı her insanı, acımasızca ikaz eder veya müdüre jurnaller. Tekrar edilen bu jurnalleme işini, amirlerinden çıkar sağlamak için değil kişiliğinin kimliğinin onanması için yapar. Murtaza' nın ödev ahlakı, Kantçı bir ahlaktır. Roman boyunca ikide bir ödevinin gereğini yapmanın, erdemlerin en büyüğü olduğunu belirtir biçimde konuşması, ödevin boyutlarını kayıtsız şartsız bir bağlılıkla, körü körüne uygulaması, Murtaza' yı Kant ahlakının örnek insanı kılar. Kant' ın "categorical imperavite" dediği kesin ahlak buyruğudur bu (Yavuz, 1975 : 177-178)

Hilmi Yavuz' un değerlendirmesine göre, vazifenin aslanı olan, her ne olursa olsun önce vazife diyen Murtaza, Kantçı özerk ahlakın uygulayıcısıdır. Fakat, Murtaza vazifesi olmayan işlere de karışır. Gece geç yatanlara, kahvede oyun oynayanlara, "Neden? Çünkü lazım büüle! Kavrasınlar nedir vazife, mertlik, civanmertlik, olsunlar mütenebbih," diyen Murtaza, vazifesi olmayan işleri de vazifesi kabul eder. Bu yönüyle Murtaza, sadece sıkı bir görev ahlakını temsil etmez. O zorbalığı da içine alan bir idealizmi dile getirir. Ancak şahsın karikatürize edilişi, mizahi yapısı, "namus, şeref, yiğitlik" gibi moral değerleri örter. Yazarın diyalektik materyalist bakış açısı da, bu değerleri savunan Murtaza' yı komik hale getirmede etkilidir. Yazar bir taraftan Murtaza' yı bütün ülkeyi disipline koymayı düşünen, sağlık, güç ve vazife yolunda "mütenebbih" olmalarını isteyen biri olarak yansıtırken, diğer taraftan onu, sınıfın dışına çıkan, zenginlere ve iktidar sahiplerine şuursuzca teslim olan, kendi sınıfını hor, emredenleri üstün gören bir "yabancılaşmış insan olarak yansıtır. Nitekim Murtaza romanını Marksist bir yaklaşım ile ele alan Uturgauri, Murtaza' yı, "kendini aşağı görme duygusundan kurtulamamış, başkalarının buyruğuna girmiş, boyun eğmiş, kendi sınıfıyla bağlantısını yitirmiş, başka bir sınıfın çıkarlarına körü körüne bağlanmış" (Uturgauri, 1980 : 94 ) biri olarak tanımlar.

Hilmi Yavuz' da Murtaza' nın kendi vazifesi dışındaki işlerlere "ülkesinin adam olması" için karıştığını kabul etmeyerek, onun, insanların "mütenebbih" olmalarını isterken de ödev ahlakının kesin buyruğuna, süresiz bir geçerlilik kazandırmayı amaçladığını söyler. Fakat Murtaza' nın, bu konuda sarf ettiği birkaç cümleye bakınca, davranışlarının arka planında başka şeylerde bulabiliriz. O, gece yarısı hala ışıkları yanan bir eve gidip, aile reisine şunları söyler:

Devletin malıdır bu çocuklar, hem de milletin! Yok hakkın uyutmamaya ciğerparelerini vatanının! Hasan büyüyecek, kurşun atacak düşmana kurşun" (s.11)

Kahvede oyun oynayanları da fen müdürüne şöyle şikayet eder:

Sonra oynar kahvelerde vatandaşlar tavla altı kollu, pişpirik hemde dimino. Hiçbiri geç sıkı hazır ola. Sıkı hazır ola geçmeyen vatandaş orkutamaz düşmanlarımızı" (s.11)

Murtaza karısı gibi "a be maaş kaç" diyen para düşkünlerini eleştirirken de anlatıcı devreye girer ve onun şunları düşündüğünü aktarır:

Bütün vatandaşlar paraya değil, şana, şerefe, namusa tapmalıydılar (..) o zaman millet topyekün şeref, şan, namus sahibi olurdu. Bu da bütün vatandaşların çelik bilek, tunç yürekli olmalarını sağlar, bu sağlanınca da düşmanlar ürker, yurda saldırmayı göze alamazlardı" (s.108)

Yaptığımız üç alıntıda da Murtaza' nın disiplin anlayışının hedefi "düşman" nı korkutmak onun karşısında dimdik durmak, neticede ona karşı güçlü olmaktır. Murtaza Aksonya' lıdır. Balkan isyanlarında, harp boyunca "düşman" nın zulmü altında kalan yüz binlerce mücahirden biridir. Kendi topraklarında yaşama hakkını kaybedince kaçarak ve mübadeleler yoluyla Türkiye' ye dönmüşler. Murtaza' nın dayısı Kolağası Hasan Bey, düşmana kurşun sıkarak şehit olmuştur. Murtaza kendi çocuğunu Kolağası Hasan Bey olmasını isterken, bütün toplumunda mert, cesur ve vatanperver olmasını hayal eder. Murtaza' nın davranışlarını değerlendirirken kişiliğine sinmiş bu arka planın unutulmaması gerekir. Murtaza' nın iktidar sahiplerine teslim oluşu da, bir yanıyla bu kişiliğe bağlıdır. Komiser, Fen Müdürü, fabrika sahipleri, "disiplinli, çalışkan oldukları, vazifelerini yaptıkları" için bulundukları yerdedirler. Öyleyse onların isteklerini harfiyen yerine getirmek gerekir. "Kurs görmüş, amirlerinden sıkı terbiye almış" olmaması, onu diğer vatandaşlardan ayırır. Vatandaşlar diğer "memurlar", amirlerinden sıkı terbiye ve kurs almadıkları için meseleyi kavrayamazlar. Murtaza' nın kişiliğini oluşturan sebeplerin belirtilmesi, sürekli davranışlarının realiteye aykırı, mübalağlı şekilde verilmesi, bu arka planı örter ve Murtaza öncelikle saf, zorba, gülünesi ve acınılası mizahi bir kişi olur.

Murtaza, dürüst bir kişidir. İster kendi sınıfına yabancılaşmış bir "kapıkulu" olarak değerlendirilsin, ister memleketi disipline sokmak isteyen bir Donkişot olarak kabul edilsin onun dürüst olduğu örtülemez. Onun söyledikleriyle düşündükleri arasında fark yoktur. Kendi zararına dahi olsa doğruyu söyler. Murtaza' yı "varlıklı kesimin yardakçısı" olarak tanımlayan eleştirilerde de şahsın bu değişmez özelliği gözden kaçırılmıştır. Yardakçının ve kapıkulunun dürüst olması mümkün değildir. Emniyet müdürü mahallelinin şikayeti üzerine Murtaza' yı sorguya çekince, o, Mahallelinin doğru söylediğini kabul eder ve yaptıklarının kurs görmüş, disiplin tanımış bir bekçi için doğru olduğunu ileri sürer. (s.79). O, Türkiye'ye geldiğinde dubaracı hemşehrileri gibi yalan söyleyip mal mülk peşinde koşmamış, "biz fakir insanlardık memlekette, yok idi başkaları gibi tarlalarımız, konaklarımız" diyerek iskan dairesindeki memurları, dürüstlüğü ile şaşırtmıştır. (s.13). Murtaza, kızı Firdevs'i uyurken gördüğü halde fen müdürüne ihbar etmeyen Kontrol Nuh' un görevini yapmamakla suçlar (s.233).
Orhan Kemal' in "aydınlık gerçekçilik" dediği anlayışın izlerini bu romanda da görmek mümkün, Çünkü, Murtaza' nın acımasız, jurnalci vazife anlayışını gülünç hale getirmesinin yanında, onu hiç beklenmeyen bir şekilde iç dünyasıyla göstererek okurun acımasını ve onu anlamasını ister. Böylece sucun tek tek şahıslarda değil, bozuk sosyal düzende olduğu sonucuna varılacaktır. Murtaza, evine misafir gelen kardeşine şöyle der:

Bilirim her şeyleri. Çeker benim de içim tereyağı kaymak bal. Lakin görürüm camekanlarında bakkalların, geçerim; yetmez almaya gücüm. Ederim kahır kendime ne sanarsın kardaşını (s.205).

Murtaza vazife, disiplin, mertlik, namus gibi davranışları ile sabitleşmiş değerlerden sadece bir kere sıyrılır İç dünyasında görünen özelliklerden farklı duygular taşıdığını, sadece o sözlerde buluruz. Fakat bu bilgi, Murtaza' nın "yuvarlak bir tip" e doğru evrilmesini sağlamaz. O, romanın başında neyse sonun da odur.

Mehmet Narlı - Varlık