"Bizi aldattılar, hepimizi aldattılar. O kadar kötüyüm ki. Bırak canımızı almayı, artık ruhumuzu da alacaklar. Nedim (Şener) gibi bir adamı örgütten yargılarken, burada örgüt yokmuş. Ne söyleyebilirim. Bir abi kaybettim, inşallah 23'ünde kardeşlerim (Nedim'leAhmet Şık) çıkar da sarılırız birbirimize, bir yemeğe çıkarız. "

 

Orhan Dink ile konuşan Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın köşeyazısı şöyle:

Telefonun ucundan gelen acı, adeta elimdeki ahizeyi alev alev yakıyordu. Orhan Dink’i aradım dün; Hrant Dink’in tıpkı kendisine benzeyen erkek kardeşi. Dink ailesinin diğer fertleri gibi o da kolu kanadı kırılmış, yüreği dağlanmış olsa da son beş yılda büyük bir asalet sergiledi. Mahkeme önünde, vakur ve metin.

Sadece Dink davası değil, Orhan Dink aynı zamanda ‘kardeşlerim’ dediği Nedim Şener ve Ahmet Şık için de bitmeyen, tükenmeyen bir umutla her davaya geldi. Her çarşamba aile dostu olarak Nedim’i ziyarete gittiğini biliyorum. Mahkeme salonunda, adliye kapısından, basın özgürlüğü için yürüyüşlerde gözüm ne zaman ona takılsa, “Kim bilir, kim bilir bu gücü nasıl kendinde buluyor” diye sordum hep kendime.

Dün ne dedi biliyor musunuz telefonu açtığında, “Aslı, bizi aldattılar, hepimizi aldattılar. O kadar kötüyüm ki şu anda...”
Devam etti: “Bırak canımızı almayı, artık ruhumuzu da alacaklar.”
Ruhumuzu da alacaklar...

Gazeteciliğe başladığım günden beri bana sohbet esnasında söyleneni asla yazmamayı şiar edinmiş biriyim. Bu konuda katıyımdır; insanlar da bana bu yüzden güvenir. Ancak Orhan abi, affet beni, telefondaki acını bugün bu köşeye taşıyorum. Taşıyorum çünkü bazı şeyler ancak o zaman anlaşılır diye umuyorum.
Dink ailesi öfkeli. Memlekette Fenerbahçelisinden öğrencisine, gazetecisinden Kürdüne kadar birçok kişi ‘silahlı terör örgütü’ gerekçesiyle gözaltına alınmışken, salı gecesi açıklanan ‘Örgüt mörgüt yok!’ kararına isyanlarını anlamak zor değil. Dava dosyasına hâkim değilim, ‘Kırmızı Pazartesi’ gibi herkesin işleneceğini bildiği bu cinayetteki ilişkiler zincirinin ne ölçüden ‘örgütsel’ olduğunu, bunun hukuken ne kadar ‘kanıtlanabilir’ olduğunu da bilmiyorum.
Ancak tek bildiğim, kararın kamuoyunda ‘Devlet birilerini kolluyor’ algısını güçlendirdiği, olayın her tarafında parmak izleri olan polis muhbiri Erhan Tuncel’in de gülücükler saçarak tahliye olmasının vicdanları fena halde yaraladığı.

Yaralamanın da ötesinde, hepimizi ‘devlet’ denilen bu büyük mekanizmanın ‘değişebilirliği’ konusunda yıldırdığı.
İnsanın hani nefes alamıyor gibi, her şey üzerine geliyor gibi hissettiği anlar vardır ya, işte Orhan Dink’i öyle bir anında yakalamıştım.
“Nedim gibi bir adam örgütten yargılarken, burada örgüt yokmuş... Ne söyleyebilirim” dedi.

Ben, yalnız olmadığını, Dink ailesinin de yalnız olmadığını, bugün Taksim’den Agos’a yapılacak yürüyüşte muhtemelen birçok kişinin olacağını söylemeye çalıştım. Mır mır mırıldandım. Ama kendim de söylediklerime ne kadar inandım, bilemiyorum.

Kapatırken Orhan Dink, “23-24’ünü bekliyorum” dedi. Söz ettiği, Nedim Ve Ahmet’in yargılandığı Oda TV davasının bundan sonraki duruşması.
“Bir abi kaybettim, inşallah 23’ünde kardeşlerim çıkar da sarılırız, birlikte bir yemeğe gideriz...”
Ne diyeceğimi bilemedim. Bilemedim, bilemedim...