Meşhur atasözü değil mi?

Doğru söyleyen dokuz köyden kovulurmuş,

Herkes çocuğuna iyi ve doğru olanı öğretmeye çalışıyor, hepimiz yalancı çobana kimsenin inanmadığı hikâyeyi dinlemiş ve aynen de anlatmışızdır. Doğru ve güzel olanın ne kadar kıymetli olduğunu ve bundan asla vazgeçilmemesi gerektiğini biliriz. Ya uygulama

Önce pembe ve beyaz olan aklımızca masum gördüğümüz ve kendimizi kurtarmaya yarayan cümlelerle başlarız. Cümleler diyorum kimse onların yalan olduğunu kabul etmez çünkü. Pembe ve beyazdır renkleri bile.

Bu yazı neden mi gerekli diye düşündüm yazmadan önce ve epey bir bekledikten sonra yayınlamaya karar verdim. Çünkü hayatımda ilk kez doğru ve dürüst olmanın ne kadar güvensiz bir ortam yarattığını kulaklarımla duydum, söyleyen kişiyi de canlı canlı gördüm.

Aynen şöyle dedi..

Anlattıklarınızda en ufak bir tutarsızlık ve inandırma gayreti yok. Her şeyi doğru ve dürüst ifade ediyorsunuz, bu yüzden size güvenemiyorum.

Bunu söyleyen kişi sadece basit bir eğitim için karşımıza gelmişti ve ben sadece eğitimin nasıl olması gerektiğinden ve faydalarından bahsettim. Konu basit bir alışverişti ama karşımdaki kişinin alışveriş işin içine girdiğinde satanların ve anlatanların nasıl olduğundan bahsetmeye başlayınca aslında o kadar da basit olmadığına karar verdim.

Bir anda idrak aralığım genişledi.

Kanmak ve kandırılmak fillerine o kadar alışmışız ki konu bu yazıya kadar geldi. Bir yandan sosyal paylaşımda doğruluk, adamlık, erdemli olmak gibi şeylerin ne kadar çok paylaşıldığına bakarsanız, bu konulara olan açlığında farkına varırsınız.

Asıl soru şu herkes,

Ne zaman yalanın, hilenin, pembe ve beyaz olmasına bakmadan başkalarını bir şekilde kandırmanın meşru ve hak olduğu noktasına gelmişti ?

Ve her şeyde mutlaka kandırılan bir nokta olduğu paranoyasına kapılmıştı?

Asıl aramamız gereken nokta buydu, buraya nasıl geldik?

Önceden sadece belli kişiler yalan söylerdi en başta yalancı çoban ve ona da kimse inanmadığı için zaten cezasını çekiyordu. Asıl korkunç olan boyutu ise yalan ve sahtekârlığa rağmen hala işinde gücünde ve dümeninde olanların varlığıydı. İnsanları meşru olduğuna inandıran da buydu zaten. Bugüne kadar etrafında yalancı çobandan başka başına yalan söylediği için kimsenin başına kötü bir şey gelmemişti.

Kimleri sayabiliriz ki bu safta…

Alışverişte size her konuda mükemmeli sunduğunu ifade eden satıcıyı,

Daha geçen seçimde en özel projeleri sizler için hazırlayan ve şehre sevdalı olan adayları,

Hallederiz abi cümlesi ile kalbinizi fetheden ama halletmeyen esnafı,

En kurumsal cümlelerle sizi numaradan numaraya aktaran kibar, güzel giyimli ve şüphe taşımayan kariyer sahiplerini,

Ufacık yazılarla sözleşme hazırlayan ve okumaya üşendirip, imzalamazsanız işinizin de görülmeyeceğini düşündüren ve sözleşme imzalatanları,

Her lafın başında ve sonunda Allah deyip ( en çirkinleri de bunlar ) dini duygularınızı sömürerek iş görenleri,

Listeyi sizde sıralayabilir ve çoğaltabilirsiniz, her kesimden birileri var ve birilerini kandırmalarına rağmen, kandırmaya devam etmelerine rağmen hala iyi durumda olmaları.

Diğerleri ve sisteme uymak isteyenler için teşvik sebebi…

İlahi adalet bile bu konuda bir şey yapmıyor kimilerine göre, kimilerine göre de kötülerin cenneti zaten burası bu durum gayet normal. Öteki tarafı bilen yok tabi.

E o zaman biz niye işimize geldiği gibi, işimize geldiği yerde davranmayalım ki…

Ne diye boş ve beleş bir ideal uğruna gidelim.

Hem adam olanların, doğru olanların bundan başka bir servetleri yok. Oda karın doyurmuyor.

Bunlar çok ciddi tespitler ve doğruluk payları yüksek.

Şimdi geriye şu kalıyor

Ya düzene uyup kandırmaya ve kandırdıklarımızla doldurmaya devam edeceğiz

Ya da kovulduğumuz dokuz köyü bırakıp değer gördüğümüz ve değerli olduğumuz onuncu köyü aramaya çıkacağız.

Biz önümüze iki yol çıktığında hep az kullanılmış olanı seçtik

Ya siz?