“Ölüm burada normal karşılanıyor…” Uluslararası Doktorlar Birliği’nden gönüllü olarak Afrika’ya gelip çalışan bir hekimin ağzından çıkan ilk sözler bunlar. 
 
Aslında sorunu tüm dünya biliyor. Kenya-Somali sınırındaki Dadaab Kampı’na 120 km uzaktan, çölden gelen Somalileri sınırda BM ve Kenya yetkilileri karşılıyor. Gelenler bileklerine numara takıldıktan sonra yine yürüyerek kampa ulaşıyor. Ulaşanlar ölmekten şimdilik kurtulmuş gibi. Ancak seyyar hastanelerde hâlâ çok sayıda insan var. Dadaab’a hiç ulaşamayanlar da var. Birkaç hafta önce kampa gelen 28 yaşındaki Amina Abdi Oman da, yolda gelirken 2 ölü çocuk gördüğünü söylüyor. 
 
Dadaab kampı 1991’de iç savaş zamanında kurulmuş. O dönem BM kontrolünde 90 bin mültecinin bulunduğu kampa su tankerlerle 12 km uzaktan getiriliyor. Suların önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Kenya hükümeti, mültecilerin kalıcı olmaması için kuyu suyuna izin vermiyor. Çünkü resmi olmayan sayılara göre kampta nüfusun 600 binlere yaklaştığı belirtiliyor. 
 
Tel kafeste BM 
Türkiye’den yola çıktıktan tam 2.5 gün sonra Dadaab’a Türk gazetecilerle birlikte ulaştık. Dadaab’a ilk girdiğimizde BM’nin tel örgülerle çevrili bölgesi gözümüze çarptı. Güvenlik sıkıntısının her an hissedildiği bölgede BM’nin binalarının bulunduğu alan, daire formundaki dikenli tellerle tam 7 sıra çevrilmiş durumda. Demir kapıların önünde güvenlik güçleri bekliyor. İçeriye sürekli arazi araçları ve eşya yüklü kamyonlar giriş çıkış yapıyor. 
 
İnsani Yardım Vakfı (İHH) aracılığıyla geldiğimiz Dadaab’da, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalktık, hazırlandık. Ancak güvenlik güçleri olmadan yola çıkmak mümkün değil. Türkiye’de bildiğimiz askerlerin aksine, disiplinden uzak, başlarında komutanları olmayan 2 askerin gelmesi 2 saat geciktiği için yola saat 09.00 gibi çıkabildik. 10 km uzaklıktaki kampa çöl kumu üzerinde 45 dakikada gelebildik. 
 
‘Food...’ (Yiyecek) 
Kenya’ya yakın ilk kamplar artık bir yerleşim alanı görünümünde. Bakkal, tamir dükkânları, seyyar satıcılar hatta bir pazar dâhi var. Bu bölgede yıllardır yaşayan mülteciler çamur bloklarla küçük küçük evleri bile örmüş. Ancak Somali sınırına yaklaştıkça dünyanın her gün ekranlardan izlediği açlık gerçeği ile daha fazla burun buruna geliyorduk. 
 
Dadaab kamp alanı 30x30 km’lik çok büyük bir kare alan. Barakaların ucu bucağı gözükmüyor. Kamp içinde nereye gitsek etrafımızı yüzlerce Somalili sardı. Çatpat İngilizce bilenler ‘food’ derken, sadece Somalice anadillerini konuşanlar ise el işaretiyle boğazlarını göstererek yiyecek bir şeyler istedi.
 
Kamplara gelmeden önce 
yetkililerin yaptığı “İnsanların içinde su içmeyin, bir şey yemeyin” uyarıları kampta anlamlı hale geldi. Otobüsün camlarına yapışan onlarca çocuğun önünde değil bir damla su içmek, gözyaşlarımızı zor tutuyorduk. 
 
Dört bir taraf ıssız sarı kum, yapraksız dikenli çalılar, mavi bir gökyüzü. Ancak ne zamanın, ne mavi gökyüzünün bir anlamı var burada. İnsanlara gerekli olan tek şey su ve yiyecek. 
 
Bir lojistik faciası 
Afrika’da mülteci kamplarına yardım ulaştırmak sanıldığı kadar kolay değil. Taşıma su ve gıdayla yüz binlere hizmet güç. Dadaab’da en dikkat çeken BM Mülteciler Yüksek Komiserliği. Her tarafta UNHCR harflerini görmek mümkün. Bunun dışında kamp alanlarında yoğun bir yardım dağıtımı ve kalıcı olarak kendine yer bulmuş bir sivil toplum örgütü dikkate çarpmıyor. 
İnsani Yardım Vakfı (İHH) tuttuğu barakalarda 1 aydır günde 2 bin kişiye 1 ay yetecek gıda yardımı dağıtıyor. Dün dağıtımın yapıldığı yer etrafı tel örgülerle çevrilmiş, silahlı askerlerce korunan bir alan. Ellerinde fişi olanlar içeriye alınmış ancak binlerce insan dışarıda bekliyor. 
İnsanlar fotoğraflarının çekilmesine büyük tepki gösteriyor. Tellere çok yüklenenler önce uyarılıyor sonra görevliler ellerindeki sopalarla tellere vurarak güvenliği sağlıyor. 
Yardımlara en büyük engel, yol. Garissa ile kamp arası çöl. Türk gazetecileri getiren minibüsün bile defalarca kuma saplandığı ve 3 kez lastiğinin patladığı bir yol.
 
radikal