Ne yazık ki, verme ve fedakârlığı gerektiren hizmet odaklı siyaset 2009 da Özlem Hanım’ın Başkan seçilmesi ile birlikte medyatik yönlendirmelerle imaja dayalı, “konusuz siyasete” dönüştü

AK Parti ve MHP nin de bu oyuna gelmesiyle çözüm bekleyen ciddi sorunlar çocukların sokak kavgalarını andıran, dostlar alış verişte görsün cinsinden demeçlerle geçiştirildi.

İş bununla da bitmedi siyaset gösteriş zengini, verme yerine almayı ilke edinen, her renge bürünebilen, millette karşılığı olmayan türedilerin boy gösterdiği bir alan haline geldi.

Siyaset üstü bir yaklaşımla ele alınması ve tartışılması gereken jeotermal, Büyükşehir Yasasının öngördüğü kalkınma modeli, marka şehirler meydana getirme, hızlı tren, kent yaşam kalitesini artırma gibi projeler sokak siyasetine alet edildi.

Aklıselim sahibi insanların omuzlarında siyaseti bu kısır döngüden kurtarma gibi zor bir yük var. Bu biraz da serdengeçtilerin işi…

Yönetiminde bu tür insanlardan uzak durmaya çalışan Ömer Özmen’i tanıyanlarda bu serdengeçtinin onun olacağına dair iyimser bir hava meydana getirdi.

Ayrıca olaya bu noktadan bakanlara göre bu değişiklik domino etkisi ile diğer partileri de etkileyecek onların da bu tür niteliksiz insanlarla bağlarını kesmeleri ile Aydın siyaseti normalleşecektir.

Oluşan bu beklentinin diğer bir nedeni de Ömer Özmen’in siyasi çizgisindeki istikrar… Partisi AK Parti’ye iltihak ettiğinde bu partiden kendisini ne arayan oldu ne de soran… Ama o bir makam arayışı içinde olmadı, yörüngesinden de sapmadı.

30 Mart seçimlerinde onun topuğuna çıkmayan nice insana itibar kazandırmak adına meclis listelerine yerleştirme savaşı veren Sadık Atay ne Ömer Özmen ne de onun eski yol arkadaşlarından birinin kapısını çaldı.

Bu da yetmedi devrin yöneticileri, günümüzün pervanecileri tarafından parti genel merkezine bu “sığıntıların” AK Parti’yi eleştiren demeçlerini içeren dosyalarla şikâyet ettiler. O bunu da sineye çekti, sesini çıkarmadı.

Şimdi o sabrının mükâfatını gördü ve 600 delegenin ki, bu irade çok önemlidir firesiz desteği ile AK Parti il başkanı oldu.

Tek eksiği tecrübesini yaşamadığı iktidar partisinin başına geçmesi... O nüfuz ticareti ve yolsuzluklara geçit vermemek, hepsinden önemlisi de kul hakkının bekçiliğini yapmak zorundadır.

Siyasetin ticaret kapısı görüldüğü, bu anlamda siyasetçiye güvenin neredeyse sıfırlandığı bir ortamda yönetim sorumluluğu yüklenenler için bunu başarmak, hele bir de partisi iktidarda ise söylendiği kadar kolay değildir.

Bu azgın dalgalı denizde onu su yüzünde tutacak olan insana hizmeti ilke edinen yol arkadaşları, Saadet Partisi tecrübesi ve Has Parti mutfağında geçen hizmetidir.

Yönetiminde bulunan “akil adamların” sözünü dinler ilişkilerinde samimiyet ve dürüstlüğü ilke edinir bir de “pervanelerden” uzak durmasını becerebilirse başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.

Yok, milli irade adına “liderlik” yerine gemi batıranların şahsi iradeleri adına “naiplik” yapar veya bu kamuoyunda böyle bir algıya neden olursa “Davutoğlu Ahmet Hoca’nın” gemisini batırmakla kalmaz kendisi de bedelini ağır öder ve azgın dalgalar arasında yok olur, gider.

İşte Ömer Özmen bu gün kendi siyasi geleceği ile ilgili böyle çetin bir sınavla karşı karşıya... Ya kurtarıcı unvanı ile adını tarihe yazdıracak ya da fırsat tepen bir talihsiz diye anılacak.

Hangisi olacağını zaman gösterecek ama onun adının nasıl anılacağının hükmü 2015 de değil 2019 seçimlerinde verilecek.

İnsan yaşamında dönüm noktası olan bu denli önemli eşiklere Necip Fazıl “kader denk noktası” adını verir.

Şans faktörünün de etkisi ile atlama basireti ve cesareti sergileyenler büyük kahramanlar misali ya zamanlarına damgasını vurur, ya da tarihin tozlu sayfaları arasında unutulur, gider.

Kader denk noktasına en güzel örneği yine Necip Fazıl (özetle) Napolyon üzerinden verir.

Napolyon Paris ve civarı Garnizon Komutanıdır. Fransa da büyük bir siyasi karışıklık ve sosyal çalkantı içersindedir.

Napolyon yanında birkaç subay, görüntü olarak yorgun ve bitkin bir vaziyette meclisin karşısına geçer.

“Her şey yozlaşmaya yüz tutmuş başını almış geriye gidiyor.

Hürriyet, eşitlik ve muvazeneyi kurtarmak için tedbir almak, anayasayı değiştirmek gerekiyor”,der.

Vekiller; “ya anayasa ya ölüm” diye bağırmaya başlar. Tam bir kalkışma ve keşmekeşlik görüntüsü…

Dediğini kimseye dinletemeyen Napolyon dışarı çıkar ve meclisin bahçesinde toplanan askerlere; “arkamda mısınız, sonuna kadar beraber miyiz,” diye sorar.

Askerler de “sonuna kadar” demeleri üzerine Napolyon biraz önce çıktığı meclis salonuna tekrar döner ve yorgun ve sarsak halinden eser kalmamış haliyle vekillere “hepinizi tutukladım”,der.

Tabi biraz önce bağıran, çağıran vekillerden eser kalmamıştır. Bu olay Fransa’yı istikrara kavuşturmakla kalmaz Napolyon’u imparator yapar.(Necip Fazıl, İhtilal, s.266)

Ömer Özmen’den Napolyon olmasını kimse beklemiyor ama ortaya koyacağı irade ile neden bir Bülent Arınç, bir Nihat Zeybekçi olmasın.