Bugüne kadar tam 75 ülkede, 13 milyonu aşan sayıda seyirciye gösteriler sunan Mustafa Erdoğan, "Hakkarili olunca oynamayı bilmek zorundasın," diyerek ekliyor: "Zurnanın sesi nereden geliyorsa oraya gider halay çekerdik, profesyoneller gibi. Düğüne kalite katardık"

Saklıköy'de bir sitenin içinde Mustafa Erdoğan-Gülben Ergen çiftinin evlerini arıyorum, kapı numaralarına baka baka... Bir evin kapısında, mavi, şirin bir tabela var, üzerinde 'Boys Home' yazılı. 'Hah tamam, burası' diyorum. İçeri giriyorum; kapının önünde iki bebek arabası. Salonun ortasında iki mama sehpası. Tam bir bebek evi burası. Sessizlik hâkim. Sohbet Mustafa Erdoğan'la... Ama Gülben Ergen de gelse fena olmaz hani! Biz sohbeti bitirince Gülben Ergen de öğle uykusundan uyanan Atlas'la aşağıya inip bir 'merhaba' diyor, kahveye katılıyor. Onu da oturtuyorum yanımıza, hayatta bırakmam! Atlas'ı, ikizleri, evliliklerini sormaya başlayınca Erdoğan'da şalterler atıyor!

"Özel hayat konuşmak istemiyorum, niye soruyorsun bunları?" diyor, durmadan söyleniyor. Hay Allahım nasıl nemrut bir adam bu! Gülben Ergen ise tam tersi. Nasıl pozitif, çocuklarını anlatırken gözlerinin içi gülüyor. "İkinizi yan yana görünce, bu kadar yıl nasıl evli kaldığınızı merak etmeye başladım," diyorum. Kahkahalar atıyorlar. Şansımı zorlayıp devam ediyorum; yemiyor Erdoğan. Gülben Ergen'i kovuyor bu kez: "Gitsene sen Gülben!" Atlas araya giriyor, minik bir Troya gösterisi sunuyor bize. Minik ikizler uyanmış bu arada. Çıkıp iki küçük şahane bebekle tanışıyorum. Biri çatık kaşlarıyla bakıcısının kucağından dik dik bakıyor; o Mustafa Ares. "Mustafa'ya benziyor," diyor annesi göz kırparak. Diğeri uyku mahmuru gözlerle melek gibi bakıyor. "Bu da sana benziyor herhalde," diyorum, gülüyor. Adı Güney. Babanın yanına koşuyorum: "Valla Gülben Ergen'den Angelina Jolie olabilir de, senden Brad Pitt olur mu şüpheliyim," diyorum intikamımı alarak. Kahkahalar atıyorlar.

- Bir marka olmayı başardınız, pek çok ülkede de sahneliyorsunuz gösterilerinizi. Aslında Türkiye adına büyük bir tanıtım yapıyorsunuz, sessiz sedasız. Farkında mıyız biz bu yaptıklarınızın?

- Evet, yaptığımız şey büyük. Bu başarının salondaki gururunu yaşıyoruz elbette, ki bazılarına sizler de tanıklık ettiniz ancak Türkiye'de hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum zaman zaman...

- 'Tek başıma savaş veriyorum' duygusu mu gelip konuyor içinize?

- Açıkçası, basın bazen yeterince önem vermediğinde yaptıklarımıza, yalnız kaldığımızı düşünüyorum. Biraz da başarılarımızın kanıksandığını düşünüyorum. Gazeteciler artık atacak başlık bulamaz hale geldiler, 'Polonya'yı yaktı', 'Yeni Zelanda'yı yaktı', 'Amerika'yı yaktı'... (gülüyor)

- Kaç ülkede, kaç kişi izledi sizi?

- Rakam her gün artıyor. 13 milyonu geçtik sanıyorum. 75'in üzerinde ülkeye gittik, şehirleri saymak ise mümkün değil.

- Ve full oynuyor bütün salonlarda...

- Çok şükür!

- Hem Anadolu Ateşi, hem Troya aynı anda gösterilere devam ediyor. Sadece yurt dışında değil yurt içinde de hâlâ büyük ilgi görüyorlar. Bu işin bu kadar uzun soluklu olmasını, 'tutmasını' neye bağlıyorsunuz?

- Güzel olmasına bağlıyorum...

- Kimse ayranına ekşi demez zaten!

- Bir kere Anadolu kültürleri çok zengin, çok renkli. Anlattığımız hikâyeler de haliyle iddialı oluyor. Hem güzel bir eser sahneye koyuyoruz, hem teknik olarak dünyadaki örnekleriyle aynı seviyedeyiz, hatta çok daha ilerideyiz bazılarından. 250 performans dansçısı olan bir dans topluluğu başka yerde yok şu anda. Güzel, iyi her sanatsal eser de hem Türkiye'de hem dünyada karşılığını buluyor, izleyicisi oluyor haliyle...

- 'Bizde böyle şeyler olmaz, becerilemez' iddiasını yıktınız bir de.

- Kesinlikle!

- Türkiye'de dansa meraklı bu kadar insan var mıydı peki?

- Türkiye insanı dans etmeye eğilimli aslında, Türkiye'deki folklorik altyapı da buna müsait. Asıl zorluk, modern dans eğitiminin yetersiz olması. Dans okullarının sayısı az, bunlara katılım az. Bizden sonra dansa ilgi arttı. AKM'deki temsillerde seyirci sayısı arttı, televizyonlarda dans yarışmaları yapıldı, dansçılık bir sanatsal alan olarak kendini daha fazla hissettirdi.

- Bir taraftan dansçı da yetiştiriyorsunuz, gösteri olmasa bile provalar sürüyor, basbayağı bir şirket var ortada,
değil mi?

- İstanbul'da, İzmir'de ve Antalya'da üç ayrı okul var. Aslında tabelası asılmamış bir akademiyiz. Büyük bir aile gibi, ama kapitalist işleyişi itibariyle bir şirket tabii ki.

- Sürekli maaş ödüyorsunuz...

- Evet, sabit maaş ve prim.

- Anadolu Ateşi ve Troya'nın miadı ne zaman dolar peki?

- En az 20 yıl daha devam eder, onlar artık birer klasik.

- Seyircisi olacak mı o kadar?

- Tabii ki! Şu birkaç günde Abu Dabi'de 10 bin, Antalya'da 5 bin, İstanbul'da 3 bin seyirci izleyecek gösterileri. 2012 Fransa turnesi için sözleşme imzalıyoruz. Troya daha yeni yeni açılıyor dünyaya. Bu sene Berlin'de Avrupa prömiyerini yapacak, sonra her yere gidecek.

GELMİŞ GEÇMİŞ EN İYİ GÖSTERİ GELİYOR: İSTANBUL DREAMS

- Yeni projeler var mı?

- İstanbul Dreams isimli bir proje için çalışıyoruz şu anda, 2010'a yetişecek. Turistlerin buraya gelmeden önceki İstanbul algısıyla, geldiklerinde gördüğü şeyi ortaya koyacağız. yedi ayrı kültürden yedi ayrı bakışla sahneye konacak bir İstanbul. Bu hikayenin sonucunda da gösteri tarihi fragmanlarla, yani geri dönüşlerle akacak.

- Nasıl olacak bu?

- Bugün Ayasofya'yı gezen Alman bir tarihçinin gözünden, bin yıl önceki bir Bizans ayinine geri döneceğiz. Seneye tam bu günlerde prömiyer yapmak istiyoruz. İnşallah o zaman da bir röportaj yaparız konuşacak durumda olursam. (gülüyor)

- Çok mu heyecanlısınız?

- İstanbul'da bir gösteri merkezi yapıp, bu oyunun o gösteri merkezinde sahnelenmesini ve sabit temsiller yapmasını istiyoruz. Yani bu oyunu izlemek için İstanbul'a gelinmeli. Turne yapmak kolay, yapıyoruz zaten ama asıl hedefimiz bu oyunu burada izlemek için seyircinin dışarıdan gelmesi. Biz nasıl Cats'e bilet alıp gittiysek, bu da öyle olmalı.

- Kostümler falan?

- Çizimler başladı. Özel kostümler, efektler, teknikler olacak. Belki dünyada ilk kez kullanılacak teknikler burada kullanılacak. Gelmiş geçmiş en iyi gösteri olacak.

HAKKARİLİ OLUNCA OYNAMAYI BİLECEKSİN!

- Halk oyunlarına merakınız nereden?

- İlkokuldan beri gelen bir merak.

- Ruhunuzda var yani?

- Hakkarili olunca oynamayı bilmek zorandasın.

- Düğünlerde falan halay çeker miydiniz?

- Tabii. Zurnanın sesi nereden geliyorsa oraya giderdik ekip olarak. Herkes de çok memnun olurdu bundan çünkü profesyonel dansçılar gelmiş olurdu, düğünün kalitesi artardı (kahkahalar). Üniversitede de araştırma yaptım bu konuda.

- Ne araştırması?

- Halk danslarıyla ilgili deneysel çalışmalar yapıyordum. Halk Bilim Topluluğu'nu kurmuştum, yurtdışında hep dünya birincisi olduk. Türkiye'nin en başarılı olduğu alandır halk dansları. Biz bu hazinenin farkına vardığımız için başarılı olduk.

- Bu işe ilk soyunduğunuzda hayalleriniz bu kadar büyük müydü peki?

- Dünyada çok başarılı olacağını biliyordum ama Türkiye'de bu kadar çok seyirci bulacağımız konusunda kaygılarım vardı...

- O neden?

- Folklorun algılanışıyla ilgili bir sıkıntı olabileceğini düşünüyordum ama daha prömiyer gecesinde aşıldı bu. Çok iddialı bir giriş yaptık...

EN CESUR SANATÇIMIZ HER ZAMAN SEZEN AKSU

- Kürt kimliğine sahip bir sanatçı olarak Kürt açılımı ve ilgili tartışmalara ne diyorsunuz?

- Kürt açılımı konuşulmaya başlanır başlanmaz saldırıya uğraması, ortada henüz bir öneri yokken bu girişimin yargılanmaya başlanması gerçekten trajik ama çok da anlaşılmaz bir durum değil.

- Nesini anlaşılır buluyorsunuz?

- Anlaşılır bir şey çünkü 30 yıldır burada bir savaş sürüyor ve birçok gencimiz yaşamını yitirdi. Bunun yarattığı öfke henüz aşılamadı.

- CHP ve MHP'nin bu işte bu kadar ayak diremesine yorumunuz ne?

- Bu bence bir insanlık suçudur! Barış iradesini bu kadar kuvvetli bir şekilde gösteren hangi kesim olursa olsun onu desteklemek gerekiyor. Baykal Kürt raporları açıklamış, şu anda söylenenlerden daha cesur şeyler söylemiş bir siyasetçi olarak o gün söylediklerini hatırlar umarım.

- Bu sürece destek veren Sezen Aksu'nun yerden yere vurulması şaşırttı mı sizi?

- Duyarlı olmak bir sanatçının görevidir. Dünyadaki tüm sanatçılar da bunu yapıyor. Sadece kendi ülkeleri için değil, bütün savaşlara karşı çıktıklarını deklare ediyorlar. Bizim en cesur sanatçımız her zaman olduğu gibi Sezen Aksu.

BİZ 73 YIL BOŞANMAYIZ!

- Dansçı kızlarla ilgili dedikodu üretiliyor sürekli. Bu rahatsızlık ya da huzursuzluk yaratıyor mu evde?

- M.E: Çok fazla kapalıyız, bizimle ilgili başka ne uydurulabilir ki? Niyeti kötü insanlar bunu uyduracak ancak. Bizimle arası iyi olmayan basın mensupları çıkardı bu dedikoduları, şimdi onlarla iyi ilişkiler kurarak işi çözüyoruz! (kahkahalar)

- Sürekli 'Boşanıyorlar' dedikodusu çıkıyor. Ateş olmayan yerden duman çıkar mı diye sorsam terbiyesizlik etmiş olur muyum?

- M.E: Gerçekten terbiyesizlik olur. (kahkahalar)

- Cidden, canınızı hiç sıkmıyor mu, bütün bu haberler?

- M.E: Biz çok mutlu bir aileyiz, birbirimize âşık bir çiftiz. Bu Türkiye'de popüler insanlar arasında çok yaygın olan bir durum değil, 'nasıl olsa boşanırlar' beklentisi var. Ama 73 yıl daha bekleseler böyle bir şey olmayacak.

- G.E: Bunun acayip gırgırı oluyor evde...

- Gerçekten eğlenebiliyor musunuz bütün bunlarla?

- G.E: Çok! "Yine seninle ilgili bir dedikodu çıktı" diye arıyorum Mustafa'yı Antalya'dan; "Öyle mi, bu sefer, hangisi?" diyor. Gerçekten ben de dansçılarla çok iç içeyim. Söylenecek başka bir şey olmadığı için herhalde, bunu sürüyorlar sürekli fırına.

- Aşk devam ediyor mu peki?

- M.E: Evet, belli olmuyor mu?

- G.E: Olmuyor ki soruyor! (Kahkahalar)

BİZİM FARKLILIKLARIMIZ BİRAZ FAZLA YA, NEYSE!

- İkizlerle yaşam nasıl?

- M.E: Gülben sen gitsen?

- İkizleri soruyorum, özel bir şey değil!

- M.E: Memlekete ne, kime ne bunlardan? Ben okumayı sevmediğim bir röportajı vermek istemiyorum.

- G.E: Ben zaten yeteri kadar yapıyorum bunu.

- Kaç yıldır evlisiniz?

- G.E: Beş yıl bitti.

- Nasıl bu kadar yıl evli kalabildiniz siz, merak ediyorum!

- M.E: Benden bir tane daha olsa ne kadar tatsız olurdu düşünsene, böylesi daha iyi işte!

- Sahiden nasıl beş yıl evli kalabildiniz?

- M.E: Kendine benzeyen birine âşık olmazsın ki! Bu farklılıklar hayatı renkli yapıyor.

- G.E: Bizim farklılıklarımız biraz fazla ya, neyse... (ikisi de kahkahalar atıyor)

KEŞKE DAHA ÖNCE BABA OLSAYDIM

- Üç erkek çocuk babası olmak, daha mı erkek hissettiriyor?

- M.E: Yoo, kız da olsa bir şey fark etmeyecekti. Yılmaz'ın (Erdoğan) kızı Berfin vardı zaten, annem ve babamda 'erkek olsa' beklentisi oldu. Atlas'la onu da tattık.

- Üç erkek annesi olmak peki?

- G.E: Çok sorumluluk yükleyen bir duygu. Ufacık bir şey belki ama, ikizler 1.5 yaşından sonra ayrı odalarda, ayrı yataklarda, ayrı sınıflarda olmalıymış falan... Ya da yuvayla ilgili şeyler. O kadar çok şey öğreniyoruz ki...

- Kaç ay oldu ikizler doğalı?

- G.E: Ben üç ay diyorum, doktor 1.5 ay. Sinir oluyorum tabii. O 1.5 ayı biraz zor geçirdiğimiz için...

- Yoğun bakım zordu değil mi?

- G.E: Zordu, bambaşka bir şeydi, hayatın bir evresini daha yaşadık. Allah'a şükür, sapasağlam evimize geldik, güzel güzel büyüyorlar.

- Kız çocuk özlemi var mı?

- M.E: Bir kız olsaydı iyi olurdu.

- İstiyor baba!

- G.E: Yutkunamadım bi dakika! Nasıl bir yol düşündün Mustafa?

- M.E: Yok yok, bundan sonra istemiyorum. Kız kardeşleri olsaydı iyi olurdu anlamında. (kahkahalar)

- Şarkınızdaki gibi: 'Bir, iki, üç tamam, daha da katlanamam'...

- M.E: Asıl 'Bir, iki, üç, dört tamam' diyor şarkıda! (kahkahalar)

- Nasıl bir babasınız?

- M.E: Biz Atlas'la baştan sona bir Troya temsili yapıyoruz sürekli...

- Çocukla ilgilenme dans öğretmek sizin için galiba!

- M.E: Yani daha kaliteli oyunlar oynuyoruz. Ona öyküler okuyorum, o hikâyeleri canlandırıyor. Bir de bizim çocukluğumuzda sevdiğimiz hikâyeleri onunla bölüşüyoruz. Nerede karlı dağ görse, 'Heidi'nin dağları' diyor mesela... Hakkari fotoğrafları gösterince "Bu dağlarda Heidi yaşıyor," diyor.

- Gerçekleri anlatsak çocuğa!

(Kahkahalar)

- Bir kadın anne olduğunda, annelik her şeyin önüne geçer ya... Babalıkta da var mı bu durum?

- M.E: Babalık duygusu ancak yaşanınca öğrenilebilen bir şey. Aslında hayıflanıyorum, keşke daha önce baba olsaydım...-Sabah