Kendimi bir şey ile tanımlamam gerekiyorsa ben hep şiire sığındım diyen Matur, “Anadolu medeniyetler beşiği, medeniyetler yurdu olan bir toprak, üst üste pek çok kültür büyük bir tarih yaşanmış ve hepsi birikmiş aslında ama bunun ne kadarını şiire ve edebiyata aktarabiliyoruz bu cevaplanması gereken bir sorudur. Yunuslarla kıyaslandığında bugün yazılan şiir tabi ki eksiktir.” diye konuştu.

MATUR VE DİNK’İN ULUDERE ZİYARETİ

Bejan Matur programda Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ile birlikte Uludere’de yaşamını yitirenlerin ailelerine yaptıkları ziyareti de anlattı.

“Rakel’in gidişi bizim için son derece anlamlıydı. Ama yol aldıkça beraber, yolculuk sırasında bu anlamın ne kadar derin olabildiğini gördük. Çünkü Rakel 8 yaşında ayrılmış Cudi Dağı’ndan. 11 yaşında bir defa gitmiş. Ve ilk defa gidiyordu. Hrant’ı kaybettikten sonra gidiyordu. Onun için çok önemliydi, çok duygusaldı. Ve o acısını, oradaki acılı annelerle, kız kardeşlerle kucaklaşarak yaşaması, yol boyunca konuştuklarımız, onun halleri gerçekten büyük bir yolculuk oldu ve çok anlamlıydı hepimiz için. Çok duygusaldı. Zaten oralardan her döndüğümde bir yürek burkulmasıyla dönüyorum.”

CEZAEVİ GÜNLERİ

Matur programda bir dönem kaldığı cezaevinde gördüğü işkenceyi de anlattı.

“Bu benim çok anlatmayı istediğim bir şey değil, çünkü kolay değil. Başından beri bunun dilini kurmakta çok zorlanıyorum. Ve biraz da sizin söylediğiniz gibi hani bir tür klişe olduğu için hani cezaevinde yatmak, şiir yazmak bir tür klişe halini aldığı için sanki kimliğini oradan üretiyormuşsun gibi başından itibaren hep uzak durdum. Ama günü geldiğinde herhalde yazarım. Ben yazmak da istiyorum. Çok kolay değil anlatmak. 18 yaşındaydım ve 1 sene kaldım. Kürt olmak yetiyor bazen. Biz Kürt duyarlılığı olan bir grup gençtik. Hukuk Fakültesi’nde okuyordum. Ankara çapında çok büyük bir operasyon yapıldı. Neredeyse 200’ü aşkın üniversiteli genç gözaltına alındı ve bunlardan bazıları tutuklandı. Tutuklananlar arasında ben de vardım. Bunun detayları ve neden o kadar sürdüğü konusu var. Çünkü sonuçta hepimiz beraat ettik. 250 kişiden neredeyse sadece 1 kişi ceza aldı. Ama biz 1 yıl cezaevinde kaldık. Yani bu sadece yargı sistemi ya da yargının yavaş işleyişiyle ilgili bir şey değil. Tamamen ideolojik.”

“İKİ SAAT SONRA BIRAKIRLAR DİYE DÜŞÜNÜYORDUM 1 SENE KALDIM”

“Polisler emniyete götürmek için geldiğinde, yurtta kalıyordum. Şöyle bir duyguyla gittim. Üstümde incecik bir bluzla çıktım yurttan. İki saat sonra bırakırlar düşüncesiyle gittim; ama bir sene sonra çıkabildim. Tabi bu duyguyla gittiğinizde, hiçbir şey yapmadığınızdan ve masum olduğunuzdan emin olarak gidiyorsanız ve bu 1 yıl sürüyorsa içerideki kırıklık çok daha büyük oluyor.”

“… Bir tür ölüm aslında cezaevinde olmak. Bir hayatınız bitiyor, başka bir hayat başlıyor. Hayatta bir ara dönem o. Ve orayı bırakıp, oradan çıkıp, yeniden bir hayat kurmanız o kadar büyük bir mücadele gerektiriyor ki ve ben başından itibaren hani politik olana tenezzül etmeyen, hani klişe anlamda, herhangi bir grubun içinde rahat etmeyen bir insan olarak ben yıkılmış hayatımı kendim kurabilirim gücüyle telkinde bulundum kendime. Ve ben bunu başarabilirim dedim. Ve şiir de burada bana yardımcı olay şeydi.

“BANA İŞKENCE YAPAN POLİSLERLE KARŞILAŞMAK İSTERİM”

“İşkence terapisi üzerine uzmanlaşan terapistler hep şey derler. İki teori var. Hani konuşursanız iyileşirsiniz derler. Biri de konuşursanız çoğaltırsınız der. Yani ben susmayı tercih ettim her zaman. Çünkü bunlar kötülüğün klişe tabiriyle o çok bilinen cümleyle sözün bittiği yer. Bazen bazı kötülüklerin dili kurulamaz. İnsana yapılan işkencenin insanlığa karşı bir suç olduğunu varlığı hedef aldığını ve bunun karşısında yapılabilecek şeyin onu konuşarak yeniden üretmek değil. Bana işkence yapan polislerle bir gün karşılaşmayı çok isterim. Gözlerimin içine bakmalarını. Çünkü gözlerim bantlıydı. Belki de takip ediyorlardır, okuyorlardır. Bunu konuşabilmeyi çok isterim.''