Olimpiyatlara sayılı günler kala Türkiye'nin temsilcilerini tanımayı sürdüren Radikal gazetesi yüzmedeki bir temsilcimiz, Buse Günaydın ile görüştü.
Gölcük doğumlu milli kulaç, çocukluğunda nefret ettiği sudan şimdi nasıl çıkmadığından, deprem sonrası yaşadıklarına kadar her şeyi Radikal'den Caner Eler'e anlattı. Londra hedeflerini de açıkladı...

Karşınızda 'Gazeteci' yüzücü Buse Günaydın...

Hazırlıklardan başlayalım...
Evet, açıkçası şu hazırlık iki seneden beri devam eden bir olay. Dimitri Mançeviç ile ben 2 seneden beri çalışıyorum. Bu sistemle de iki seneden beri çalışıyorum. Hazırlıklar tabii ki uzun zamana yayılan bir süreçte gerçekleşiyor. Biz senede 3 kez yükselti kamplarına gidiyoruz. Yaklaşık yükselti kamplarımız 20 ila 25 gün hatta 28 güne kadar çıkabiliyor.

Nereye gidiyorsunuz? Nasıl geçiyor o yükselti kampları?
Fransa 'ya gidiyoruz genelde. Ama bu Güney Afrika da olabiliyor. Çok yoğun geçiyor geçrekten. Orada 2 gün çift yüzme antremanı artı çift kara antremanı, bir gün tek yüzme antremanı artı tek kara antremanı şeklinde devam ediyor. Bazen bazı kamplarda arada tüm gün tatil verebiliyor ama genelde 2 çift 1 tek şeklinde gidiyor. Artı içinde yürüyüşler oluyor. 4-5 saatlik yürüyüşler yapıyoruz dağ yürüyüşleri. Her gün 1 , 1.5 saat yine yürüyüşlerimiz oluyor. Genel çerçevede gerçekten zor ama asıl hazırlık aşaması orada oluyor zaten. Olması gereken bu.

Tüm bu macera nasıl başladı? Bu kadar fedakârlık gerektiren bir spor, başlangıç önemli ama sonrasında kalmaya nasıl karar verdin?
Ben Gölcüklüyüm. 1989'da orada doğdum. Babam asker olduğundan Gölcük'te yaşıyorduk. Emekli şu anda. Orada bir tane havuz açılmıştı askeriyede. Yüzme okulu denildi. Ama şöyle garip bir durum vardı, ben sudan çok korkuyordum. 2-3 yaşındayken beni duşa bile zorla sokuyorlarmış. Suya girmeyi kesinlikle reddediyordum. Ta ki 6 yaşında galiba bir tatile gittiğimizde babam beni bir şekilde kandırıp, suda durmayı öğretmişti. Bu arada o tatile gitmeden önce bana "Gel kızım seni yüzmeye yazdıralım" diyorlar ama benden kesinlikle onay yok. Kabul etmiyorum. Sonra suda durmayı öğrendikten sonra da benim zincirlerim kırılıyor ve ben yüzme okuluna gitmeyi istiyorum. Sonrasında sadece yüzme öğreniyim diye girdiğim yerde çok çabuk grup atlayarak ilerleyerek yüzücü oldum.

Bu kadar hız sorun olmadı mı?
Evet. Ben ayda 1 antrenor değiştiriyordum ve her seferinde ağlama krizlerine giriyordum "Ben antrenörümü çok seviyordum. Gitmek istemiyorum" diye.Tam birine alışıyorum, diyorlar ki ertesi ay bir üst gruba geçiyorsun.

Hikâye sonra nasıl gelişti?
2003'te babamın İtalya 'ya tayini çıktı. NATO 'da çalışıyordu. İtalya 'da, Napoli'de. Oraya gittik. 3 sene orada yaşadım. Ben hâlâ Kocaeli'de Poyrazspor'daydım ilk başta.

Deprem sizi nasıl etkiledi peki ?
Deprem ... Bizim aileden ölen olmadı çok şükür. Ancak ne yazık ki arkadaşlarımdan kaybettiklerim oldu. Ben açıkçası çok şanslıydım çünkü depremde orada olsaydım benim de şu anda yaşıyor olmama ihtimalim çok yüksekti çünkü o dönem orada evimiz yoktu. Babam akademideydi, çalışıyordu. O yüzden İstanbul 'daydık. Gölcük'e gitme ihtimalimiz çok yüksekti o günlerde. Gitseydik anneannemlerde kalacaktık. Depremde de onların evi yıkıldı. Onlar bir şekilde çıktılar evden ama çok fazla kişi olsaydık, büyük bir ihtimalle enkaz altında kalma ihtimalimiz olacaktı. Çok zor günlerdi gerçekten. Ondan sonrasında çok arkadaşımı kaybettiğim Poyrazspor ayrıldı ikiye bölündü. Yıldızlar oldu. Antrenorüm oraya geçince ben Yıldızlar Spor Klubü'nde devam etmeye başladım. Sonrasında, 2005'te İtalya 'dayken Fenerbahçe 'den teklif geldi. Fenerbahçe 'ye geçtim. 2010'a kadar Fenerbahçe 'deydim. Sonra da Galatasaray 'a geçtim.

İlk kez 2008'de olimpiyatlara katıldın. Nasıl bir deneyimdi?
Çok heyecanlıydım. Herkese aynı şeyi söylüyorum ama gerçekten öyleydi. Bir ara heyecandan bayılacak gibi hissettim. Çünkü bundan önce de tamam Avrupa Şampiyonalarına gitmiştim, büyük yarış görmüştüm. Ama böylesini görmemiştim. Sabah daha seçmelerde bütün tribünler doluydu. İnanılmaz bir atmosfer vardı. Bir kere öyle bir havuz zaten görmemiştik. O tribünleri unutamıyorum ben. En üst katına çıktık biz oradayken, havuz böyle küçücük duruyordu. O kadar büyüktü ama yine de boş yer yoktu sabah seansında dahi. Öyle olunca yarışa doğru giderken, bir de 2 tane oda vardı, ilkinde bekliyoruz. Ondan sonra ikinci odaya soktular. Orada ekranı gördüm, yüzenler... Benim heyecan iyice arttı. Sonra bizi bir karanlık odaya soktular. Sesler geliyor ama ben şöyle diyorum "Sakin, sakin ol Buse". En sonunda "Etrafına bakma. Direk depar taşına." dedim kendime... yoksa heyecandan donup kalacaktım. Gittim üstümü çıkarttım, düdüğü duydum sonra zaten depar taşına. Ondan sonra rahatladım. 2. yarışma daha rahattım. İlkinde çok heyecanlanmıştım.

Londra'da da bir yarı final olur mu?
Şimdi şöyle, final çok zor. Yarı final... Bilemiyorum. Çünkü öyle bir şey ki tek benimle de alakalı değil yani rakiplerimin durumuyla da alakalı. Oraya verilen derecelerini yüzemeyen insanlar oluyor, ya da daha iyilerini yüzen insanlar oluyor. O yüzden şu anda ben ne desem yalan olur, boş olur. Benim tabii ki hedefim en iyi şekilde temsil etmek ülkemi. Rekor kırmak istiyorum tabii ki, en iyi derecelerimi yüzmek istiyorum. Tabii ki yarı final-final yüzmek isterim.

Peki yeterli ilgiyi, desteği gördüğünüzü düşünüyor musunuz? Dönemlik söyleşiler asıl beklediğiniz şey değil sanırım. Mesela seni ne motive eder 365 gün fedakârlık gerektiren bir spor dalında kalıcı olabilmek için?
Şimdi şöyle bir şey var, bir kere biz bu içinde olduğumuz sistemin işe yaradığını gördük. O yüzden bu bizim için aslında çok güzel bir motivasyon. Çünkü bu zamana kadar tamam bir şeyler yapılıyordu. Ancak bir yardım alınmıyordu. Baktığınız zaman şu an ciddi anlamda bilimsel çalışıyoruz. Her şeyi, antrenmanları dahi çok farklı. Ben antremanda bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki... Ve antremanı da bilerek yapıyorum artık. Yani şunu sadece olimpiyatlar için, tamam bu dönemde bir yardım yapıldı işte, kamplar şunlar bunlar vs.. Olimpiyat bittikten sonra unutulmaması gerekiyor. Tamam bunu basın çok çabuk unutabiliyor onu biliyoruz sonuçta Türkiye 'deki popüler sporlara bir ağırlık var. O yüzden bizim isteyeceğimiz şeyi bu sistemin devam ettirilmesi.
SİNEMA: Film izlemeyi çok seviyor ancak son zamanlarda kamplardan dolayı güncellikten kopmuş durumda. En sevdiği film ise "La Vita e Bella"
KİTAP: Kamplarda çok fazla okuyor. Yorgunluktan bir iki sayfa sonra uyku galip çıkıyor. En sevdiği kitap: Marc Levy "Keşke Gerçek Olsa"
MÜZİK: Müzik dinlemeyi seviyor ama yarışa çıkarken değil. Öyle konsantre olmayı sevmiyor. Kulaklık takmadan çıkıyor, stresten uzak duruyor. Yarışı düşünürse yanlış şeyler, yapmaması gereken şeyler yapıyormuş her seferinde. Teoman "Kıskançlık" ve "Yağmur" favorileri
DÖVMELER: Sağ bacağındaki olimpiyat halkaları dövmesini Çin'de yaptırmış. Tavsiyeyle temiz bir yer bulmuştuk bir ara sokakta Pekin'de. Şimdi düşünüyordum da nasıl bir akılmış şu an olsa yapamam öyle bir şey, gittik yaptırdık... Sağ el bileğinde nazar boncuğu dövmesi var. Taktığı