Osmanlının dağılma sürecinde başlayan ve modern (!) Türkiye’nin kuruluşuyla devam eden siyasi mücadelede önemli yer tutan “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muassırlaşmak” kavgasının tezahürleri günümüz siyasi hareketlerinde de etkisini sürdürmektedir.

Aydınlar ve siyasetçilerimiz arasında bu ayrışma kendiliğinden olmamıştır.

Ayrışmaya imparatorluğun içine düştüğü durumdan kurtarma arayışı sebeptir.

Bir kısım aydınlarımız, “1789 Fransız aydınlanmasıyla” başlayan “Ulusçuluk” akımının etkisiyle Osmanlının kurtuluşunu “Türklçülükte” aramış.

Bazıları “İslamcılık” ta, bir kısmı ise “Batılılaşmada”

Hal bu olunca;

Akımlar arasında siyasi mücadele başlamıştır.

Bu bağlamda;Türkçülük akımı, kendilerini Türk sayan ama Türkçülük yapmanın zararlı olacağını düşünen farklı etnik kimliğe sahip aydınların, münevverlerin ve ulamanın refleksiyle karşılaşmıştır.

Refleks gayet tutarlı ve mantıklıdır.

Onların tezi; kurtuluşun yani imparatorluğun dağılışını engellemenin yegane yolunun Hilafet müessesesini çalıştırmak ve bir siyasi duruş olarak “İsalamcılığı” ön plana çıkarmaktır.

Türkçülük yapanlara karşı tezleri Türklük değil, Türkçülük karşıtlığı üzerinden yapılmıştır

Son zamanlarda içinden geldiğim ve bir çok birikimi aralarında edindiğim siyasi hareketin hala aynı çizgide olmasından ziyade “Biz Türküz dediğimizde bizi kafirlikle itham ediyorlar.” serzenişini sürdürmelerini yadırgıyorum.

Siyasi duruşlarını meşrulaştırmayı Türklük üzerinden değil, siyasi çizgilerini nasıl adlandırıyorlarsa onun üzerinden yapmalıdırlar.

Türkçülük mü? Milliyetçilik mi? Ülkücülük mü?

Her neyse, adını doğru ve net koymaları gerekmektedir.

Benim gördüğüm Türklük üzerinden eleştirinin yapılmadığıdır.

Eleştiriler daha çok Türkçülük ve “Doktriner milliyetçilik” tezine karşı yapılmaktadır.

Kişinin milliyeti “Kaderindendir” ama düşüncesi ve inançları “Kaderinden değil, tercihindendir.”

Koca koca insanların, akademisyenlerin “Türküz dediğimiz için bizi kafir ilan ediyorlar” tarzında cümleler kurmaları abestir, ayıptır, bühtandır ve günahtır.

Irkçılık, doktriner milliyetçilik veya başka bir siyasi ideolojik tercihinizi savunacaksanız, bunun mücadelesini doğru bir zeminde yapmalısınız.

Üzerinde anlaşabileceğimiz bir “Milliyetçilik” tarifi yapmalısınız.

Milliyetçilik tarifiniz, başka milletlere karşı inandığımız İslam dininin ilkelerine uygun düşsün.

Adalet düşüncemizi zedelemesin.

Bizi ve milletimizi adaletsiz davranmaktan alıkoysun

Varlığı realite olan aile, kabile, kavim ve millet üzerinden değil.

Mensubu olduğumuz kurumları sevmemizden daha normal ne olabilir ki?

Ancak, bu sevgiyi üstünlük aracı saymak yanlıştır.

Neye göre? 

Elbette inandığımız İslam buyruklarına ve o muazzez dinin adalet ilkesine göre.

Bir yere ait olmakla, o değeri üstünlük sebebi saymak farklı şeylerdir.

İnancımıza göre üstünlük takvadadır.

Milletimizin diğer milletlerden bir üstünlüğü varsa eğer, bu üstünlük bizden öncekilerin sair insanlara ve milletlere adaletle davranmaları ve yeryüzünde adalet için zulme karşı olmalarındandır.

Yoksa sırf “Türk” olduklarından değil.

Çevremizde adı Muhammed, İsa, Musa ve İbrahim olan kişileri sırf isimleri peygamber İsmi diye koşulsuz itaat etmiyor ve sevmiyorsak milletimiz veya ırkımız içinde aynı davranmamız gerekmektedir.

Milliyetçi çizgideki siyasetçi ve akademisyenler “Bizi Türküz dediğimiz için kafir ilan ediyorlar” şikayetinden vazgeçmelidir.

Bize göre “Milliyetçilik duygu” işidir.

İdeolojiye dönüştürülmesi; İslam noktayı nazarından baktığımızda yanlıştır.

Bu yanlışı Türk’te yapsa, Arap’ta yapsa, Rus’ta yapsa İngiliz’de yapsa yanlıştır.

Sadece biz Türklere mahsus yanlış değildir.