Silvan’dan gelen ölüm haberleri, sözü de manayı da hiç bu kadar hiçleştirmemişti. Belki 1993 yılından sonra ilk kez silahsız çözüm arayışına bu kadar yakınlaşılmış olmasından dolayıdır. Çünkü gelen her ölüm haberi, söz ve yazıyı güçsüzleştirmekle kalmıyor, savaş ve linç güruhuna daha çok kan isteme histerisi enjekte ediyor. Bu ortamda söz ve yazısından başka inanç ve gücü bulunmayanların sessizliğe hapsolması ise sahanın şiddet diline bırakılmasına ve herkesi de o kültürün birer edilgen aktörü olmasına itiyor. Bir savaşta eğer taraflar ölüm cephelerini sürekli açık tutuyorsa bunun en önemli nedenlerinden biri, tarafların kendi kirli ilişkilerinin açığa çıkmasını önleme ve/veya iktidarlarını devam ettirme kaygısıdır. Bu yüzdendir ki taraflar ölüme daha çok asker ve gerilla göndermekte hiç tereddüt etmezler. Çünkü şiddetin sonlandığı, barışın hâkim olacağı bir düzenin temizlik ve şeffaflık demek olduğunu herkesten çok bu savaş baronları bilirler. Baronlar kendi cephelerinde savaşma konusundaki ‘radikal’ tutumları ile kendilerine ayrıca bir dokunulmazlık ve ‘kahramanlık’ çeperi yarattıklarından, güçlerini çok derinlere salmışlardır. Öyle bir noktaya gelinir ki artık her şey onlardan sorulur. 
Ölümler, acılar arasında gerçek ile yanılsama birbirine karışır ve her şey simülasyonlaşır. Simülasyon tarih yazımı yalnızca modern ordu ve hayatlarda yaşanmaz, aynı şey modern ordu ile savaştığını ilan eden, rakibinin benzer kurumları ile kendini inşa eden örgütlerde de cereyan eder. Daha çok ölüm, daha çok şehit bu baronların ‘kahramanlık’larına ‘taze kan’ taşırken yaşamı savunan yoldaşlarına ise bu simülasyonda yer verilmez. Zaten tarih hep olageldiği gibi ‘resmi kahramanlık’ hikâyeleri üzerinden yazılmıyor mu! 
 
‘Dost’ çevreler 
Bugüne kadarki gelişmelerden çıkarılan şudur ki; derin/sığ devlet ile onun PKK, BDP, DTK içine, çevresine konumlandırılmış uzantıları Türkiye halklarına öyle kolay kolay huzur ve güven vermeyeceklerdir. 
Son yıllarda toplumsal meşruluk gücünü arttıran sivil Kürt siyasi çevresinde, güçlü olduğu 1990’lı yıllardaki gibi (Yalçın Küçük, Doğu Perinçek gibi) Kürt ‘dostu’ (neyse bu dost söylemi) olarak konumlanan Türkçü tipolojilerin yeni versiyonlarının sahaya sürüldüğünü görüyoruz. BDP ve DTK’nın da zaman zaman aslı Türkçü-İttihatçı ambalajı demokrat/sol kırması bu ideologlara kulak verip yalpalayarak stratejisiz kalması, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halkları için büyük bir risktir. Öyle ki Kürt siyasi çevresine konumlanan bu ‘rehberlerin’ çabaları çok kısa zamanda sonuç vermiş ve son 1 yıl içinde BDP hemen hemen tüm eksenini AKP karşıtlığı üzerine odaklamakla kalmamış, en az 100 yıllık İttihatçı yapısı ile gururlanan, Silivri’deki tüm mensuplarını çıkarmaya yemin etmiş bir CHP’den neredeyse medet umacak ve onun yörüngesine kayacak kadar hedef şaşırmıştır. 
Denilebilir ki Kürt siyaseti, 100 yıllık ulusalcı-İttihatçı bu devlet geleneği ile politik meşruluk, siyaset bilimi ve diplomasi gibi pragmatik nedenlerle flört ediyordur. Öyleyse bu durumun kendisi dahi başlı başına vahimdir. Çünkü Kürt siyasi hareketi, en az son 30 yıldır Kürtlere yaşatılan onca trajedinin müsebbibi bu yapının, derin örgütlülüğü, tecrübesi, provokasyon kültür, tabanı ve organları üzerinden politik meşruluk amaçlıyorsa çok büyük bir stratejik hata içindedir. Burada bahsettiğimiz konu, etik tartışmasından da öte, umulan siyasal kazançtan çok, kaybedileceklerin boyut ve derinliğinin tahmin edilemez büyüklüğü ve hasarıdır. Türkçü-İttihatçı yapının hedef şaşırtma manevraları, imha, katletme, kendisine muhalif olanı kontrol altına alma, yedek gücüne dönüştürme gibi binlerce stratejik tecrübesi karşısında Kürt siyasetçilerinin bu flörtten kazançlı çıkacaklarını düşünmeleri çok büyük bir tarihsel yanılgıdır. Aslında birçok Kürt siyasi aktörü ne menem bir organizmadan bahsettiğimizi çok iyi biliyor. Yine de bilmeyenler için ve söylediklerimizi şimdiden bir panik atak hezeyanı olarak adlandıracaklara: 1913’te İttihat Terakki Partisi’nin Balkan Kongresi’nde alınan kararlara, tüm Anadolu’da örgütlenmesini gerçekleştirmiş Ermeni örgütü Taşnaksutyun ile hangi amaçla politik flört ve işbirliğine gittiğine, sonra onun Anadolu’daki tüm örgütlülüğünden nasıl yararlandığına ve 2 yıl içinde Ermeni örgütlenmesini ideolojik olarak nasıl çökertip tasfiye ettiklerine, daha sonra da 1915 Ermeni soykırımına nasıl hazırlanıp gerçekleştirdiklerine tekrar bakmalarında yarar vardır. Bu pratiği çok masalsı olarak addedeceklere o zaman 2008 tarihinden bugüne süregiden Ergenekon, Balyoz gibi davaların iddianame ve eklerine mutlak suretle bakmalarını salık vereceğiz. Fakat gazete haberleri, soruşturma sürecini karartmaya çalışan köşe yazarları ve kitaplarını değil, bizzat zahmet edip dosyaları okumaları gerek. 
 
Hâlâ umut var mı? 
Kürt siyasi hareketinin, Ergenekon’un 1990’lı yıllarda Bekaa Vadisi’nde Öcalan’ı Kemalist yapmaya çabalayan aktörlerin yeni versiyonlarını Kürt siyasi hareketinin içinden ve çeperlerinden söküp atması yalnız Kürtler için değil Türkiye’nin diğer halkları için de bir umut ve hayır vesilesi olacaktır. Çünkü artık her bir ölüm, geleceği kurmaktan çok, halkları savaş tiranlarına kurban eden bir sürece sürüklemektedir. Yüzde 50 halk desteği ile 3. kez hükümet kuran Başbakan ve ekibine ise milliyetçi, militer, hamaset dolu söylemlerinden arınarak özgürlükçü anayasa yapımına girişmesinin artık ertelenemez yaşamsal bir vaka olduğunu hatırlatmak isteriz. Hükümet için zorluk ve engeller mevcut siyasi ve hukuksal doku ise; kendilerine naçizane somut önerilerimiz; hükümet olarak kendilerine bağlı ordu ve polis gücünü tam denetleyebilecek adımları atması, bu kurumların hukuk dışı tasarruflarını göz ardı etmemesi, tüm dokunulmazlıklar ile yasalardaki düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engelleri kaldırması gerekir. Bu birkaç yasal düzenleme ile hallolacak girişimler yeni anayasa için çok sağlam bir altyapı oluştururken ölümlerin durdurulması için de en etkili panzehir olacaktır.
 (Erdal DOĞAN: Avukat)