Cumhuriyetin kurulduğu 1920’li yıllar Avrupa’dan Dünya’ya pozitivizmin dalga dalga yayıldığı yıllardır.

Mehmet Kaplan’ın “Savaş Nesli” dediği o kuşak da o nedenle ”muasır medeniyete” ulaşmada dine gerek olmadığını, bilimin tek başına yeterli olacağına fazlasıyla inanmışlardı.

Bu anlayışa göre İstanbul köhnemiş, modası geçmiş metafiziğin merkezidir yeni kurulan Ankara ise bilimin merkezi…

Bu özelliği ile Ankara hiç bir devletin devamı olmadığı iddiasındadır. (M.Kaplan, Nesillerin Ruhu s.19)

O nedenle o “savaş nesli” Türk milletinin medeniyet izlerini Orta Asya’da aramaya koyulur.

Bütün bunların etkisiyle dini eğitim veren medreseler, dini kurumlar, geçmişte Anadolu’nun yurt olmasında önemli katkıları olan tekke ve zaviyeler kapatılır.

İş bununla da kalmaz yeni modaya uygun lüks semtler ve mahalleler kurulur. Bunlardan biri de İstanbul Moda’dır.

Türk Tarih ve medeniyetinin Anadolu’da oluştuğu görüşünde olan ve o nedenle Türk Tarihi’ni 1071’den başlatan, bu görüşüyle inkılâpçı kuşaktan ayrılan, eski jöntürk Yahya Kemal de Moda’da oturmaktadır.

Fakat o semtteki maneviyatsızlıktan sıkılır. Bazen taksiye biner bir camiye ya da manevi değerlerin yaşandığı mahalle ve sokaklara gider.

Üsküdar’daki “Atik-Valde’den İnen Sokak” bunların başındadır. O bir ziyaretinde sokağın bir köşesinden halktaki ramazan telaşını seyre dalar.

Top gürleyip oruç bozulan lahzalardan beri,

Bir nurlu neşe kapladı kerpiç evleri.

Ya Rab nasıl ferahlı bu alan, nasıl temiz,

Tenha sokakta kaldım, oruçsuz ve neşesiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı,

Hatsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu bu derdime teselli,

Az çok ferahladım, dedim kendi kendime,

“Onlardan ayrılış her an üzüntüdür,

Allah’tan ki böyle duygularım kaldı, çok şükür”.

Oruçlu olmamakla ramazanın herkesi sarıp kuşatan bu manevi havasından mahrum kalmış olmayı gurbetlik olarak niteleyen şair bunun farkında olmakla inançsızlığa bağlı oruç tutmayanlardan kendisini ayırır ve bu haline de şükreder.

Ondaki bu bakış açısı Müslüman’ın zaman ayarlamasında bile dini ölçü aldığını “Müslüman Saati’nde” dile getiren Ahmet Haşim’le aynıdır.

Beşir Ayvazoğlu’nun dediği gibi ramazan ayının maneviliği ve kendine has şiiriyeti, geçmişte namaz ve oruçla alakası olmayan hatta gayri Müslimleri dahi kuşatan bir havası vardı. (Karar Gaz.25.Mayıs 2017)

Evin reisi baba ailenin ramazanı bolluk içinde yaşaması ayrıca çocukları sevindirmesi için kurbanlık parası gibi bu ay için belli bir para ayırırdı.

Kadınlar sofrayı zenginleştirmek ne gerekiyorsa yaparlardı.

Çocuklar, gençler ramazan yaza denk gelmişse mahalle çeşmesinden veya kuyusundan testilerle su taşımayı kendilerine iş edinirlerdi.

Onların diğer bir görevi de henüz ezanın ses yayın cihazlarıyla okunmadığı dönemlerde top sesini dinlemek, zevk ve heyecanla büyüklere haber vermekti.

Açık olan kahvehaneler ve lokantalar bir saygının eseri camlarını İftarlık Gazoz Filmi’nde Cem Yılmaz’ın yaptığı gibi bez ya da kâğıtlarla kapatırlardı.

Oruç tutmayan aileler, varsa mahalle sakini gayri Müslimler kendileri açıkta yiyip içmedikleri gibi çocuklarını da yememeleri için tembihlerdi.

Ailecek hep birlikte büyükler ziyaret edilir, gönülleri alınırdı.

A.Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi bu ayda yanlış, yunluş bir Arapça ile dua ederek dilenen abani sarıklı, kör bir dilenciye bile ramazan hürmetine gıpta ile bakılırdı.(Mahur Beste, s.124)

Saygının, hürmetin, dayanışmanın bu denli yüksek olduğu bir yerde bayramların da tadı, lezzeti ve coşkusu bir başka olacaktır elbette…

İftar saatinin o güzelliğini görmek için Atik Valde’den İnen Sokağa giden Yahya Kemal Müslümanların bayram sevincine şahitlik etmek için bu sefer de Süleymaniye Camii’ne gitmeyi tercih eder.

Dili bir, gönlü bir, imani bir insan yığını,

Görüyor varlığımız bir yere toplandığını.

Ulu Mabette karıştım vatanın birliğine,

Çok şükür Allah’a gördüm, bu saatlerde yine.

Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı,

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Yahya Kemal’e göre bu Ulu Mabette bayram namazı için bir araya gelenler sadece İstanbullular değildir.

Bursa, Konya, İzmir başta bütünüyle millet cismen burada değildir ama gönül olarak burada bir ve bir aradadır.

Sadece diriler mi?

Kosova’da, Niğbolu’da, Varna’da, Çanakkale’de bu din, bu millet için can veren şehitlerin ruhları da, melekler de şaire göre bayramlaşmak için Süleymaniye’de hazırdır.

Yakın zamana kadar Anadolu’nun her yeri ramazanda bir Atik Valde Sultan sokağıydı, her camisi bayram namazlarında birer Süleymaniye camii idi.

İşte biz o zamanlar, oruç tutanıyla, tutmayanıyla, yaşlısıyla genciyle, Müslümi, gayri Müslimiyle, yerin altındakileriyle, üstündekileriyle Yahya Kemal’in şiirinde tasvir ettiği millettik, huzurluyduk.

Bu gün dini yaşantının önünde hiçbir engel kalmadı. Ama buna rağmen ramazanın birleştirici, kaynaştırıcı, egoları törpüleyen özelliğini millet olarak kaybettik.

Bunun kaçınılmaz sonucu bayramlar da bayram olmaktan çıktı. Telefonla, toplu atılan mesajla bayramlaşma dönemi başladı.

Kışa denk gelmişse Uludağ’da, Kartalkaya’da geçirilen, yaz ise sahillere akın edilen tatile dönüştü.

Kısacası ruh öldü, mutluluğumuz da yok oldu.

Ne diyelim… Yahya Kemal’in dediği gibi buna da şükür…

Herkese mutlu bayramlar…