Sanatçının, ilk kez görücüye çıktığı Montreal Film Festivali'nde büyük bir heyecanla karşılanan son yapıtı “Karanlıktakiler”, onun artık yavaş yavaş “kalfalık” dönemini de geride bırakıp gerçek bir “autheur-sinemacı” kimliği kazanışının ipuçlarıyla dolu…

KARANLIKTAKİLER

Yapım Yılı ve Ülkesi: 2009, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi: Psikolojik drama / 100 dakika
Senarist ve Yönetmen: Çağan Irmak
Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki
Işık Şefi: Abdullah Yazıcı
Özgün Müzik Bestecisi: Filmde özgün müzik çalışması yoktur. Bunun yerine Alessandro Marcello, Johann Sebastian Bach ve Wolfgang Amadeus Mozart'tan klasik eserler, yanısıra da dolgu arka plan müzikleri olarak Türk pop müziğinden eski parçalar kullanılmıştır.
Kurgucu: Bora Gökşingöl
Sanat Yönetmeni: Murat Güney
Kostüm Tasarımcısı: Canan Çayır
Oyuncular: Meral Çetinkaya (Gülseren), Erdem Akakçe (Egemen), Derya Alabora (Umay), Şebnem Dilligil, Rıza Akın, Merih Atalay, Durul Bazan, Savaş Akova, Pınar Töre, Güliz Şirinyan, Hilal Özbay, Güner Özkul
Yapımcı Şirket: Most Production
Dağıtıcı Şirket: CineFilm
İçerik Uyarıları: Argo ve şiddete yer vermemektedir. İki ayrı sahnede alkol kullanımı mevcuttur. İzleyicide herhangi bir erotik çağrışıma yol açmamakla birlikte, (çıplaklığın olmadığı) simgesel anlatımlı bir tecavüz sahnesi içermektedir. Kahramanlarının yaşadıkları karmaşık psikolojik ve ailevî sorunlar nedeniyle, 13 yaşından küçük izleyicilerin kolaylıkla kavrayabilecekleri bir film değildir.
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: www.karanliktakiler.com
Yıldız Puanı: * * * ½

Egemen, bir reklâm ajansında ofis boy olarak çalışırken, aynı zamanda da takıntılı annesi Gülseren'e bakabilmek için onunla zorunlu olarak aynı evde yaşamaktadır. Hayat, kırklı yaşlarına merdiven dayamış bu ezik adam için âdetâ evlerinin sınırları içine hapsolmuş minyatür bir cehennemden farksız biçimde akıp giderken, bunamanın eşiğindeki Gülseren içinse oğlu hayattaki tek varoluş nedenidir. Derken, patronu Umay'a duyduğu platonik ilgi Egemen'in zaten zor yürüyen hayatında büyük bir açmaz daha oluşturmaya başlar. Onu kimselerle paylaşmamaya kararlı annesinin varlığı, bu ilginin önünde kocaman bir engeldir. Ancak, Egemen biraz kaderin yüzüne attığı acı tokatlar, biraz da vicdanı ve sağduyusunun kılavuzluğu sayesinde en sonunda doğru olan adımı atacaktır.

Türk sinemasının -Nuri Bilge Ceylan ile birlikte- 2000'lerdeki en değerli iki kazanımından biri olan Çağan Irmak, sinemasını hem biçim hem de içerik açısından her yeni durakta biraz daha geliştirdiği uzun yürüyüşüne istikrarla devam ediyor. Sanatçının, ilk kez görücüye çıktığı Montreal Film Festivali'nde büyük bir heyecanla karşılanan psikolojik-drama türündeki son yapıtı “Karanlıktakiler”, onun artık yavaş yavaş “kalfalık” dönemini de geride bırakıp gerçek bir “autheur-sinemacı” kimliği kazanışının irili ufaklı ipuçlarıyla dolu…

İZLEYİCİSİNİ TERS KÖŞEYE YATIRMAYI SEVİYOR

İyilerin ve kötülerin en baştan kesin çizgilerle belirlendiği “Ulak” deneyimini bir kenara ayırırsak, Irmak, “Babam ve Oğlum”dan bu yana karakterlerinin “hayatta tuttuğu saf”a ilişkin olarak izleyicisini kandırmayı, özellikle de son çeyrekte ters köşeye yatırmayı çok seviyor. İyi de yapıyor, çünkü böylelikle, tıpkı “Karanlıktakiler”de olduğu gibi “Bu mudur yani öykünün bütün numarası” dediğimiz bir anda beyazperdeye serdiği yepyeni verilerle bizleri bambaşka bir yöne doğru savurup, bitiş jeneriği akarken de salonu allak bullak bir hâlde terk etmemize vesile oluyor. “Babam ve Oğlum”un katı kalpli, despot görünümlü babası ya da “Issız Adam”ın balayına hazırlanır bir profil çizerken hayatının kadınını ansızın orta yerde bırakıp kendi kokuşmuşluğuna geri dönen Beyoğlu yitiğini hatırlayanlar, neyi kasettiğimi de gayet iyi anlayacaklardır.

Çok fazla “spoiler” (tat kaçıran ipucu) verirsem bazı okurlarımın gelip kafamı yarma tehlikesi olduğundan, filmin konusunu aktarırken ölçüsüz bir açılıma gitme şansım yok. Çünkü “Karanlıktakiler” gerçekten de spoiler kaldırır bir yapıt değil. Yalnızca şunu vurgulamakla yetineyim ki bu öyküyü öyle aceleci yorumlara kalkışmadan, ilk karesinden son karesine kadar büyük bir sükûnet içinde izlemelisiniz. Ancak böylesi bir çabanın sonunda Irmak'ın nasıl bir senaryo cambazı olduğunun, filminin serme bölümünde dikkati çeken bütün eksik ve gedikleri ne denli büyük bir ustalıkla kapattığının ayırdına varıp, anlattığı ibretlik öykünün tadını çıkartabilirsiniz. İlk aşamada izleyiciye oldukça komik gelen boğucu bir hayat düzeni içinde (tıpkı öykünün diğer bazı karakterlerinin yaptığı gibi) kendisine bilenip gitgide daha şiddetle “nefret nesnesi”ne çevirdiğimiz ana kahramanın, gerçekte fedakârlıkların en büyüğünü ortaya koyup bütün ömrünü o fedakârlığa kurban ettiğine tanık olmak, bitiş yazılarıyla birlikte izleyici için son derece sarsıcı bir deneyime dönüşüyor. En önemlisi de film bu denli keskin bir virajı dönerken, senaryoda, oyunculuklarda ve genel akışta hemen hiç bir falso yok. Öykünün kesinlikle “gerçek hayatta olabilirlik” gibi bir zaafı bulunmadığı gibi, aksine böylesine trajik harcanmışlıkların “modernite” ile “gelenek” arasında çok kötü sıkışıp kalmış Türkiye gibi -sosyolojik açıdan hasta- ülkelerde ne kadar çok yaşandığını da bir kez daha hatırlama fırsatı sunuyor bizlere yönetmen…

YAMAN BİR GÖZLEMCİDEN ÇARPICI ANEKDOTLAR

Çağan Irmak, beyazperdede gür bir sesle konuşmaya başlamadan once, epeyce uzun bir süre susup, oturduğu köşeden bu ülkede yaşayan “ortalama insanlar”ın tutum ve davranışlarını, adım adım çözülmekte olan “geleneksel aile” yapısını, yanısıra da sonradan içine büyük bir yetkinlikle dahil olacağı “sinema, televizyon ve reklâmcılık çevreleri”ni dikkatle izlemiş biri… Muhtemelen, onu çömezlik yıllarında setlerde sessiz sedasız kablo taşırken ya da ortamdaki figürlere boş gözlerle bakarken gören tek bir Allah'ın kulu bile aslında heybesine bugünlerin sermayesini topladığını tahmin etmemiştir!

Evet; sinemamızın son dönemlerdeki en müthiş gözlemcisiyle karşı karşıyayız; O yüzden de Irmak'ın günümüz Türkiye'sine ilişkin konularda söylediği sözlerin büyük bir bölümü karavana atışa dönüşmüyor. Sözgelimi, “Mustafa Hakkında Herşey”den “Babam ve Oğlum”a, oradan da “Karanlıktakiler”e uzanan bir senaryo silsilesi içinde reklâm sektörünün yalama ve iki yüzlü dünyasına yönelik tespitleri, aynı fasıllara bire bir tanık olmamış birinin öyle kolay kolay yakalayabileceği türden ayrıntılar değil…

İzmir-Seferihisar'dan gelip sinemanın kalbi İstanbul'u fethetmiş bir “taşralı” olarak, son filminde taşralılığa ve bu sıfatın kültür başkentimizden nasıl göründüğüne ilişkin (baş kahramanının ağzından dillendirdiği) acı gözlemler de aynı oranda isabetli…

Kusursuzluk, yalnızca Allah'a mahsus bir özellik… Eh, bizim de (geleneksel “eleştirmen şirretliği” kapsamında) bu öykünün orasında burasında biçim ve içeriğe ilişkin bazı irili ufaklı falsolar gözümüze çarpmadı değil… Ancak, yönetmen, Türk sinemasında son yılların en iyi performanslarını ortaya koyduklarını gözlemlediğim iki başrol oyuncusunun eşliğinde bizlere öylesine ayrıksı, öylesine yürek yakıcı bir “analık öyküsü” anlatıyor ki son karede onları “kadı kızının hesabı”na yazarak kolayca unutup geçiyoruz. Zımba gibi bir oyuncu kadrosunun yanısıra, filmin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, kostüm tasarımcısı Canan Çayır ve sanat yönetmeni Murat Güney'e de oluşturdukları atmosfer için gönülden tebriklerimizi ileterek…

“Karanlıktakiler”, Irmak sinemasının -şimdilik- zirve noktasını oluşturduğu gibi, aynı zamanda bu hafta sonunun da tartışmasız en önemli gösterisi olarak güçlü bir alkışı hak ediyor.

* * *

FİLMİN EN DEĞERLİ UNSURU:


Başrol oyuncuları Meral Çetinkaya ve Erdem Akakçe… Her ikisi de tek kelimeyle muhteşem… Rollerini oynamıyor, yaşıyorlar.

* * *
FİLMİN ANAHTAR SAHNESİ:

Gülseren'in uyuşturucu tribinden çıktıktan sonra, oturduğu koltukta kendi kendine yaptığı konuşma:

“Ölüm kolaydı… Fakat, sen vardın… Senin için yaşadım ben…”

* * *

FİLMİN ANAHTAR CÜMLESİ:

“Ailemizin şerefi mevzubahis..”

* * *


FİLMİN TEKNİK KUSURU:

Jenerik tasarımı… Açılış jeneriği için seçilen yazı karakteri ve bayrak kırmızı renk, yazıların aktığı görüntülerde okunaklı durmuyor.

Ayrıca, ev içi bazı planlar arasında da genel kaliteyi zedeleyen aydınlatma farkları var.

* * *

FİLMİN MANTIKSAL KUSURU:

Vitrinin üzerinde duran siyah-beyaz evlilik fotoğrafı ve o fotoğrafın yıllar önceki çekilme ânında perdeye yansıyan görüntünün tutarsızlığı…

Eğer bu “flash-back” bölümde kamera gerçekten de Gülseren'in gözü ise o durumda (Gülseren, vitrinindeki fotoğrafta bambaşka bir tarafa şaşkın şaşkın baktığı için) kameranın da fotoğrafçının deklanşöre bastığı anda odanın sağ tarafına doğru pan yapmış olması gerekirdi./yeni şafak