TURHAN GÜNAY*, PROF. DR. ALPER H. ÇOLAK, ARŞ. GÖR. SİMAY KIRCA 
Karadeniz Bölgesi’nde geçen yüzyılın başından beri yaşanan belli başlı sel ve taşkınlarla bunların neden olduğu heyelanların bilançoları hep çok ağır oldu. Dünyada pek az ülke gösterilebilir ki Türkiye gibi sel ve heyelan olaylarıyla böylesine iç içe yaşasın ve bu olaylar böylesine olağan karşılansın. Şüphesiz bu olaylar şiddetli yağmurlar sonucunda yaşanmaktadır. Fakat alan kullanımında dengeler yerli yerindeyse yağmur ne kadar şiddetli olursa olsun havzada önemli bir zarar meydana gelmediği bilinen bir gerçektir. 
İşte bu noktada verilebilecek iki çarpıcı örnekle isterse tufan misali yağmur yağsın, yerine göre hiçbir zarar oluşmayabileceği açık bir şekilde görülebilmektedir: Bugüne kadar Türkiye’de kaydedilmiş günlük en yüksek iki yağış değeri vardır. Birisi 11 Aralık 1971 Antalya-Kemer, 469,9 mm yağış, ikincisiyse 1 Ağustos 1955, Zonguldak, 438,8 mm yağış. Kemer’deki yağış, havzanın tümü ormanlarla kaplı ve jeolojik temeli de kalker anakaya olduğundan hiçbir zarar meydana getirmezken; ormanlarını kaybetmiş ve arazi kullanımında her türlü çarpıklığın yaşandığı, jeolojik temelin de birtakım sıkıntılara sebep olduğu Zonguldak havzasındaki yağış neredeyse tüm Zonguldak’ı denize dökecek derecede zarar verici olmuştur. Bu örneklere baktığımızda havzada gerekli dengeler mevcut ve yeterince korunabiliyorsa yağışın asla korkutacak bir yanı olmadığını, aksi halde 5-10 mm’lik şiddetli sağanak bir yağıştan bile korkmamız gerektiğini açıkça görmekteyiz. 
Karadeniz sahil şeridinde arazi kullanımında yaşanan ileri boyuttaki çarpıklıklar yağmurun felakete dönmesine yol açıyor. Yoğun yerleşimlerle birlikte diğer önemli bir sorun ise çay, fındık, tütün ve mısır tarımı ile yamaçların istila edilerek, verimli ormanların nerdeyse 1000-1200 metrelere kadar çekilmesi. 
Sarp yamaç arazilerde orman dışında toprağı hatta kayayı yerinde tutacak ve hidrolojik dengeyi sağlayacak başka bir doğal güç tanımıyoruz. Oysa Trabzon, Giresun, Ordu ve Gümüşhane’de tarıma asla uygun olmayan, dolayısıyla orman olarak korunması gereken en az 356 bin hektar arazide tarım yapılıyor. Yağışın fazla olduğu bu yörede, toprağı koruyarak yüzeysel akışı ve erozyonu önleyen, toprağı saran, gövdesiyle yağışın önemli kısmını tutan ve suyu pompa sistemi gibi atmosfere gönderen verimli orman örtüsü gitmiş, yerine usulsüz ve ölçüsüz bir şekilde tarım yerleşmiştir. Türk tarımı bu vebali taşıdığı, ormanları elden çıkarıldığı sürece, sel ve heyelan gibi felaketlerin azalmasını beklemek mümkün değil. 
 
Özel koşullara dikkat... 
Ayrıca Karadeniz Sahil Yolu’nda olduğu gibi yüksek standartlı yol inşaatlarında derin yarmalarla yamaç dengeleri bozulduğu ve yer yer ‘heyelan topuğu’ ile oynandığından bu tip araziler kolayca kaymakta. Bu gerçeğe rağmen, Karayolları’nın bu hassasiyetleri dikkate almaksızın ve alternatif çözümler üzerinde durmaksızın yüksek standartlı yol inşa etme tutkusu tartışılır hale gelmiştir. Yörenin özel koşullarını dikkate alan alternatif çözümler üzerinde durulması gerekmekte. 
Ne acıdır ki ülkemizde, bir ‘rahmet’ ve ‘bereket’ kaynağı olan yağışlar, biraz fazla düşünce bir felaket ve korku kaynağı olmakta. Ülkece bu konularda bir uzlaşmaya varmanın zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir bile…