Başkasını Seviyorum proje kitapların hüküm sürdüğü bir çağda, zamanın ruhunu yansıtma gayreti ve samimiyetiyle dikkat çekiyor. Bir de anlattığı meseleye hem yazarı hem de okuru ortak edebilme gücüyle...

Geleceğe güvensizlik, teslimiyet, iktidar düşkünlüğü ve ideolojik yozlaşma... Bu ülkenin insanlarında derin bir hayal kırıklığı görülüyor epeydir. Ömer Özgüner"in ilk romanında bunlar var, günümüze ait başka birçok meseleyle birlikte... Gençliği yokluk içinde geçmiş bir kahraman Yavuz. Şimdi belirli bir iktidarın sahibi ve zengin. Fakat gene yokluk içinde yaşıyor. Ve “Seni seviyorum” cümlesi anlamını yitirdiğinde, bu derin boşluğu kabullenmek yerine, karısına başkasına aşık olduğunu itiraf ediyor. Bu gerilim anıylabaşlayan romanı okurken şunlar geçti zihnimden: “Seni seviyorum” derken bile insan kendini savunmasız hisseder. “Başkasını seviyorum” demek ise iyice zor. “Başkasını seviyorum” derken insan hem esaretini hem de cesaretini dile getiriyor...

Günümüz Türkiye"sini daha iyi algılamak için medyada çalışmak avantaj mı?

Kitabı diğer unvanlarımdan bağımsız, roman yazma tutkusuyla yazdım. Doktor ya da kasap da olabilirdim. Fakat şimdi geriye bakınca şunu fark ediyorum: Medyada olmak, insanların hayatla olan sıkıntılarını, beklentilerini, yaşadıklarını gözlemlemek için iyi bir anahtarmış hakikaten.

- Kahramanınızla ortak yönleriniz var mı?

Bu aslında bir sorgulama kitabı. Sürekli iç sesini dinlediğiniz Yavuz hayatı sorgulayıp onunla hesaplaşırken, en çok da kendine yükleniyor. Andıran yönleri var ama böyle olmasını tasarlamadım. Ben sadece bir hikaye anlatmak istedim. İhanet, kıskançlık, bir başkasını sevmek, mutluluğu o başkasında aramak, sevilmek isterken sevilmediğini fark etmek, hayal kırıklığı; bunlar yeni şeyler değil. Yüz yıllardır edebiyatçıların mesele ettiği konuları çağın enstrümanlarıyla anlatmayı tercih ettim.

- Kitabın adı niçin bu kadar çarpıcı geliyor bize?

Aşkta ve ilişkide insanları en tedirgin eden şey, hâlâ üçüncü şahıs ihtimali. Eşine başkasını sevdiğini söylediğin anda kırgınlık, öfke, kendini suçlama başlıyor, hayat başkalaşıyor... Aşık olmak bir
risk, evet ama insanın başkasını sevdiğini söylemesi daha büyük bir risk.

-Cennet bahçesi değilse üçüncü şahıs ilişkide neyi bozuyor?

Düzeni alt üst ediyor. “Mutlu olmasam da güvende hissediyorum” diyen insanlar ilişkilerini kolay kolay bitirmiyor. Halbuki üçüncü şahıslar, ilişkinin en zayıf olduğu noktada ortaya çıkar, tıpkı virüs gibi...

- Kahramanınızsa virüse gerek kalmadan kendini cezalandırıyor. Kendinde suçladığı tam olarak ne?

Aradığının ne olduğunu bilmemesi. En büyük meselesi bu. Çoktan soğuduğu bir işi yapıyor ama kaybetmekten korkuyor. Artık sevmediği biriyle birlikte ama aldatılmaktan korkuyor. Korkuyor da korkuyor, en son kanserden korkuyor işte... Ben Yavuz"un korkularını bizim de paylaştığımızı, hatta insanı kendi olmaktan uzaklaştıran bu korkuları zaten çağın ürettiğini düşünüyorum. Geçmişi özlüyoruz, çünkü geçmiş daha güvenli.

Gelecekten çok şey bekliyoruz, çünkü iyi şeyler umuyoruz. Gelecek ay daha iyi olacağım, öbür işe geçersem bu beni daha çok mutlu edecek, yeni bir ilişki her şeyi düzeltecek... Hep bekliyoruz ama hiçbir şey değişmiyor, hep aynı. Geçmişi özler, geleceği beklerken de şimdiye sıkışıp kalıyor ve kronik bir mutsuzluk içine giriyoruz.

- İlişkide başarılı olmak bir toplumsal statü göstergesi midir?

Çok önemli bir toplumsal statü göstergesi hem de.

-Bu yüzden mi en mutsuzlar bile mutluymuş rolü yapıyor toplum içinde?

Belki çok da açmak istemiyorlar hayatlarını. Açıldıkça deşilen bir şey hayat çünkü. Deşersen, görmen, görürsen kabul etmen, kabul edersen kendini düzeltmen, kendini düzelttikten sonra ilişkini yoluna koyman gerekecek. Bunu yapmazsan da sana mutsuz biri gözüyle bakılmasına katlanmak zorunda kalacaksın.

- Yavuz"un aşık olduğu Aylin"in, erkeklere atfedilen özellikleri var. Günümüz kadınının erkeğe biraz "erkeksi" geldiğini düşünebilir miyiz?

Benim kadın karakterlerim samimi ve dürüst. Eğer bir başka tenle temas ettiyse çok ciddi bir sorgulama sürecine, hem de son hızla girebiliyor, ardından da erkeklerin çoğu zaman yaptığı gibi iki kişiyle idare etmek yerine birinden vazgeçmeyi tercih ediyor. Bence erkeği rahatsız eden bir cesaret var burada. Kadın kuvvetlendikçe ve taraflar eşitlendikçe, erkeğin korkusu artıyor. Eskiden katlanmaya yönelik, idare eden bir kadın modeli dayatılırdı, şimdiyse duyguların çok da üzerine yapışmadığı, bir erkeğin verdiği acıyı bir başka erkekle unutabilen ama başka bir erkeği beklemeden de ilişkiden çekip gidebilen bir kadın modeli baskın hale geliyor. Bu da, tıpkı işyerinde yükselen kadından korkan erkek gibi ilişkide olduğu kadından korkan erkeği yaratıyor.

CAN DÜNDAR "HİÇ BEKLEMİYORDUK" DUYGUSU YARATTI

-Can Dündar kahramanınıza benzer bir şey yaşadı ama sadece eşine değil, topluma hesap vermek zorunda kaldı. Bu ille verilmesi gereken bir hesap mı? “Size ne!” dense, ne olur?

“Başkasını seviyorum” demişseniz eğer, bedelini öderseniz. Çapı önemli değil o bedelin. Alttan alta çok sıkıntılı da olsa yüzeyde huzurlu görünen evlilikler bu cümle üzerine bitebilir. Dahası, dışarıya karşı elde ettiğiniz kazanımları, toplumsal konumunuzu da riske atabilirsiniz bu cümleyle. “Başkasını seviyorum” diyen kişi, hayatındaki tüm dengelere bomba atmıştır, artık hayat bir daha asla eskisi gibi olmaz. Can Dündar"ın başına gelen bu.

-Sezen Aksu"ya, Bülent Ersoy"a kimse aşkta hesap soramaz. Can Dündar"a soruluyorsa bir sebebi olmalı...

Toplumun algısıyla ilgili olabilir bu. Mazbut bir eş, mazbut bir babaysa, topluma öyle gözükmüşse, aykırı düşen bir şey yaptığında daha çok tepki çekiyor. “Hiç beklemiyorduk” duygusu belki. Algıdaki sürpriz.../HT