O muhtıra niye hala duruyor?

Ankara. Kasvetli bir şehir. Ülkenin karakutusu, matruşkası.

Genelkurmay, TBMM ve Çankaya üçgeninde dolaşırken, keşke şu duvarlar bir dile gelse diye geçiriyorum zihnimden. Yıllar öncesine gitmeye gerek yok. Beş yıl öncesinde, 27 Nisan ’da AK Parti iktidarını hedef alan ve askerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale kastıyla verdiği muhtıra gecesinde yaşananlar... Ve ertesindeki süreç...

Bu aralar bunun peşindeyim ve birebir muhataplarıyla görüşerek sis perdesini aralamak gayretindeyim. Bugün düşünüyorum da, o gün “şer gibi gözüken” 27 Nisan muhtırasının bu ülkenin hayrına vesile olacağını kim bilebilirdi ki?

Ölümü göze alan iade-i muhtıra

E-muhtıraya hükümetin verdiği yanıt demokrasi tarihimize geçti elbette. Gece sabaha kadar uykusuz kalarak ve “ölümü göze alarak” yazılan “iade-i muhtıra” metni, Cemil Çiçek ’in ekranlar önünde birkaç dakikada okuduğu kadar kolay oluşturulmadı mesela. O akşam, cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül , eve her zamankinden daha erken, saat 8 civarında gelmiştir. İlk turlama yapılmış ve 367’nin icadıyla sinirler gerilmiştir. Ailesiyle birlikte vakit geçirirken bir süre sonra Ömer Çelik arar. “Askerlerin bir açıklama yapacağına dair duyum aldım. Televizyonlar birazdan altyazı geçecekmiş. Tayyip Bey ile konuşup buna mani olun” minvalinde konuşur.

Müstakbel Cumhurbaşkanı Gül, Ömer Çelik’le konuştuktan sonra farklı kaynaklardan da olayı teyit eder ve hemen Başbakanı arar ve konuyu iletir. Başbakanın haberi yok gibidir henüz. “Genelkurmay Başkanı’nı arayın da böyle birşey yapmasın” der. Kısa bir süre sonra Başbakan geri döner ve Genelkurmay Başkanı’nın telefona çıkmadığını söyler. Bu esnada televizyonda Genelkurmay’ın bildirisi yayınlanmaya başlamıştır.

Abdullah Gül ve Başbakan aralarında konuşurlar ve ortak görüş “Bu bir muhtıradır, ona göre hareket edeceğiz. Sakın ha en ufak bir zafiyetimiz olmasın. Buna misliyle cevap vermediğimiz zaman biteriz” olur. “Ne yapacağız?” sorusunu sorarlar birbirlerine.

Bana bir şey olursa aileme iyi bak

Cemil Çiçek, Beşir Atalay, Ömer Çelik, Hüseyin Çelik ve Ali Babacan, Gül’ün evinde toplanırlar. Zaman zaman başka isimler de gelir gider. Bu esnada, Hayrunnisa Hanım çok tedirgindir. Çünkü 12 Eylül sürecinde, evliliklerinin daha birinci haftasında, evlerini saran askerlerin, kocasını alıp götürdüklerine şahit olmuştur. Hayrunnisa Hanımı teskin eden Abdullah Gül, “aşağıda toplanacağız, sen burada kal” der. Fakat o gece de, ertesi sabah da, yakın bir dostunu arayarak “bana birşey olursa ailem sana emanet” der.

Burada, Hayrunnisa Hanım kanalından edindiğim bir anekdotu aktarmalıyım. Hayrünnisa Hanım, başörtüsü davasını sırf Abdullah Gül’ün siyasi hayatına gölge etmemek adına geri çekmiş ve bu husus aralarında hâlâ bir tatlı kırgınlık olarak devam ediyormuş. Hayrünnisa Hanım zaman zaman “kendi hakkımdan feragat ettim” diyerek içindeki ukdeyi dile getiriyormuş!..

Abdullah Gül, bunun bir muhtıra olduğunu ve misliyle cevap verileceğini tekrar anlatır yol arkadaşlarına. “Ölümüne” yürüdükleri bir yolda oldukları etraflıca anlatır. Sonra Ömer Çelik’e, konuşulanlar çerçevesinde bir metin hazırlamasını isteyerek içeri odaya gönderir. Gecenin ilerleyen vaktinde Ömer Çelik, kaleme aldığı karşı bildiriyle gelir. Metin üzerinde biraz daha tartışırlar. Bu tartışma, Cemil Çiçek’in metni televizyon ekranlarında okumasından öncesine kadar sürer. Hatta sabahki tartışmalarda, “çok önemli bir paragraf” metinden çıkartılır. Kimilerince bu çok sert bulunmuştur. (O paragrafa tam metniyle ulaşmaya çalışıyorum hâlâ.)

Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan o gece ve ertesinde tam bir mutabakat içinde çalışmaktadırlar. Oysa Abdullah Gül, 28 Şubat sürecinde de aynı tepkiyi vermek istemiş ve “genç” olarak görüldüğünden fikrine pek itibar edilmemiştir. Oysa Gül, eğer bir meselede meşruiyet zemini varsa ve bunun toplumsal bir karşılığı da varsa, sakin görünümünün aksine sonuna kadar (hatta ölümüne) gitmeyi seven biridir. “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değecek” olarak formüle etmiştir tepkilerini her zaman...

Erdoğan ile gemi selamette

28 Şubat sürecinde de Erbakan Hoca’ya buna karşılık verilmesi gerektiğini söylemiştir. Çünkü MGK kararlarıyla dikte edilen hususlar, herşeyden önce güvenoyu alan bir “hükümet programına” aykırıdır Gül’e göre. Haklı olduğunu bildiği hususlarda geri adım atmak gibi bir karakteri yoktu. Gerek Tayyip Erdoğan’ın, gerekse kendisinin cumhurbaşkanı olmasının öyle durduk yerde gelen bir talep olmadığını, bunun toplumsal karşılığı bulunduğuna inanıyordu. Bu yüzden geri adım atmadan sonuna kadar meşruiyet zemininde mücadeleyi düşünüyordu Abdullah Gül.

Nitekim bu mücadeleyi aynı kararlılıkta sürdürecek Tayyip Erdoğan gibi bir liderle “fırtınalı ve kayalıklarla dolu bir denizde gemiyi selamete ulaştırmak” mümkün görünüyordu.

Cumhurbaşkanı seçim sürecinde “yapılması gerekenleri en doğru şekilde” yapıyordu. Meclis’te grubu bulunan ve bulunmayan hatta Meclis dışında kalan tüm partilerle görüşüyor, tarafsız yönetim anlayışının işaretlerini veriyordu. Fakat buna rağmen birileri bunu istemiyor, kabullenemiyordu. “Fetihçi zihniyet” değerlendirmesini anlamakta güçlük çekiyordu. Gül’e göre, toplumsal talebi olan ve meşruiyet zeminindeki hiçbir hak bu şekilde reddedilemezdi. Bu süreçte toplumsal gösteriler organize edilmiş, 367 icat edilmiş ve son olarak muhtıra yoluna başvurulmuştu.

Kimsiye sormadan adaylığı çekti

Başbakan ve Abdullah Gül’ün kararlığı neticesinde 27 Nisan muhtırasına rağmen karşı bildiri ile bu manevra da savuşturulmuş gibiydi ama henüz belirsizlik hüküm sürüyordu. Muhtıraya karşı dik duran bildiriyi Cemil Çiçek ekranlarda kamuoyuna açıklamıştı ama, Cumhurbaşkanlığı seçimi ne olacaktı? Meclis’te üçüncü tur yapılmış ve Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu’nun yan çizmeleri neticesinde 367’nin bulunması mümkün olmamıştı. Abdullah Gül, üçüncü oylamadan sonra hiç kimseye sormadan, adaylığını geri çekti. Çünkü sürekli oylamalar yapılacak, tıpkı 80 darbesinde olduğu gibi “cumhurbaşkanı bile seçemediler” denilecek bir Meclis tablosu ortaya çıkacaktı. Meclis’in itibarı büyük ölçüde zedelenecekti. Meclis’i de sonuçsuz cumhurbaşkanı seçim turlarına zorlamadan Abdullah Gül adaylığını geri çekince, Başbakanın yürüttüğü uyumlu ve kararlı çalışmanın sonucunda hükümet “erken seçim kararı” alarak hodri meydan dedi.

Kaynaklarımdan edindiğim bilgilere göre, ne Başbakan ne de Abdullah Gül, seçimlerden bu kadar büyük bir zaferle çıkacaklarını düşünmemişlerdi. Ülkeyi büyük bir gerginlikten çıkaracak kararı bu kez “halk” vermişti. Türk halkının vicdanı, cumhuriyet tarihinde ilk kez büyük bir kararlılıkla askeri-sivil vesayete karşı koymuştu. AK Parti seçimden yüzde 47’lik bir zaferle çıkmıştı. Nitekim halkın da büyük desteğini yanına alan Başbakan ve Abdullah Gül’ün artık cumhurbaşkanlığı seçiminde geri adım atması sözkonusu olamazdı. Böyle bir tavrı, adeta halkın talebini yerine getirmemek olarak görüyorlardı.

İşte böyle bir sürecin sonucunda “gemi sahil-i selamete çıkarılmış oldu”.

Gemi sahil-i selamete çıkarıldı

Bugün artık Abdullah Gül Cumhurbaşkanı. 28 Şubat döneminden 27 Nisan’a kadar sürenlerin aksine, gayet normalleşmiş MGK toplantılarına başkanlık ediyor. Ülkenin hükümetiyle askerlerinin, çeşitli sorunlar ve gelişmeler hakkındaki istişare toplantıları haline geldi. MGK’daki oturma düzeninin değişmesi bile büyük bir yankı uyandırmadı asker kanadında. Eski MGK’larda olduğu gibi artık hiç kimse zihninin arkasında başka düşünceler besleyip, yeri geldiğinde “lafı çakmak” niyetinde değil. Cumhurbaşkanı, bugünkü haliyle MGK toplantılarını, toplumun normalleşmesinin bir göstergesi olarak değerlendiriyor artık. Fakat Türkiye’de “imtihanların” kolay kolay bitmeyeceğinin de bilincinde.

28 Şubat insanlığa karşı suçtur

Mesela şimdilerde gündeminde Ergenekon başta olmak üzere, 28 Şubat ve 27 Nisan’ın faillerinin yargı karşısına çıkarılması var. Yani bu süreci yakından takip ediyor. 28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde bizzat yaşanmışlıkları olduğundan, bunun müsebbiblerinin yargı karşısında hesap vermesinin doğal bir süreç olduğunu düşünüyor. 28 Şubat Post-Modern darbesi sadece Refah-Yol hükümetini muhatap alan bir darbe değildi, bir toplumu delirtme noktasına getiren travmalar yaşattı. Cumhurbaşkanlığına yakın kaynağımdan edindiğim, gencecik kızlara neredeyse deli gömleği giydirildiği ve insanlığa karşı işlenen bir suç olduğu ve tüm sorumluların hakkaniyet ölçüsü içerisinde yargı önüne mutlaka çıkmaları konusunda, neredeyse Sayın Abdullah Gül’le neredeyse aynı fikirde olmak mutlu etti beni. Bu arada, bir dönem dizisi olan ve yayınlandığı dönemde, Hayrünnisa Hanım’ın “Hatırla Sevgili” dizisi başladığında ekran karşısına geçip dizide kendi yaşadıkları anlatılıyormuş gibi izlediğini öğrendim.

Adalet anlayışı zarar görebilir

Şunun altını çizmeliyim ki, Cumhurbaşkanlığına yakın kaynaklarımdan edindiğim bilgiye göre, Ergenekon, 28 Şubat ve 27 Nisan yargılamalarının “hukuki zeminde” yürütülmesinde ve bu süreçte “güçlü olmaktan” kaynaklanan “yanlışlar” yapılmaması üzerinde büyük bir titizlikle duruyor. Eğer mesele suçluların yargılanmasından çıkıp “sizin inancınıza, düşüncelerinize ters düştüğü için, sizin kutsallarınızla bağdaşmıyor diye, fikrinize karşı olanların içeriye alınmasına” dönerse “adalet” anlayışının zarar göreceğine ve büyük bir toplumsal destek gören bu yargılama sürecinde “acaba”ların artacağına inanıyor. Yani karşıt fikirde olanlar her sesini yükselttiğinde bu davaya dahil edilirse, yargılamanın haklılığına gölge düşeceğini düşündüğü.. Hatta Ahmet Şık ve Nedim Şener örneğinin bir “yanlış” olduğunu kanaatini de gizlemediği...

Talimattan sonra formül bulundu

Son söz:

Bir sabah uyandık ve TSK’nın internet sitesinden 27 Nisan e-muhtıra sının kaldırılmış olduğunu gördük. Hatırlayacaksınız, ben o sevinçle, bu ayıbı oradan kaldıran Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e mektup niteliği taşıyan “Büyük barış öneriyorum” yazısını kaleme almıştım.

Bu büyük bir adımdı. Büyük bir şaşkınlıktı, “çağırın sizi ziyarete gelelim, el sıkışalım ve bitsin bu gerginlikler, siz ki bu ‘ayıbı ortadan kaldırabilme’ cesaretini gösterdiniz, yeni Türkiye’ye katkılarınız daha büyük ölçüde olabilir” minvalinde bir yazıydı hatırladığım. Gelelim 27 Nisan e-muhtırasının TSK’nın internet sitesinden nasıl kaldırıldığına. Öyle kimse kalkıp da “bunu buradan kaldıralım ayıp oluyor?” filan dememiş.

Öğrendiğime göre Sayın Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i davet ediyor ve “o muhtıra niye hala orada? Onu oradan kaldırın bu ayıbı temizleyin?” diyor.

Bu görüşme üzerine bir “formül” bulunuluyor ve 27 Nisan e-muhtırası ayıbı TSK sitesinden kaldırılıyor. Yani, TSK’nın internet sitesindeki muhtıra metni de öyle kendiliğinden kalkmamış. Cumhurbaşkanın talimatıyla gerçekleşmiş.

Türkiye değişiyor. Değişen Türkiye’de örneğin TBMM’den Çankaya köşküne giden “tek yön” levhalı tabela değişip “gidiş-geliş” yönü de açılabilir... İşte böyle... Ankara atmosferinden süzdüğüm bilgileri paylaştım. Zaman zaman buna devam edeceğim.