İşte demokratik açılımın yol haritası:

1. İsimleri değiştirilen yerlere eski isimlerinin verilmesine imkan sağlanacak.
2. Farklı dilv e lehçelerde siyasi propaganda hakkı tanınacak.
3. Üniversitelerde seçmeli ders konulması, sürecin önemli adımlarından.
4. Farklı lehçelerde 24 saat yayın yapmaya izin veren yönetmelik bugün Resmi Gazete'de yayınlandı.
5. G.Doğu'da yol kontrollerinin hafifletilmesi ve yayla yasağının kaldırılması üzerine çalışmalar sürdürülmekte.
6. Vatandaşlarımızın toplumsal hayatta farklı lehçeleri kullanmaları önünde engeller kaldırılacak.
7. Ayrımcılıkla mücadele komisyonu kurulacak. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında Meclis'e gönderilecek.
8. Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Protokolü onaylanacak. En geç bir yıl içinde ulusal önleme mekanizması kurulacak.
9. Bağımsız kolluk şikayet mekanizması kurulacak.

Meclis Genel Kurulu'nda, demokratik açılımla ilgili genel görüşme önergesinin görüşmeleri başladı.
Genel görüşmeyi TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin yönetiyor. Görüşmelerde ilk sözü hükümet adına İçişleri Bakanı Beşir Atalay aldı.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, izledikleri aktif dış politika sonucu, terör örgütünü bölgede ve dünyada büyük ölçüde yalnızlaştırdıklarını söyledi.

Atalay, Genel Kurulda, ''Demokratik açılım'' adı da verilen ''Milli Birlik ve Demokratik Açılım Projesi''nin genel görüşmesinde yaptığı konuşmada, demokratik açılımın süreci ve kapsamı hakkında bilgi verdi.
Demokratik açılımın birbiriyle bağlantılı iki temel hedefi olduğunu belirten Atalay, bunların birincisinin terörün sonlandırılması, ikincisinin de demokrasi standardının yükseltilmesi olduğunu söyledi.
Ülkenin bütün sorunlarının çözümünü demokraside gördüklerini ifade eden Atalay, Türkiye'nin ertelenmiş, dondurulmuş, ihmal edilmiş ve bu nedenle kronik hale gelmiş siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünün demokratikleşme olduğunu kaydetti.

Atalay, cesurca ve kararlılıkla yüzleşmek zorunda olunan, her biri onlarca yıllık geçmişi olan sorunların çözümünün, doğası gereği bir anda olamayacağına dikkati çekti.

Terörün sonlandırılmasının, terörle çok boyutlu ve kapsamlı mücadeleyi gerektirdiğini kaydeden Atalay, bu bilinçle hareket eden Hükümetin, terörle mücadelede, bütün imkanlarını seferber ettiğini, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak, ülkenin birlik ve beraberliğini güçlendirmek için her türlü tedbiri aldığını söyledi.

Atalay, güvenlik güçlerinin terörle mücadeledeki kahramanlığının, başarısının birlik ve beraberliği koruyan en önemli unsur olduğunu belirterek, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da güvenlik güçlerine her türlü desteği vermeye devam edeceklerini ifade etti.

'TERÖR ÖRGÜTÜNÜ, BÖLGEDE VE DÜNYADA YALNIZLAŞTIRDIK''

Terörü besleyen kaynakların kurutulması ve istismar unsurlarının ellerinden alınması için önemli çalışmalar yapıldığını ifade eden Atalay, şunları söyledi:

''Bunlara ilaveten izlediğimiz aktif dış politika sonucu, terör örgütünü dünyada ve bölgede büyük ölçüde yalnızlaştırdık. Özellikle sınır komşularımız Irak, İran, Suriye ve diğer ülkelerle yürüttüğümüz aktif ve yapıcı diplomasi sonucunda, terör örgütü önemli ölçüde etkisiz hale getirilmiştir. Terör örgütüne verilen uluslararası destek büyük oranda önlenmiştir. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Hükümetimiz, Türkiye'nin ayağında bir pranga olan terör sorununu çözme konusunda kararlı olmaya devam edecektir. Ülkemize ve milletimize her yönden kaybettiren terörün olmadığı bir Türkiye, hepimizin huzur ve güven içinde, özgürce yaşayacağı bir Türkiye olacaktır.''

''AMAÇ, TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ AÇIĞINI KAPATMAK''

Atalay, AK Parti'nin varlık sebeplerinden biri ve belki de en önemlisinin, Türkiye'nin demokrasi açığını kapatmak olduğunu kaydederek, ''AK Parti iktidarı, bir yandan halkın iradesinin gerçek anlamda yönetime yansıması, diğer yandan da bireysel hak ve özgürlükler alanının genişlemesi için çok büyük gayret göstermiştir'' dedi.

Aslında tüm bu gayretlerin, atılan adımların, insan odaklı siyaset anlayışlarının ürünü olduğunu anlatan Atalay, ''Biz, insanımızı hiçbir ayrım gözetmeksizin onurlu birer varlık olarak görüyoruz. Çünkü insan eşref-i mahlukattır, yani yaratılmışların en şereflisidir. Partimizin ismindeki 'adalet' ve 'kalkınma' kelimeleri de insanın onurlu bir varlık olarak yaşamasına bir atıftır'' diye konuştu.
Atalay, buradaki adaletin, insan onurunun gerektirdiği, herkesin temel hak ve özgürlüklere sahip olarak eşit ve hür vatandaş olarak yaşadığı bir siyasal düzeni işaret ettiğini söyledi. Bakan Atalay, kalkınmanın ise yine insanın onurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak bir ekonomik seviyeyi ifade ettiğini vurguladı.

''DEMOKRATİK AÇILIMLA ADALETİ GÜÇLENDİRECEĞİZ''

Demokratikleşmenin, insanların hak ettiği, eşit ve özgür vatandaşlar olarak aidiyet duygusunun geliştiği bir siyasi düzenin pekiştirilmesini sağlayacağını belirten Atalay, şunları söyledi:

''Unutmayalım ki, sosyo-ekonomik ve siyasal sorunlarımızın çoğunun kaynağında adaletsizlik vardır. Adaletin gerçek manada tesis edildiği yerde barış ve huzur vardır. Adaletin olduğu yerde sağlıklı bir birey-devlet ilişkisi vardır.

İşte biz, demokratik açılımla, mülkün temeli olan adaleti güçlendirmeye çalışıyoruz. Ülke sınırları içerisinde ve kim olursa olsun, herkesin kendisine adil davranıldığı ve bu devletin eşit ve özgür bir vatandaşı olarak görüldüğü duygusunu pekiştirmeye çalışıyoruz.

Aslında, demokratik açılımın hedeflerinin gerçekleşmesi, alınacak idari ve yasal tedbirlerle beraber elde edilecek kazanımların kimi hak ve özgürlüklerin standardının yükseltilmesinin, insan onuru ve adalet gibi değerlere dayanan bir zihniyetin toplumda yaygınlaşmasına bağlıdır. Kısacası, demokratik açılım köklü bir zihniyet değişikliğini ve dönüşümünü gerektirmektedir. Bütün vatandaşlarımızın yürekten inandığı bir iklim değişikliğini gerektirmektedir.''

''TÜRKİYE SON 7 YILDA BÜYÜK DÖNÜŞÜM GEÇİRDİ''

Meclisin, hükümetleri döneminde büyük fedakarlık ve kararlılık içinde çalıştığına işaret eden Atalay, başta Anayasa olmak üzere ilgili yasalarda demokratikleşme ve insan haklarının geliştirilmesi alanında önemli değişiklikler yapıldığını anımsattı.

''Türkiye'nin son yedi yılda her alanda ne kadar büyük bir dönüşüm geçirdiğini anlamak için yapılanların bazılarını burada hatırlatmakta fayda görüyorum' diyen Atalay, şöyle devam etti:
''İktidara gelir gelmez, insan haklarına saygının ve demokratikleşmenin bir göstergesi olarak, olağanüstü hal uygulamasına son verdik.

Olağanüstü yönetimler, terörle mücadelenin gerektirdiği bir durum olarak savunulabilir. Ancak olağanüstü yönetimin, doğası gereği geçici olması gerekirken, hepimizin malumudur...
Özellikle 90'lı yıllarda ülkemiz, faili meçhullerle, yargısız infazlarla ve işkencelerle anılan bir ülke haline gelmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği yüzlerce ihlal kararıyla, ülkemizin uluslararası camiada ne kadar zor duruma düştüğü herkes tarafından bilinmektedir.Türkiye'yi, adeta olağan hale gelen olağanüstü halden hükümetimiz çıkarmıştır.

Aynı şekilde, normalleşme politikamızın bir parçası olarak, olağanüstü dönemleri çağrıştıran ve yargı bağımsızlığı noktasında sürekli tartışma konusu olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri hukuk sistemimizden çıkartılmıştır.

'İkiz sözleşmeler' olarak bilinen Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Sosyal ve Ekonomik Haklar Sözleşmesi hükümetimiz döneminde bu Yüce Meclis tarafından onaylanarak ülkemiz açısından bağlayıcı hale gelmiştir.''

İNSAN HAKLARI ODAKLI ANLAYIŞ

2004 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle, temel haklara ilişkin uluslararası anlaşmaları, iç hukuk sisteminde üstün bir konuma taşıdıklarını belirten Atalay, bu değişikliğin, uluslararası insan hakları mekanizmalarına olan bağlılık, dolayısıyla insan hakları odaklı siyaset anlayışlarının somut tezahürü olduğunu vurguladı.
Atalay, normalleşme sürecinde, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve terörle mücadele alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu'nda önemli değişiklikler yapıldığını anımsattı.

Vatandaşların günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesine imkan sağlandığını hatırlatan Atalay, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının yasal güvenceye kavuşturulduğunu, TRT 6'nın yayın hayatına başladığını söyledi.
''İşkenceye sıfır tolerans'' politikası çerçevesinde yasal değişiklikler yapıldığını belirten Atalay, işkence ve kötü muamele suçunun tanımının genişletildiğini, cezaların artırıldığını, bu cezaların tecili ve paraya çevrilmesinin önlendiğini kaydetti.

Bakan Atalay, ''Bugün Türkiye, artık faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü muamelelerle anılmayan bir ülke haline geldiyse bunda AK Parti Hükümetlerimizin kararlı ve ısrarlı mücadelesi belirleyici olmuştur'' dedi.

Atalay, insana saygı esasına dayanan, özgürlükçü karakteri ön planda bir ceza hukuku düzeni kurulması amacıyla Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Kabahatler Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Denetimli Serbestlik Kanunu çıkarıldığını anımsattı.

''SİVİL TOPLUM GÜÇLENDİRİLDİ''

Demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için, sivil toplumun güçlenmesi ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanmasının çok önemli olduğuna işaret eden Atalay, bu amaçla, 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun yürürlüğe konulduğunu ve dernek kurma hakkına getirilen kısıtlamalar kaldırılarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olarak örgütlenme özgürlüğü sağlandığını kaydetti.
Atalay, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda da gerekli değişiklikler yapıldığını, açık, şeffaf ve hesap veren yönetim anlayışının gereği olarak Türkiye'de ilk defa 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çıkarıldığını hatırlattı.
Bakan Atalay, demokratikleşmenin ve yerelleşmenin bir gereği olarak, belediyeler ve il özel idarelerin, Anayasada belirtilen 'yerinden yönetim' ilkesi çerçevesinde yeniden ele alındığını, bu çerçevede önemli yasal değişiklikler yapıldığını kaydetti.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, talep olması halinde isimleri değiştirilen yerleşim birimlerine, mevzuat hükümlerine uygun olarak eski isimlerinin verilmesine imkan sağlanacağını bildirdi.

Atalay, ''demokratik açılım'' ile ilgili Hükümet adına Genel Kurulda yaptığı açıklamada, açılım çerçevesinde şimdiye kadar yapılanlar ile bundan sonra yapacaklarına ilişkin bilgi verdi.
Demokratikleşme ve insan hakları alanında yapılanların yanı sıra sosyo-ekonomik yaraların sarılması ve altyapı sorunların çözümü için de çalışmalar yaptıklarını belirten Atalay, ''İzlediğimiz ekonomi politikaları sayesinde tüm vatandaşlarımızın refah düzeyi yükselmiş, geçmişe göre çok daha iyi bir duruma gelmiştir'' dedi.

Bölgeler arasında ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme farklarını ortadan kaldıracak, geri kalmışlığın getirdiği işsizlik ve göç gibi sorunlarda rahatlama sağlayacak projelere ağırlık verdiklerine değinen Atalay, bu kapsamdaki Konya Ovası Projesi, Doğu Anadolu Projesi ve Güneydoğu Anadolu Projesinin 2013 yılında bitirilmiş olacağını bildirdi.

Atalay, KÖYDES ve BELDES projeleri için 2005-2009 döneminde ülke genelinde tahsis edilen toplam ödenek tutarının 5.8 milyar TL'ye ulaştığını kaydetti.

Hükümetleri döneminde terörden zarar gören vatandaşların bu zararlarının hızlı, etkin ve adil bir şekilde karşılanması amacıyla özel bir kanun çıkarılarak, terör ve terörle mücadeleden doğan zararlar nedeniyle vatandaşlara 1 milyar liranın üzerinde tazminat ödendiğini bildirdi.

''HERKES İÇİN DAHA FAZLA ÖZGÜRLÜK''

''Şehit ve gazilerimizin bu vatan için yaptıkları büyük fedakarlığı biz çok iyi biliriz'' diyen Atalay, Şehit ailelerinin ve gazilerimizin tüm meseleleriyle yakından ilgilendiklerini vurguladı.
Atalay, bugüne kadar şehit yakınları ve gazilerden 10 bin kişinin kamu kurumlarında ve özel sektörde istihdam edildiğini belirterek, köylerine dönmek isteyen ailelere yönelik başlatılan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinin 14 ilde sürdürüldüğünü söyledi.

Atalay, ''AK Parti iktidarları döneminde alınan tedbirler sayesinde terör örgütünün ve bu sektörden beslenenlerin istismar ettiği unsurlar ellerinden bir bir alınmakta ve vatandaşlarımıza sahip çıkılmaktadır. Biz terörle mücadele ve demokratikleşme çerçevesinde attığımız bu başarılı adımları kesinlikle yeterli görmüyoruz. Bundan sonraki dönemde de milletimizin hak ettiği demokrasi ve insan hakları standartlarını yakalamaya yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleri almaya devam edeceğiz'' diye konuştu.

Tedbirlerin, ülkenin tamamını rahatlamaya dönük olduğunu vurgulayan Atalay, şöyle devam etti:
''Zira, biz demokratikleşmenin toplumun bütün kesimlerini kapsadığı zaman başarılı olacağına inanıyoruz. Bu nedenle, demokratik açılımın sloganı 'herkes için daha fazla özgürlük'tür. Biz, herkes için daha fazla haklar, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz. Bu, Türkiye'yi zayıflatmaz, tersine güçlendirir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesi korumak, demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin vazifesidir. Hükümetimiz, bu anayasal yükümlülüğün bilinciyle, mevcut insan hakları mekanizmalarını daha etkin hale getirmiştir.''

''SÜRECİN ÖNEMLİ YANSIMALARI...''

İçişleri Bakanı Atalay, açılım kapsamında yapılan kısa vadeli işlerin yasal düzenleme gerektirmediğini, bu çalışmaların idari tedbirler ve yönetmelik değişiklikleriyle yürütüldüğünü belirterek, orta vadeli çalışmalar doğrultusunda yasal düzenlemelerin yapılacağına dikkati çekti.

Atalay, geçen hafta 18 yaş altındaki tüm çocukların Çocuk Mahkemelerinde yargılanmasını sağlamaya yönelik kanun tasarısının Meclise sunulduğunu, geçen hafta cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşmesine imkan sağlayan yönetmeliğin yürürlüğe girdiğini bildirdi.
Atalay, ''Vatandaşlarımızın kullandığı farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerimizde akademik araştırma yapılması, enstitü kurulması ve seçmeli ders konması gibi uygulamalar, bu sürecin önemli yansımalarındandır'' dedi.

RTÜK'ün, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasına imkan verecek kararının önemine de değinen Atalay, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayanların günlük yaşamlarını kolaylaştırmayı amaçlayan; yol kontrollerinin azaltılması ve yayla yasaklarının kaldırılması gibi idari tedbirler üzerinde de çalışıldığını bildirdi.

Atalay, ''Terörle mücadeleyi aksatmayacak şekilde, bölgedeki insanlarımızın günlük yaşamlarının normalleşmesini sağlayacak bu tür tedbirlerin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Diğer yandan, toplumsal ve dini hizmetler dahil, vatandaşlarımızın sosyal yaşamlarında farklı dil ve lehçeleri kullanmalarının önündeki engeller de kaldırılacaktır'' dedi.

FARKLI DİL VE LEHÇELERDE PROPAGANDA İMKANI

İçişleri Bakanı Atalay, ''Bugüne kadar çeşitli sebeplerle isimleri değiştirilen yerleşim birimlerine, yerel talep olması halinde, mevzuat hükümlerine uygun olarak eski isimlerinin verilebilmesine imkan sağlanacaktır. Diğer yandan, siyasi partiler hukukunun alanını genişletmeyi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bir gereği olan siyasi propaganda hakkının önündeki bazı yasal engellerin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Söz gelimi, siyasi partilerin seçim çalışmalarında vatandaşlarımızın kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de onlara seslenebilme imkanı verecek gerekli çalışmalar bunlardandır'' diye konuştu.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ''Demokratik Açılım, üniter yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak hiçbir unsur ihtiva etmemektedir. Aksine bu, bir Milli Birlik ve Kardeşlik Projesidir'' dedi.
Atalay, Genel Kurulda, ''Demokratik açılım'' ile ilgili genel görüşmede Hükümet adına yaptığı konuşmada, demokratik açılımın süreci ve kapsamı hakkında bilgi verdi.

Demokratik açılımın orta vadeli tedbirlerin genellikle yasal değişiklik gerektiren çalışmalar olduğunu söyleyen Atalay, hiçbir ayrım yapılmadan bütün vatandaşların hukuk önünde eşit olduğu ve hakkını arayabildiği mekanizmaların kurulmasını, mevcut mekanizmaların güçlendirilmesini amaçladıklarını kaydetti.

YENİ MEKANİZMALAR KURULUYOR

Yeni kurulacak mekanizmalar hakkında bilgi veren Atalay, şunları kaydetti:
''Yegane gayemiz, vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını sağlamaktır. Bu bağlamda ilk olarak, oluşturmayı planladığımız insan haklarını korumaya yönelik yeni denetim mekanizmaları var. Bilindiği gibi, Anayasamızın 10. maddesi her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulamasını izleyecek bağımsız bir mekanizmanın oluşturulması insan hakları standardımızın yükselmesine ciddi katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız bir Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikayetini ele alarak, etkili bir denetim gerçekleştirecektir. Konu ile ilgili kanun tasarısı yakında Yüce Meclise gönderilecektir.

Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını, bağımsız ve sivil bir İnsan Hakları Kurumuna dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni Kurum da Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu gibi, insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi görecektir. İnsan Hakları Kurumuna ilişkin kanun tasarısı da yakında Meclise sunulacaktır.

İşkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte, işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır. İhtiyari Protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde Ulusal Önleme Mekanizması kurulacaktır.''

İnsan hakları ihlalleri konusu başta olmak üzere kolluk hakkındaki şikayetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik yeni bir mekanizma oluşturma çalışmasının devam ettiğini bildiren Atalay, ''Kurulması düşünülen Bağımsız Kolluk Şikayet Mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir'' dedi.

''AÇILIM, UCU KAPALI PAKET DEĞİL''

Atalay, yapılacak değişiklikler ve kurulacak mekanizmaların ''etnik kökeni, inancı, cinsiyeti veya siyasi tercihleri ne olursa olsun ülkemiz sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini korumayı'' amaçladığını söyledi.
''Biz bu adımlarla, herkes için daha fazla haklar, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz'' şeklinde konuşan Atalay, bu tür değişikliklerin, Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle uyumlu hale getirmek için de gerekli olduğuna değindi.
Şimdiye kadar yapılanların demokratik açılım kapsamında alınan tedbirlerin sadece bir kısmı olduğunu ifade eden Atalay, demokratik açılım kapsamında yapılacakların nihai bir liste şeklinde olamayacağını söyledi.

Atalay, ''Çünkü biz demokratik açılımı ucu kapalı bir paket olarak değil, dinamik bir süreç olarak görmekteyiz. Süreç içerisinde ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar ve değerlendirmeler ışığında da gereken her türlü adım atılacaktır. 2002 yılından itibaren de böyle olmuştur'' diye konuştu.

''MİLLETİMİZ BU ANAYASAYI HAK ETMEMEKTEDİR''

''Türkiye'de demokrasinin standartlarını gerçek manada yükseltecek olan şey, demokratik ve sivil bir anayasadır'' diyen Atalay, mevcut anayasanın her açıdan toplumun gerisinde kaldığını savundu.
Atalay, şöyle devam etti:

''Bu anayasanın gelişen Türk Milletinin 21'inci yüzyıldaki ihtiyaçlarını karşılayamadığı açıktır. Milletimiz bu anayasayı hak etmemektedir. Bu nedenle, mümkün olan en geniş toplumsal katılım ve mutabakatla, çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması gerekmektedir. Biz bu değişiklikleri hedeflerken, Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez olan ilk üç maddesinin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini defalarca açıkladık. Burada bir kez daha belirtmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri, devletin üniter yapısı, bayrağı, milli marşı ve resmi dili, bu tartışmaların dışındadır.
Yüce Türk Milleti ve onun değerli temsilcileri huzurunda bir kez daha yüreğimle ifade ediyorum. Demokratik açılım, üniter yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak hiçbir unsur ihtiva etmemektedir. Aksine bu, bir Milli Birlik ve Kardeşlik Projesidir.''

''FİTNE UNSURLARINI TEMİZLEMEK İSTİYORUZ''

Atalay, Genel Kuruldaki konuşmasını şöyle tamamladı:

''Birileri, sürekli milletimizi değişik faktörleri kullanarak, bölmeye, parçalamaya, aralarındaki ihtilafları artırmaya, birbirine husumet ve kin besletmeye hep çalışmıştır ve bu konu bir sürü unsurları kullanmışlardır. Biz, bu fitne unsurlarını önlemek, temizlemek istiyoruz. Milletimizin önünde bu fitne unsurları kalmasın. Birbirlerine bizim geleneksel medeniyet değerlerimizin o yapıştırıcı tutkallarıyla ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, onurlu üyeliğiyle bağlarını daha çok artırsın, kardeşliğini artırsın. Bizim dileğimiz budur. Bunun ötesinde AK Parti'nin 7 yıldır yaptığı bellidir. Daha fazla refah, Türkiye'nin daha fazla büyümesi, uluslararası alanda Türkiye'nin daha güçlenmesi ve hepimizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak daha bir alnımız ak, başımız dik her yerde gezelim. Bugün, bu yönde çok mesafe aldık.
Yüce Meclis, bütün Türkiye'nin meselelerinin konuşulduğu, olgunlaştırıldığı, karar verildiği bir kutlu çatıdır. Bu konuyla ilgili yola çıktığımız günden beri Hükümet olarak hep bu çatıya işaret ettik. Bu konular gelir orada görüşülür. Biz de bugün huzurlarınızda bu bilgileri arz etmiş oluyoruz. Bu vesileyle, verilebilecek her katkı bizim için önemli. Gelin hep beraber bir şefkat dilini, bir kardeşlik dilini bu Meclis olarak Türkiye'ye sunalım, vatandaşlarımıza sunalım. Bizim beklediğimiz budur. Muhalefetin vereceği her katkı, bizim için önemlidir.''


TÜRK: CUMHURİYET TARİHİNİN EN DRAMATİK KONUSUNU GÖRÜŞÜYORUZ

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini söyledi.

Türk, TBMM Genel Kurulunda görüşülen ''Demokratik açılım'' ile ilgili genel görüşme önergesi üzerinde partisi adına yaptığı konuşmada, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini ifade etti.

''Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler. Ancak hiç kimse, bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır'' diyen Türk, siyasi ve ekonomik rantları için bu acıların sürmesini isteyenlere karşı demokrasi mücadelelerini sürdürdüklerini, bundan sonra da kararlı bir biçimde sürdürmeye devam edeceklerini bildirdi.

Ahmet Türk, ülkenin bu en temel sorununu demokratik siyasal bir çözüme kavuşturmak için, TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurulmasını önerdi. Türk, ''Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o halde; Hükümet, bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine, Meclise teslim etmelidir'' dedi.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ''Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz'' diye konuştu.

Genel Kurulda, ''demokratik açılım'' konusundaki Genel Görüşme önergesi üzerinde konuşan Türk, ''Kürt sorununun'' ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve sonuçta çözümsüz bir hal almasının ''devletin hatalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu'' iddia etti.

''Sorunun bu hale gelmesi, elbette ki uluslararası sistemden ve güç dengelerinden bağımsız da değildir'' diyen Türk, ''Bu sorun, hiç şüphesiz ki Türkiye'nin kendi içinde ve iç dinamikleriyle çözmesi gereken bir sorundur. Ancak bu durum, konuyu dış dünyadan yalıtarak ele alma lüksüne ya da hatasına bizleri sevk etmemelidir'' dedi.

''Farklılıkların inkarı ve demokrasi yoksunluğunun, ülkeyi uluslararası sistemin sömürüsüne ve istismarına açık hale getirdiğini'' ifade eden Türk, ''Bu, temel bir paradigma farkıdır. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu bile, Kürt sorununa yaklaşımdaki hatalar nedeniyle, bunların değirmenine su taşıdığını fark etmedi. Bazıları da ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruma adı altında yapılan hataların, Türkiye'yi adım adım bunlara teslim ettiğini göremedi'' diye konuştu.

''TEMEL YANILGI''

''Sorunların üstüne şiddetle gidildiğini, tepkilerin nedenlerinin doğru analiz edilmediğini, demokratikleşme hamleleriyle yaklaşılmadığını'' bildiren Türk, ''Bunlar yapılmış olsaydı; bu gün 40 bin ölüden, binlerce faili meçhulden bahsetmeyecektik. Boşaltılmış üç bin köyden, göçe zorlanan milyonlardan, yitip giden yüzlerce milyar dolardan söz ediyor olmayacaktık. Taş attığı için, hapislere tıkılan yüzlerce çocuğun dramı ile yüz yüze kalmayacaktık'' dedi.
''İşte, tam bu noktada, PKK'nın bir sonuç olduğunu ifade etmek istiyorum'' diyen Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:

''PKK, devletin ve hükümetlerin siyasal hataları neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Ancak devlet, bu sonucu ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak benimsediği için, sorunun nedenleri hiçbir zaman ele alınmamıştır. Bize göre temel yanılgılı yaklaşımlardan biri budur.
Kimi çevreler ise aslında Kürtlerin herhangi bir sorununun olmadığını, bu taleplerin dış güçlerce üretildiğini, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu görmemeyi tercih etmiştir.

Eğer eşit yurttaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuz olmadığını iddia ediyorsanız, lütfen biraz empati yapın. Bir an düşünün; Birileri çıksa ve 'yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur' dese ve tek kelime Kürtçe bilmeyen sizin çocuğunuza, zorla Kürtçe eğitim yaptırsa, kendinizi eşit yurttaş olarak hissedebilir misiniz bu ülkede?

Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız, insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz? Eminim bunun düşüncesi bile, bazılarınızın tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi ülkesinde, kendi anavatanında, kendi devleti tarafından dilinin inkar edilmesi, yasaklanması, yok sayılması nasıl bir travma yaratır? Bunu anlayabilir misiniz? İşte, düşüncesi bile, sizin tüylerinizi diken diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. Hiç değilse onurumuzu korumak için, bu politikalara karşı çıkıyoruz.''

''ASIL ETNİK MİLLİYETÇİLER TEK ETNİK KİMLİĞİ DAYATANLARDIR''

''Türk halkının bir tarihi, kültürü, medeniyeti olduğunun inkar edilmeyen bir gerçektir'' diyen Türk, ''Şüphesiz ki; bu tarihine, kültürüne sahip çıkması da, onur duyması da en temel hakkıdır. Ancak aynı şekilde, Kürtlerin de bir tarihinin, kültürünün, edebiyatının ve sanatının olduğu da inkar edilemez bir gerçektir'' dedi.

Kültürlerin tümünün yan yana barış içinde, birbirine saygı temelinde yaklaşmasının ''bir erdem örneği olacağını'' ifade eden Türk, ''Bu örnekler tarihimizde vardır. Görkemli uygarlıklar, bu şekilde ortaya çıkmıştır'' diye konuştu. Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz. Bu nedenle bir kez daha ifade ediyorum; Bu mesele bir Kürt-Türk meselesi değildir. Türk halkına karşı bir tutum da değildir. Asimilasyon politikalarına karşı bir tutumdur. Bunun doğru anlaşılması gerekir.
İnkar edilmiş, yok sayılmış bir dili ve kültürü savunmayı da etnik milliyetçilik olarak tanımlayanları halkın vicdanına havale ediyoruz. Ortada resmi olarak kabul edilmiş bir etnik kimlik bile yokken 'bu kimlik vardır' demenin neresi milliyetçiliktir, neresi ırkçılıktır? Asıl etnik milliyetçiler, vatandaşlarına tek etnik kimliği dayatanlardır. İğneyi kendine batırmayıp da çuvaldızı bize batıranlardır.
Peki bunca hata, inkar, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar sorunun çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olan, bu uygulamalar değil midir?''

BAHÇELİ: MECLİS TARİHİNİN EN TALİHSİZ GÜNÜ

Demokratik Açılım" oturumu görüşmesinde İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın ve DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli kürsüye geldi. Bahçeli'nin konuşması: Sözlerimin başında aziz şehitlerimiz rahmet, minnet ve şükranla anıyo, aziz hatıralarını yad ediyorum. Bu mücadelede gazilik mertebesine ulaşmış olanları saygıyla anıyorum. Meclis, 89 yıllık tarihinin en talihsiz gününü yaşıyor. Hükümet eliyle bölünme modelleri arayışına ilk defa tanık oluyoruz. Atatürk'ün mücadelesi sorgulatılmaya çalışılıyor. Bugün nasıl bölüneceğimizi nasıl ayrılacağımızı mı tartışacağız. Maksadınız nedir, bizden istediğiniz nedir? Bu çatı altında konuşulan konulardan üzüntü duymamak mümkün değildir. Hükümet eliyle Türkiye için bölünme modelleri arayışına girilmesine siyasi tarihimizde ilk defa şahit olunmaktadır. Bugün burada hangi kararları alacağız? Gazilerimizi, şehitlerimizin hatırasını nasıl yaralayacağımızı mı? Aylardır görüşmek istiyordunuz. İşte burada milletin huzurundayız. Bizden istediğiniz nedir? Bunların hangisine onay vereceğiz? Bunun hesabını iki cihanda nasıl vereceksiniz? Türk milleti bunu asla kabul etmez. Türkiye bir bütün olur bu oyuna gelmez. Yıkımın muhattaplarına da hak ettiği dersi verir. Hesabını da mutlaka sorar. Niyet sahiplerini uyarıyorum, MHP'nin 69 vekili ve milyonlarca Türkiye sevdalısı al bayrağımıza göz dikelnlere hak ettiğini verir. Bugün aziz milletimiz son derece endişeli ve huzursuzdur. Bu açılımın amacı, anlamı ve sonuçlarının iyi değerlendirilmesi gerekir. Burada sınırları anayasa çizer. Türkiye son 25 yıldır terör ve bölücülük sorunuyla karşı karşıyadır. Bu süreçte ok ağır bedeller ödenmiştir. Güvenlik güçlerimiz 6 binin üzerinde şehit vermiş, PKK'lılar 5 binin üzerinde vatandaşımızı katletmiştir. 2002'ye gelindiğğinde terörün beli kırılmıştır. AK Parti hükümeti ile beraber terör yeniden güç kazanmıştır. 7 yıllık acz ve zafiyetten sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir. PKK çaılımıyla yapılmak istenen terörün silahla yapamadığını siyasi yollarla yapmasının önünü açmaktır. Terörle mücadele bırakıldı, terörle müzakkere ve mütareke süreci başladı. Yapılmak istenen bireysel kültürel haklar değil, siyasi azınlık haklarıdır. AK Parti hükümetinin en baştan beri konuya yaklaşımı PKK'nın talepleri doğrultusundadır. Bunun sonucunda terör örgütü ve etnik bölücülerle yöredeki kardeşimiz aynı kefeye konulacak ve PKK'nın bunların temsilcisi olduğu kabullendirilmeye çalışılacaktır. AK Parti'nin açılım sürecinin hareket noktası bu nedenle yanlıştır ve sakattır. Bu vatan bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur. Aradan geçen 10 asır büyük bir milleti ortaya çıkarmıştır. Bunun adı Türk milletidir. Bizleri bir araya getiren acılarımız, anılarımız, hüzünlerimiz ve sevinçlerimiz olmuştur. Bin yılda kız alıp vermiş, fetihlere katılmış, vatanı kurtarmışızdır. Bizi bir araya getirenler bunlardır. Mezhebimiz, anamız ne olursa olsun bizim adımız Türk milletidir.

Anlamamakta direnenlere tekrarlıyorum. Buranın adı Türkiye'dir ve üzerinde yaşayan halk da Türk milletidir. Bilmeyenler varsa söyleyeyeim: Bu meselenin adı Şark meselesidir. Adına ne denirse denirsin ister fırsat, ister çare, ister yol hartitası, ister açılım, dayatılanlar şark meselesinin bugünkü şekil almış halidir. Coğrafyamız tartışılırsa milletimiz, milletimiz tartışılırsa devletimiz, devletimiz tartışılırsa bayrağımız, bayrağımız tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır. Bunlar benim şahsi fikrim değil. 1000 yıllık milklet varlığının bugüne aktardığı mirastır. Milletvekilleri, bir kez daha düşününüz. Karşınızda yeni bir Sevr dayatması olduğunu göreceksiniz. Hükümetin çeşitli isim zincirleri arasında en son karar verdikleri kavram Milli Birlik Projesi'dir. Bu kavram hoşa gidecek, davetkar bir kavramdır. Çağımızın en önemli kavramı demookrasidir. Bizim de vazgeçemeyeceğimiz siyasi zemindir. Ama içi boş bir demokrasi ustaca hazırlanmış bir tuzaktır. Terörist başı bile ayrı devlet fikrini demokratik cumhuriyet kavramının içine saklamıştır. "

BAYKAL'IN AÇIKLAMALARI

Demokratik Açılım oturumuna Devlet Bahçeli'nin konuşmasından sonra gelen CHP Lideri Deniz Baykal şöyle konuştu:
"Kendi adıma ve CHP adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Tarihi bir oturum gerçekleştiriyoruz. 3.5 aydır süregelen bu açılım tartışmaları bugün İçişleri Bakanı'nın söylemleriyle resmileşmiş önerilere dönüşmüştür. İlk kez TBMM uluslaşma mücadelesini tersini çevirmeye yönelik açılımları hükümet eliyle gündemine taşımıştır. Bu elbette çok önemli bir kırılmadır.

3.5 aydır, Polis Akademisi buluşmasından sonra pek çok toplantı gerçekleştirildi. Türkiye tarihi bir adım atacak duygusu yerleştirildi. Anaların gözyaşını dindirmek temel amaç olarak toplumun önüne konuldu. Peki bunu nasıl sağlayacaksınız? Kiminle yapacaksınız? Bunun kararını siz mi aldınız? Birileriyle mi müzakkere ettiniz? Bu güven nereden geliyor? Aklımızda bu sorularla süreci takip ettik.
Sayın Cumhurbaşkanı tarihi fırsat kaçarsa bazı dış güçlerin bize dayatmalar yapacaklarını söyledi. Ve TBMM'de yaptığı konuşmada can kaybı yaşamadan terörü sona erdirme kapasitesine ulaştığımızı açıkladı. Bu süreç çok gizli götürüldü. Ne yapacağını hükümet ustaca gizlemeyi başardı. Sadece temenniler ve iyi niyet ifadeleri bu yöntemin ana karakteristiği oldu. Bu sürecin ucu açık süreç olduğu söylendi. Yani sınırsız, herşey olabilir. Ne bekliyorsa birileri onların da mümkün olabileceği izlenimi verildi.

Sayın İçişleri Bakanı Anayasa değişikliği olmayacak dedi. 2 gün sonra Başbakan çıktı, Anayasa değişikliği olacak dedi. Masada, uzun dönemde konuşulabilir dedi. Samimi olmayan, aldatmacaya yönelik bir süreç götürüldü. Başbakan dedi ki "Hazmettire hazmettire yürüteceğiz" Bu samimiyetsizliğin ve aldatmaca amacının en açık göstergesidir.

Peki bu süreci iktidar tek başına mı yönetiyor. Bir dayanışma aramadı mı? Böyle bir dayanışmayı kimlerle gerçekleştirdi? Kim onunla birlikte çalışacak? Bu bir türlü netlik kazanmadı.Ama bir süre sonra 19 ekimde yine bir oldu bittyile Türkiye bu sürecin içinde nelerin kotarıldığını net olarak gördü. Kandil ve Mahmur'dan 34 kişi sınıra geldiler ve içeri girdiler. Bu önemli bir olay. Yıllarca Türkiye'ye karşı terör uygulayan birilerinin oradan ayrılmaları tabii ki olumlu. Ama buraya gelenler pişmanlık duyarak gelmediklerini gördük. Ellerinde mektuplarıyla, elçi olarak geldiklerini söylemişlerdir. Kendilerini Öcalan'ın gönderdiğini ifade etmişlerdir. Bu tablo karşısında çok enteresan bir manzara ortaya çıkmıştır. Devletin bütün önde gelen kadroları onları karşılamak üzere Silopi'ye gitti, ifadelerini almak ve derhal yargılayıp tahliye etmek üzere oluşturulmuş savcı ve hakim kadrosu bu kişilerin ayağına taşındı.
20 Ekim günü sayın Başbakan "Dün Habur'da yaşananlar karşısında umutlanmamak mümkün mü? Türkiye'de güzel şeyler oluyor" demiştir. Ve o gün akşama doğru milletin infiali ortaya çıkınca bu defa sayın Başbakan DTP yöneticilerini suçlamaya başlamış, şov yapıldığını söylemiştir.

Türkiye'nin hukuk sitemi resmen katledilmiştir. 25 bin kişinin katili bir kişinin mesajını getirdiğini söyleyerek Tüğrkiye sınırına dayanan kişileri bizim hukuk sistemimiz nasıl olur da çadır kurarak yargılar ve hüküm verir? Demek ki ortada bir müşterek açlışma var. Çalışmanın bir ayağında iktidar, bir tarafta İmralı var. İşbirliği içinde gidiyorlar. PKK ve hüküğmet dirsek teması içine girmişlerdir. Peki bu işbirliğinin şartı olarak mesela PKK'nın silahtan vazgeçmesini kanıtlayarak dünyaya böyle bir şeyi açıklaması mı düşünülüyor? Hayır. Böyle bir şey yok. PKK açık açık mücadelelerinin meşru olduğunu iddia ediyor. Bu insanlara tutuklanmayacakları sözü verilmiştir ve bunun gereği de yerine getirilmiştir.

Elbette şenlik yapacaklar. 25 yıl mücadele etmiş, sonra geliyor sen kapıda karşılıyorsun. Tabi sevinç duyacak. Senin verdiğin imkanlardan dolayı sevinç duyuyor. Bu süreç ne sevinç tablosu dolayısıyla ne de kılık kıyafetten dolayı yanlıştır. İşin özü yanlıştır. Elinde silah olanla, terör yapanla hiçbir ülke müzakkere yapmaz. Dünyada hiçbir ülke bunu yapmamıştır. İngiltere, İspanya bunu yapmamıştır. Şimdi dünyada ilk kez bir hükümet kendisine silah doğrulttuğu ve doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği halde onunla müzakkere yürütmektedir. Yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir, terörle müzakkere edilmez. Barış isteniyorsa PKK'ya derhal silah bırakması çağrısı yapılmalıdır.
Yine bu süreçte ortaya çıkan PKK'nın siyasi hedefinin değişmemiş olduğudur. Bir süre önce demokratik hak istiyoruz anlayığı oturtulmaya çalışılıyordu. Proje aynıdır. Hedef Türk milleti içinden yeni bir millet çıkarmaktır.

Uzun süre İmralı'dan gelecek yol haritası beklendi. Yol haritası sonunda geldi. Ama biz o haritayı görmedik. Ne var onda? Yıllarca terörle mücadelede evlatlarını şehit vermiş aileler merak etmiyor mu? Bu adam Türkiye'den ne talep ediyor, ne istiyor diye? Çıkın söyleyin ne isteniyor?
Bu manzara artık milletimiz tarafından tespit edilmiştir. Bu tepki karşısında hükümet çok şaşırtıcı bir biçimde tepki sahiplerini sindirmeye girişmiştir. Hükümette bir bayrak allerjisi orataya çıkmıştır. Meclis'in kapısından bayraklar içeri sokulmamıştır. Bunlar üzüntü verici tablolar.

Türkiye bu iktidara teslim edildiği zaman hemen hemen önemini kaybeden bir terör tablos vardı. Ve bu açılım süreci başladığından beri 2002 yılında verdiğimiz şehit sayısının 4 katı şehit verilmiştir. Terörle mücadelede zafiyet gösterenlerin bu mücadelede başarılı olması mümkün değildir.
Türkiye olarak biz bu konuyu aşabilmek için terörle hiçbir şekilde müzakere etmemeyi temel bir politika haline getirmeliyiz. Ama Türkiye'de bir sorun, sıkıntı varsa ona da çare bulunmalıdır.

Biz CHP olarak 20 yıl önce kamoyunun önüne bir raporla çıktık. O rapor bir iddiayı ortaya koyuyordu. O zaman bir insanın ben Kürdüm demesi yasal olarak mümkün değildi, Kürtçe konuşmak yasaktı. Ben Çerkezim demek, Çerkezce konuşmak mümkündü. Bu gerçek karşısında bunu çıktık ilan ettik. Dedik ki Türk devleti bir ırk devleti, kafatası devleti değildir. İnsanların ana dillerini konuşmak haklarıdır, kimse onların ana dilini konuşmasını, kimliklerini ifade etmesini engelleyemez dedik, bu raporu yazdık ve 1991 yılında TBMM'de ilk kez benim ve diğer 38 arkadaşımın imzasıyla Kürtçe'nin önündeki yasal engelin kaldırılması için kanun teklifi verildi. Bunlar tarihi gerçekler.

Biz o zaman çıkmışız demişiz ki kimsenin etnik kimliğine yasak koyamazsınız ayrıca demişisiz ki devlet vatandaşının etnik kimleğini göremez, etnik kör olmak zorundadır, kimsenin etnisitesine karışmamalıdır. Etnik konuları ona mensup insanlara bırakın gerisine de karışmayın zarar verirsin demişiz. Her etnik kesim kendi televizyonun kursun demişiz ama devlet eğitim işine, etnik eğitim işine karışmasın demişisiz. Bunu yaptığımız zaman biz DGM'ye verildik. Siz o kanunlarla ülkeyi bölüyorsunuz dedik biz. Bir insanın kendini ifade etme hakkını nasıl yasaklarsın dedik bunun mücadelesini 20 yıl önce verdik.
Biz ne diyorduk? Türkiye'de bir Çerkes hangi haklara sahipse Kürt de ona sahip olmalıdır. Değişikler oldu ama bu hukuki düzenleme hala tam olarak benimsenmedi. Şimdi geldiğimiz noktada bazıları yetmez diyor. Bizi ayrı bir millet olarak kabul edeceksiniz. Biz ayrı bir millet olarak bir Çerkes'in Arnavut'un sahip olduğunun daha ayrıcaklı bir kimliğe sahip olacağız. Bu yanlıştır. O istkamete girdik mi ne olacağımızı görmek için Irak'a bakınız.

Şiddetle milli ayrıştırma kabul edilemez. Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak ama o kadar. Bizim bir devletimiz var adı Türk devleti, milletimiz adı Türk milleti. Burada bir etnik dayatma var deniyor. Bunu milyonlarca Kürt hissetmiyor ama PKK hissediyor diye dayatma altında kalmak zorunda mıyız?
Burada Arnavutlar yaşıyor Arnavutluk diye de ayrı bir devlet var. Türkiye'de Araplar var, Suriye diye bir devlet var. Bu konuda haksızlıkların yapıldığı doğrudur ama biz onları kaldırmak için 20 yıl önce mücadele vermişiz. Ama şimdi geldiğimiz noktada milli ayrıştırma isteniyor. Türkiye'de yaşayan Arnavut Türk milletinin Arnavut'udur. Türkiye'de yaşayan Kürt Türk milletinin Kürt'üdür.

70 milyon insanız. Güneydoğuda yaşayanların pek çoğu diğre illerde yaşıyor. Çapraz pek çok evlilik olmuş. Hayatın bir parçası her yerdeler. Şimdi bunlara senin etnik kimliğni yüzünden seni ayrışıtracağız mı diycez. Bunu demokrasi adına kim söylüyorsa yanlış söylüyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle birşey yok.

Bu bölgede yapılması gereken şay herkesin kimliğine saygı göstermektir, devletin bu saygı göstermesini güvence altına almaktır. Türkiye'de ben Kürdüm diyebilmek o insanların şerefidir, şanıır, onurudur. Bunu yaşatmak, ana dilini özgürce kullanmak hakkıdır. Türkiye'de diğer etnik kesimler hangi haklara sahipse Kürtler de o haklara sahip olacaktır. Ama bu demek değildir ki biz ayrıyız, analar ağlıyor, benim istediğimi ver, gel ayrışalım. Yok böyle bir şey.

Hükümet PKK'ya bakıyor, PKK'yla işbirliği yapmaya çalışıyor. Çıkmaz yoldur hiçbir yere götürmez. Yapacağınız açılım PKK açılım değil Kürt açılımı olacaktır. Orada çok büyük ekonomik ve sosyla reformlara ihtiyaç var. Orada büyük bir işsizlik var. İşsizlik bütün kötülüklerin anası. Bölgeye çok ciddi bir ekonomik program uygulamak lazım. Sırf bu iş için büyük bir kaynak ayırarak o bölgeyi kalkındırmak için atılımlar yapmak lazım.

Orada teşvik uygulamasıyla ekonomik yapıyı değiştirmek mümkün değildir. Teşvik yolsuzluğu finanse eden bir sistemdir. Yapılması gereken doğrudan devleti oraya sokmaktır. İtalya bunu uygulamıştır. Orada fabrikaları kuracaksınız. O bölgenin madenin işleteceksiniz, ürünlerini değerlendireceksiniz. Oradaki insan iş sahibi olacak. Devlet zarar ediyor deniyor. Zarar ederse zarar etsin. Bu bir barış projesi mutlaka uygulayacaksınız.

Ayrıca bölgeye çok ciddi bir eğitim hamlesi yapmaya ihtiyaç var. O bölgeye ciddi bir eğitim projesiyle girmek lazımdır. Türkiye'nin en başarılı okulları, en değerli öğretmenleri her birisi o bölgede ikişer üçer tane kurulmalıdır. O bölgedeki çocukların gelecekte söz sahibi olacakları güveni kendilerine verilmelidir.
Anaların göz yaşına son vermek istiyorsanız iş vereceksiniz, çocuklara sahip çıkacaksınız. Sosyal güvenlik sistemini oturtarak onların devletlerine güvenmeleri için çok ciddi kaynak ayıracaksınız. Bütün bunlar kaçınılmaz temel ihtiyaçlar olarak gözüküyor.

PKK'yı etkisizleştirmek lazım. Irak'la işbirliği olanaklarını seferber etmek gerek. Kuzey Irak'ın Türkiye'ye yönelik yapması gereken bir şey yok. BiziM Kuzey Irak ve Irak'tan istediğimiz bir şey yok mu? Mesela PKK'nın bir terör örgütü olarak ele almasını sağlayamaz mıyız? Amerika suçlu ilan etti, uyuşturucu suçuyla ilgili, bari bunları alamıyor muyuz? Bölge ülkelerini ziyaret ediyorsunuz. Kandil'e ulaşmak müknü değil ama Kandil'e giden yolları tutmak mümkün değil mi? O yolları kim denetliyor? Bu sağlanabilmiş diyebilir miyiz? Bizden bir şey isteniyor yapıyoruz, biz de bir şey isteyelim. Türkiye'nin gücünü oraya koyarak bunu sağlayın. PKK'yla biz anlaşırız diyorsanız burada bir yere varmak mümkün değil. Dünya şartları PKK'nın orada kendini devam etmesini imkansız ılacak şekilde değişiyor. Ama PKK'yı pazarlık amacıyla kullananlar güçler var.

Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak temel unsur o bölgenin insanını kazanmakdır. Oradaki insanları dışlanmışlık duygusundan çıkarmak gerekir. Kimse kimseyi dışlamamalıdır. Herkesin duygusuna, düşüncesine, acılarına saygı gösterilmelidir. Birbirimizin gönlünü kazanmak durumundayız. Bin yıllık bir tarih içinde yaşanmış acıların tümüne sayfı gösteriyorum. O acıları yaşayan insanların duygularına, acılarına saygı gösteriyorum. Artık biz gücümüzü geleceğe yönelteceğiz. "

TBMM'DE ÇİFTE EYLEM

Genel Kurulda, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın konuşmasını tamamlamasının ardından izleyici localarında bulunan iki genç, slogan atarak eylem yapmaya kalkınca polis tarafından gözaltına alındı.
İzleyici locasında, ''Amerikan açılımına geçit yok'', ''Kahrolsun ABD'' diye bağıran biri kız iki genç, Salonda bulunan sivil polisler tarafından engellendi ve zorla dışarı çıkarıldı.

Dışarıda da bağırmaya çalışan gençler, polis tarafından ağızları kapatılarak engellendi. Gazetecilerin, nereden geldiklerini sormasına, ''Türkiye Gençlik Birliği'' yanıtını veren gençler, bir arabaya bindirilerek TBMM yerleşkesinden karakola götürüldü.

Öte yandan TBMM Genel Kurulu'nda hareketli dakikalar yaşanıyor. Türk Gençlik Birliği'nden iki kişinin eyleminden sonra, bu kez adının Pakize Akbaba olduğu öğrenilen bir şehit annesi bayrak açtı. Meclis'te hareketlilik devam ediyor./sabah