Bazı zamanlar vardır.

İnsanın kafası karışıktır.

Gönlü berrak değildir.

Yaşananlar arasında kalbi bir sarkaç gibi gider gelir.

Bir ona meyle eder, bir buna.

Çaresizlik insanın belini büker.

Hüzün deryasında, gam kasavet içinde yüreği burkulur insanın.

Nefes alamaz olur.

Yaşanan hayat sorgulanır.

Hayata anlam aranır.

Uzun zamandır komşu ülkemizde yaşananlar rahatsız eder beni.

Eminim, kalbinde zerre miskal insanlık kaygısı bulunanlarınız da böyledir.

En son yürek tellerimizin titrediği, vicdanların sızladığı zaman

Küçük bir çocuğun “Ölü balık veya hoyratça denize atılmış bir eşyanın kıyaya vurmasına benzer cansız bedenini gördüğümüzde” olmuştu.

O gün insanlığımızın bizden fersah fersah uzaklarda okyanusta kaybolduğunu, daha doğrusu insanlığımızı yitirdiğimizi anladığımız gündü.

Yada “Bu kadar da olmaz” dediğimiz.

Hatta bazılarımızın bilgiç bilgiç “Bu tehlikeyi nasıl göze alırlar, böyle olabileceğini hiç mi aklet miyorlar?” dediği gün.

***

Şimdi komşularımızın;

Bayram demeden, kurtarabildikleri sırtında “Umuda yolculuğu” devam ediyor.

Daha iyi bir dünya kurma özlemi değil bu arayış.

Yaşanabilir yer olmaktan çıkan yurtlarından bir kaçış.

Hayatlarını sürdürme telaşı.

Bu telaşı bizim anlamamız zor.

Bu nedenle mültecilerin tavrını anlamakta zorlanıyoruz.

Yaşananlar bize, televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından sirayet ediyor.

Hiç bir zaman, bir mültecinin hissettiklerini bu sebeple hissedemeyeceğiz.

Hep dışında, uzağında bir yerde duracağız.

Ta ki kaybettiğimiz insanlığımıza, vicdanımıza “Mülteci” oluncaya kadar.

Evet;

Asabiye ve tüketim manyağı, konfor ve haz düşkünlüğünden vazgeçip, insanlık değerlerine iltica etmeden, Yaratıcının çağrısına uymadan yaşananları anlamamız biraz zor.

Hazlarına düşkün, köleleştirilen modern insan, önce kendi özgürlüğüne kavuşmalıdır.

İnsan olduğunu hatırlamalıdır ki;

Yaşanan insanlık dramlarına karşı “Fakat, ama, lakin” diye cümle kurmasın.

Bilmeliyiz ki;

Her “Fakat ama” diyerek kurduğumuz cümle, sorumluluktan kaçtığımız, mültecileri suçlayan cümlelerdir.

Kurduğumuz her cümle kendimize zarardır.

İnsanlığımızın erimesidir, kaybolmasıdır.

Bizler, hiç bir derde deva olmayan cümleler kurarken;

“İdeal insanlık yurdu (!) Batıya” yapılan göç dalgası sınırları zorlamakta.

Bu dalgayı kırmak engellemek için sınırlar dikenli tellerle örülmekte.

Batı bencilliğini, dikenli veya jiletli tellerle koruma derdinde.

İnsanlık “İdeal insanlık yurdunda(!) can çekişiyor.”

Şimdi, insanlığımızı “Âmâsız, fakatsız” hatırlama zamanıdır.

İnsanlık böyle zamanlarda kendini göstermeli,

Acılar karşısında duyarlı olmalıdır.

Sorumluluktan kaçamayız.

Suçu başkalarının, o ülke yöneticilerinin ve küresel güçlerin üzerine atarak vicdanlarımızı soğutamayız.

***

Sokakta kalmış bir hayvan yavrusuna ihtimam gösteren insanlık!

İnsan kardeşinin uğradığı  zulme bahane ve suçlu arıyorsan, önce kendi insanlığını sorgula.

Bırak başkalarını suçlamayı!

Ne yapabilirim diye düşün!

Suçluları sular durulduğunda, taşlar yerine oturduğunda arayalım.

Şimdi yangını söndürme, yangından kaçan komşuyu kapıları, gönülleri açma, sahip olduklarımızı paylaşma zamanıdır.

Verecek hiç bir şeyimiz yoksa tebessüm etme zamanıdır.

Onunla gözyaşı akıtma zamanıdır.

Her şeyin mutlak sahibi olan ilahi Kudret’e yakarma zamanıdır.

Dua zamanıdır.

Hem fiilen, hem söz ile.

Medeni dünyaya, vicdanlara kaybedilen insanlık değerlerini hatırlatma,

Bir şeyler yapmaya zorlama zamanıdır.

Unutmayalım; bizler muhacir bir peygamberin ümmetiyiz.

Tam zamanıdır; şimdi bu bilinci uyandırmanın!