Hazımsızlık ve Gurur - 1

İnsandaki en tehlikeli ve en zayıf damar enaniyet damarıdır. Bu damarı okşanan insan çok tehlikeli işler yapabilir. Doğrunun ve doğruların yanında olanlar, ancak, gurur larını terk etmekle hakka hizmet edebilirler.

Allah Rasulü (s.a.v) kibri, hakkın iptali ve halkın küçük görülmesi olarak tanımlar:

Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Yakışıklı bir adam Rasulullah’a (s.a.v) gelerek: "Ben güzelliği seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik de verilmiş. Kimsenin beni, ayakkabı bağı bile olsa bu hususta geçmesinden hoşlanmıyorum. Ey Allah'ın Resulü! Bu (haram olan) kibre girer mi?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Hayır! buyurdular. Ancak kibir , hakkı iptal, halkı tahkirdir!" (Ebu Davud, Libas 29, (4092).

Hadiste geçen “hak” doğru, gerçek manasına gelir. Dolayısıyla “hakkın iptali” de, kişinin gerçeği kabul veya itiraf etmemesi demektir. İşte kibir, insanı, gerçekleri kabul etmemeye, yalana sürükler.

Kibirli insan gerçeği görmez. Doğruya teslimiyet ve rıza göstermez. Kendisini, kendi heva ve isteklerini her şeyin merkezine alır. Böylece dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneder. "Eğer doğru benden çıkmış ise doğrudur veya hizmet benim tarafımdan yapılıyorsa hizmettir" der. Bundan dolayı, kendi dahli dışında yapılan güzellikleri, çirkin olarak görür. Çünkü onda, insanlar hep beni bilsin, tanısın ve beni önde görsün hastalığı vardır. Bu ruh hastalığından dolayı da, Hakk’ın (c.c) ve hakkın dostları olan ve yine Hakk’a kurbiyetleri ile tüm milletin ve hatta dünya milletlerinin gönlünde taht kurmuş, Hakk’a hizmet yolunda ter dökmüş çile ve ızdırap insanlarını bile bazen kendisine rakip olarak görür. Çünkü bu hastalığın en büyük belirtilerinden birisi de kıskançlıktır. Kıskançlık ve gurur ile müptela bir insanın Allah’tan ve çevresinden gelen hakikatler karşısında da teslimiyet göstererek nefsinin isteklerinden vazgeçmesi çok zordur.

Bediüzzaman Said Nursi, 13. Lema’da Şeytan’ın, önemli bir hilesinin de, insana kusurunu göstermemek olduğunu söyler. Çünkü nefsini dinleyen insan, ayıbını görmez, doğruları itiraf etmek o insanın gururuna ağır gelir. Kusurunu görmediği için de istiğfar etmez, Şeytan’dan Allah’a sığınmaz ve hata üstüne hata yapar. Gururunun ve nefsinin avukatlığını yaptığı için kendisini tek doğru zanneder.
Gururdan dolayı kendilerinin esiri olanların durumu, Mevlana’nın Mesnevisi’nde anlatılan şu hikâyecikteki sineğin haline benzer:

Sineğin biri kendini fevkalâde bir şey sanırdı.

Kendi kendine: "Şüphesiz ki ben bu devrin zümrüdüanka kuşuyum, benden daha üstün kimse olamaz" derdi. Bir gün bir eşeğin idrarının içinde bulunan bir saman çöpüne kondu. Eşeğin idrarını uçsuz bucaksız bir deniz, saman çöpünü gemi, kendini de kaptan sandı.

"İşte bu bir okyanus, bu da benim mükemmel gemim ben de dünyanın denizler aşan en büyük kaptanıyım" diye karar verdi kendi kendine gururlandı, koltuklarını kabarttı.

İşte böyle bir insan kendisini, ne kadar kirlenmişliğin içinde olsa bile deniz, deryada zanneder veya ona öyle zannettirilir.

Bundan kurtulmanın tek yolu, kişinin, kendi aleyhine bile olsa, gururunu kırarak, doğruları kabul ve itiraf etmesidir. Doğruları kabul ve itiraf eden kimse nefsinin kusurlarını görür ve artık hakkın yanında yer almaya başlar, içine düştüğü hataları bir daha tekrar etmez.

Allah önce başımızdakileri ve sonra da bizi hakkı, nereden ve kimden gelirse gelsin, hak bilip hakka ittiba eden, batılı da batıl bilip ondan yüz çeviren kullarından eylesin. Amin...

Mehmet Ünal
Araştırmacı Yazar
[email protected]