Bir Hukuk profesörü öğrencilerine hukuk’un doğuşunu, ‘’insanların insan olmayışından dolayıdır’’ diye tanımlar ve ekler, ‘’insanlar gerçekten insan olsalardı, hukuk kurallarına gerek kalmazdı’’. Bazı ilkçağ filozofları da dinlerin ortaya çıkışını aynı nedene bağlar,         ‘’ insan olmayanları insan olmaya zorlamak, insanca yaşamalarını sağlamak’’. Felsefi bağlamda temel sorun ‘’insan olmayı başarabilme’’ kavramına dayanmaktadır. Aslında kulağa hoş geliyor, ‘’insan olmayı başarabilme’’. Her ne kadar kulağa hoş gelse de pratikte bir o kadar zor bir durumdur. Günümüz dünyasında insanlar, dinsel ve hukuksal normların tanımlamış olduğu kalıpların dışına çıkmaya o kadar zorlanıyor ki, bu durum insan olarak yaşayabilmeyi neredeyse imkânsız duruma getiriyor. Çevrelerinde bulunan sayısız çeldiriciler insanların kolaylıkla yoldan çıkmasına ve mevcut kuralları çiğnemesine neden oluyor. Nasıl bir eğitim alırsa alsın en büyük iş insanın kendisinde bitiyor. Yapılan zorlama ve dayatmalar çoğunlukla havada kalıyor.

Peki, nasıl başaracağız? Temel felsefe olarak insanları sevmiyorsak kendimiz de insan olmayı asla başaramayız. Elbette bu sevgide işi abartmamak lazım. Abartı her zaman olumsuz sonuçlara gebedir. Kişinin öncelikle kendisine güvenmesi gerekir. Başkaları O’na güvenmese bile O, bıkmadan, usanmadan, sabırla beklemesini bilmesi gerekir. Sabır gösterip, sağlam bir irade sahibi olduğunu da göstermesi önemlidir. Kendine karşı olan durumlardan da yılmamalıdır. Örneklendirecek olursak, kişi hakkında yalan söylenebilir, kişi bu yalanı fark eder ve yapılacak olan bir işi yapmaz ise, kendisinden nefret bile edilebilir. Kişinin kendini bu nefrete kaptırmaması, yalan dolanlara kanmaması gerekir.

Bütün bunlarla beraber hayal edebilip de hayallerine esir olmaması, zafer ve yenilgi ile karşılaştığında, bu iki durum karşısında aynı şekilde davranabilmesi gerekir. Bazen ağzından çıkan bir gerçeğin diğer insanlar tarafından kendisine karşı tuzak kurmak için eğilip bükülmesine de katlanabilmesi gerekebilecektir. Ya da, ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görünce duygularına esir olmayacaktır. Tüm olumsuz koşullar karşısında başını dik tutabilmesi, sağduyusunu kaybetmemesi, iradesini kemikleştirebilmesi, başka bir güç kalmadığında dayanabilmesini, kalabalıklar karşısında konuşuyorken onurunu koruyabilmesini, ya da krallarla gezerken karakterini kaybetmemesini biliyorsa bir ümit var demektir.

Burada başka bir pencereden de bakabiliriz. Kendiliğinden insan olmak mı? Ya da kendimiz için insan olmak mı? Asıl olan kendimiz için insan olmaktır. Herkes kendisi için insan olursa zaten sorun kalmaz. Aslında yapılacak şey basit ve net. ‘’dik duruş sergileyebilmek’’. Ne demiş ilkçağ filozofu Sokrates; ‘’İnsanın şerefiyle yaşayabilmesi için en kısa ve en emin yol, olduğu gibi görünmektir’’. Mevlana da, ‘’ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün’’. Başka söze gerek yok. İnsan olmayı başarmak istiyorsak önce egolarımızdan arınarak kendimizden başlayıp insanları seveceğiz. Yoksa yandı gülüm keten helva durumu. Saygılar.