Hapşırma konusunda tez hazırlayan İstanbul Üniversitesi (İÜ) İletişim Fakültesi araştırma görevlisi Haldun Narmanlıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hapşırma hakkındaki inanışların eski Yunan öncesine dayandığını belirtti.

Aristotales'e göre, eski insanların, ruhun insanın kafasında bulunduğuna, bu nedenle hapşırmanın ruhu etkilediğine inandığını aktaran Narmanlıoğlu, "Pease'ye göre, Aristotales hapşırmayla başın kutsallığı arasında bağlantı kuruyordu. Bu nedenle ruhun zarar görmemesi için dua etmek bir gereklilikti" dedi.

Aristotales'ten yaklaşık 5 asır önce "Odysseia Destanı"nda hapşırmanın ilahi bir işaret olarak gösterildiğini dile getiren Narmanlıoğlu, şunları söyledi:

"Penelope, kocası Odysseia'nın gittiği savaştan uzun yıllar boyunca geri dönmemesine rağmen kendisine talip olan hiçbir erkekle evlenmemiştir. Kocasının geri geleceğine inanmaktadır. Gerçekten de kocası bir gün yurduna geri döner. Dilenci kılığında evine gider. Penelope, tanıyamadığı kocasını dilenci sanarak konuşurken oğlu hapşırmaya başlar. Penelope bunu kocasının döneceğine dair tanrılardan gelen bir mesaj olarak yorumlayıp sevinir. Hapşırığa yüklenen aşkınsal anlam, her alandaki hayat pratiğinde kendine yer bulmaktaydı. 'Jüpiter seni korusun' duası, özellikle Roma döneminde hapşırığa verilen tepkilerden en ünlüsüydü. Bunun yanında, 'Uzun yaşayasın' ve 'Sağlıklı olasın' gibi temenniler, ruhlarını hapşırığın etkilerinden korumak isteyen insanların diline pelesenk olmuştu."

Neredeyse bütün medeniyetlerde hapşırmanın aşkınsal yorumlanmasının temel nedenlerinden birinin, ağız ve burnun adeta vücudun kapısı gibi algılanması olduğunu kaydeden Narmanlıoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"İlkel dönemin birçok topluluğunda bu anlamlandırma çerçevesinde gelişmiş adetlerin bulunduğu görülmektedir. Örneğin Zulu kabilesi inanışına göre, burun ruhların bedene girip çıkması için bir araçtır. Bu nedenle Zulular, hapşırmayı insanın içine giren kötü ruhu dışarı çıkarmak için vücudun bir çabası olarak düşünürdü. Benzer bir algılama biçimine şaman inancında rastlanmaktadır. Honko, hastalıkların tedavisiyle uğraşan bir şamanın sağaltım seansını anlatırken, şamanın kendisine yardım etmeleri için çağırdığı ruhları nefesiyle içine çekmesinden bahseder. Eski Türk inanışında da benzer adetler bulunmaktadır. Türklerde insanın ağzı, ruhların bedenle ilk temas noktası olarak görülmektedir. Bu nedenle, ölen bir kişinin çenesi, içine şeytan girmesin diye bağlanmaktadır."

-"Ölmek ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır"-

Narmanlıoğlu, Orta Çağ döneminde Avrupa'da insanların ölüm ile soluk vermenin bağlantılı olduğuna inandığını bildirerek, "Bu nedenle 'nefes vermek', çoğu zaman 'ölmek' ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla güçlü ve ani şekilde nefes vermeye neden olan hapşırmanın, insanın hayatını kolaylıkla sonlandırabileceği düşünülmüştür. Bu inançla ilgili 17. yüzyıldan günümüze ulaşan ilginç bir anekdota göre, İngiltere'de ölüm döşeğinde can çekişen Kral 2.
Charles'ı çektiği ıstıraptan kurtarıp ölümünü kolaylaştırmak için doktorlar hapşırtmaya çalışmışlardı. Bu amaçla hapşırmayı sağlayan çuha çiçeği ile amonyak karışımından faydalanmışlardı" ifadelerini kullandı.

-Hristiyanlık'ta hapşırma-

Narmanlıoğlu, kitabi dinlerin hepsinde hapşırık ile ilgili mutlaka bir ritüelin bulunduğunu kaydetti.

Hristiyan inancında hapşıran kişiye dinsel bir temennide bulunulmasının kökeniyle ilgili en genel kabulün, Papa Saint Gregory dönemine uzandığını belirten Narmanlıoğlu, şöyle konuştu:

"8. yüzyılda veba hastalığı İtalya'yı kasıp kavurmuştur. Hastalığın en karakteristik özelliği insanların genellikle hapşırmalarıdır. Papa, insanlara hapşırmalarının hemen ardından hastalara 'Huzur içinde yat' demelerini tavsiye etmiştir. Pease'nin aktardığına göre, İzlanda'da da veba hastalığının arttığı dönemlerde hapşıran kişiye 'Tanrı seni korusun' denilmesi ya da hapşıran kişinin kendi kendine 'Tanrı beni korusun' şeklinde dua etmesi, hastalığa bir çare olarak benimsenmişti."

Narmanlıoğlu, genellikle Orta Çağ Avrupa'sında hapşırığın olumsuz bir alamet olarak algılanması, ölüm ve kötü şansla bağdaştırılması nedeniyle değişik uygulamaların ortaya çıktığını kaydetti.

Avrupa'da bazı bölgelerde doğumdan hemen sonra çocuğu soğuk algınlığına karşı korumak ve dolayısıyla ölümcül görülen hapşırığı engellemek için burun deliklerine kutsal yağ veya tükürük sürüldüğünü vurgulayan Narmanlıoğlu, şunları aktardı:

"İskoçya'nın bazı bölgelerinde ise bu iş için bir parça mum yağından faydalanılırdı. Eski çağlarda hapşıran kişinin kısa sürede öleceği ya da kötü şansa sahip olacağı düşüncesinin aksine Müslümanlar ve Yahudiler'e göre hapşırmanın insanları gençleştirdiğine inanılır. Yani aslında, hapşırmak sağlıklı olmanın göstergesidir. Bu nedenle Kudüs'te insanlar bir kişinin hapşırmasını hayırlı bir belirti olarak karşılar. Örneğin Tevrat'ta hapşırma, sağaltım mucizesinin anlatıldığı bir hikayedeki en önemli sembol olarak belirir."

-İslamiyet'te hapşırma-

İslamiyet'te ise hapşıran bir Müslüman'ın "Yaratıcının lütfuna Elhamdülillah" diyerek şükretmesi gerektiğine inanıldığını ifade eden Narmanlıoğlu, şunları anlattı:

"Bir Müslüman hapşırıp yaratıcıya şükrettiğinde, bunu duyan yanındaki kişi 'Yerhamukallah' (Allah sana merhamet etsin) diye dua eder. Hapşıranın cevabı ise 'Yehdina ve yehdikümullah' (Allah bize ve size hidayet versin, doğru yolu göstersin) olmalıdır. Hapşırık ile ilgili bu uygulamalar Hz. Muhammed'in hadislerine dayanmaktadır. Önemli hadis kaynaklarından olan Tirmizi'nin kitabının 'Edeb' bölümünde, içerisinde hapşırmanın geçtiği toplam 13 hadis yer almaktadır. İslam inancında bir kişiye 3 kereye kadar hapşırdığında dua edilir. Çünkü hapşırmak, sağlıklı olmanın göstergesidir ve insan hapşırdıktan sonra sağlıklı olduğu için yaratıcıya şükretmelidir. Daha fazlası ise o kişinin hastalıknedeniyle hapşırdığını gösterir. Hapşırdıktan sonra Allah'a şükretmeyen bir kişiye dua edilmez. Bir kişi hapşırır da yaratıcıya şükretmeyi unutursa, yanındaki kişi kibarca hatırlatmalıdır. Müslüman olmayan bir kişi hapşırdığında ise 'Yehdikumullah' (Allah sana doğru yol göstersin) denilir."

-"Hapşıran bebeğin akıllı olacağına inanılır"-

Narmanlıoğlu, gayrimüslim Arap geleneklerinde de hapşırıkla ilgili çeşitli adetlerin görüldüğünü belirterek, "Örneğin, Hıristiyan Araplar'da hapşıran kişiye 'Sağlıklı olasın' denilmesi bir gelenektir. Musevi Araplar'da ise 'Yaşayasın' deyimleri kullanılmaktadır. Hapşıran kişiyi kutsamak için kullanılan kalıp söylemler yanında, hapşırıkla ilgili değişik inanışlar da iletişim ortamına dahil olmuştur. Örneğin, Aristotales öğleden gece yarısına kadar sürede hapşırmanın iyiye, gece yarısıyla bir sonraki öğle arasındaki sürede hapşırmanın ise kötüye alamet olduğuna inanmaktaydı. Alman halk inanışında, nikahtan önce çiftlerden birinin hapşırması kötü şans olarak yorumlanırken, vaftiz töreninden önce hapşıran bebeğin ise akıllı olacağına inanılıyor" ifadelerini kullandı.

-"Cuma günü hapşırmak buluşmaya işaret"-

Amerikan kültüründe Pazar günü kahvaltıdan önce hapşıran kişinin, ölüm haberi alacağına inanıldığını belirten Narmanlıoğlu, şunları kaydetti:

"Türkmen inanışına göre ise Cuma günü hapşırmak bir buluşmaya işarettir. Pers inancına göre, biri dilek tuttuğu zaman yanındakilerden biri hapşırdığında bu dileğinin kabul olduğu anlamına gelmektedir. Kökeninde çoğunlukla dini bir temenni bulunsa da neredeyse bütün milletlerde hapşıran kişi için söylenen bir söz bulunmaktadır. Azeriler 'Sağlam ol', İranlılar 'Afiyet (sağlık, esenlik) olsun', Boşnaklar 'Sağlığına', İrlandalılar 'Tanrı bizimle olsun', Danimarkalılar 'Yararına olsun', Ermeniler 'Uzun yaşayıp başarılı olasın', Çekler 'Tanrıya selam', Finler 'Sağlığına', İzlandalılar 'Tanrı sana yardım etsin', Maltalılar 'Yaşa', Ruslar 'Sağlıklı ol', Vietnamlılar 'Doğa ana kutsasın' demektedir.

Türkçe'de hapşırana söylenen 'Çok yaşa' ve cevap olarak verilen 'Sen de gör' kalıbı, en çok Hindu geleneğindeki temenniyle benzerlik göstermektedir. Hindu geleneğinde bir kişi hapşırdığında yanındaki 'Yaşa' der, hapşıran ise 'Seninle beraber' diye karşılık verir. Ancak günümüzde hapşırmaya verilen temennilerin genellikle, konuşmayı ilerleten, sosyal uyumu pekiştiren rutin bir nezaket gösterisi olduğu görüşü daha baskındır. Gündelik hayatta kullanılan nezaket ifadeleri sürtüşmesiz iletişimi kolaylaştırmakta ve böylelikle kişilerin toplum ve grup içindeki yerlerini koruyabilmelerini sağlamaktadır."