Yazıcıoğlu'nu tanıyan, bilen, hayatının bir bölümünde yarenlik, arkadaşlık, ülküdaşlık, siyaset yapmış olanların anlattıkları 'Alperen' adlı kitapta biraraya getirildi. Nesil Yayınları'ndan çıkan ve Yeni Şafak Ankara Haber Müdürü Abdulkadir Selvi ile Başbakanlık Muhabiri Erhan Seven'in kaleme aldığı kitapta ilginç anektodlar da bulunuyor. Yazıcıoğlu'nun 1980 öncesindeki Ülkü Ocaklarında başkanlığı yaptığı dönemde yardımcısı olan Abdullah Çatlı ile olan ilişkileri de kitapta yeralıyor. Çatlı'nın ölümüne kadar Yazıcıoğlu ilişkisini sürdürdüğü, ilginç anılarla aktarılıyor.

ABDULLAH ÇATLI'NIN SON TELEFONU MUHSİN YAZICIOĞLU'NA

Çatlı'nın vefat ettiği kazadan kısa bir süre önce Yazıcıoğlu'nu aradığı ortaya çıktı. Çatlı'nın Yazıcıoğlu'nu ne amaçla aradığı, ne aktarmak istediği, belki de bir duyumu aktarıp aktarmayacağı, bir yardım talebi olup olmadığı ise hiçbir zaman öğrenilemeyecek. Çünkü Çatlı, telefon etmesine rağmen Yazıcıoğlu'na ulaşamamış. Bu anektod Alperen isimli kitapta şöyle anlatılıyor: "Zeki Çatlı, ağabeyi Abdullah Çatlı'nın Susurluk'ta kaza geçirerek vefat ettiği günle ilgili ilginç bir ayrıntıyı da bizimle paylaştı. Zeki Çatlı, İzmir'den yola çıkarak Kuşadası'na giden, ancak Balıkesir'in Susurluk ilçesinde bir kamyonun altında kalan Mercedes'te ölen ağabeyinin son günü ve bu günde Muhsin Başkan ile yaşanan bağlantıyı da şöyle aktardı: Ağabeyim ve arkadaşları arabayla yola çıkıyorlar. İşin enteresan tarafı, ağabeyimin en son telefon açtığı kişi de Muhsin Başkan'dır. Ağabeyim o gün, başkanı cep telefonundan arıyor, ancak cep telefonuyla konuşamıyor, irtibat sağlayamıyor. O zaman ev telefonunu arıyor. Muhsin Başkan evde de olmayınca Gülefer Hanım'la konuşuyor ve ona not bırakıyor. Ancak ağabeyim, Muhsin Başkan ile irtibat kuramadan daha sonra yolda geçirdikleri kazayla vefat ediyor. Yani ağabeyim en son olarak telefonundan Muhsin Başkan'ı arıyor”


YAZICIOĞLU İÇİN BİR MEZAR DAHA KAZILDI

Ölüm her an için herkese hak, ama beklenmedik bir durum olduğu da ayrı bir gerçek. Genç bir adamın, hastalık, sağlık problemi de olmaması nedeniyle ölümü beklenmiyordu ve bu da defnedileceği yerle ilgili olarak da kısa süreli bir sıkıntıya neden oldu. Memleketi Sivas'a defni de söz konusu oldu ama ailesi Ankara'ya gömülmesini istedi. Yer konusunda ise başkanın kendisini yakın hissettiği Tâceddin Dergâhı'na gömülmesi söz konusu oldu ama bunun için yasal prosedür de sorun oldu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Bakanlar Kurulu'nda dergâha gömülmesi için imzaya açılan kararnameye imza atmaması sonucu ara formül bulunarak Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan bir karar alındı.

Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, “En evvel olması gereken budur. Gerekiyorsa Bakanlar Kurulu kararı alınır. Defin yapılıp yapılmamasına karar verecek olan Kurul'dur. Öbürü siyasi bir meseledir, işlemi tamamlayan” diyerek formülü kamuoyuna açıkladı. Ancak bir sorun çıkması halinde alternatif mezar yeri arayışları da oldu. Bunu da Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Öznur anlatıyor: “Tâceddin Dergâhı'nda bir mezar yeri kazıldı ama her şeye rağmen bir mezar yeri de Söğütözü'nde kazıldı. Tâceddin Dergâhı olmasaydı Sögütözü'ne defnetmeyi düşündük Muhsin Başkan'ı. Ancak daha sonra defin gerçekleşti ve gerek kalmadı.”


MAMAK'TAKİ AMHKEMEDE ÇATLI'YA ŞİFRELİ MESAJLAR


Mamak Askeri Cezaevi'nde ülkücülerin duruşmaları sürerken yurtdışında bulunan Abdullah Çatlı'ya da Yazıcıoğlu ve arkadaşları mesajlar göndermiş. Gönderilen mesajlardan biri de Asala Operasyonu'na karışmaması yönündeymiş. Kitapta o konu şu şekilde aktarılıyor:

"Asala operasyonu konusunda Muhsin Başkan'ın bilgisi yoktu ve Başkan, devletin işinin devletin unsurları tarafından yapılmasının uygun olacağını dile getiriyordu. Bu konuyu ve süreci de yine kardeş Zeki Çatlı'dan dinleyelim:

'Muhsin Başkan, 'Çatlı'nın Asala Operasyonu'ndan sonradan haberim oldu.' dedi. 'Devletin işini devlet yapsın!' derdi Muhsin Başkan. 'Asala Operasyonu'yla ilgili görüşümüzü sorarken cevap olarak bizim çok şifreli bir haberleşme tekniğimiz vardı. Mamak'ta yargılanan arkadaşlarımızdan biri mahkemede ayağa kalkarak, gazetelere de başlık olacak şekilde, 'Devlet, kendi işini resmi görevlileri eliyle yapsın.' mesajını vermişti. Cumhuriyet gazetesinin manşetinden biz Abdullah'a haber vermiş olduk. Biz böyle dolaylı haberleşirdik' diye anlattı Muhsin Başkan. Ağabeyim görüş aldı, ama yine bildiğini yaptı"


YAZICIOĞLU PANKART ASARKEN BEKÇİ DE YARDIM ETMİŞ


Muhsin Yazıcıoğlu'nun halasının oğlu Halil Yazıcıoğlu'nun 1980 öncesi Şarkışla'daki günlerle ilgili ilginç anıları var. Halil Yazıcıoğlu, o günlerin meşhur sağ-sol hengamesindeki duvara yazı yazma, pankart asma günleriyle ilgili olarak da şunları aktarıyor:

“Ortaokula kayıt olacağımız dönemlerdi. 13–14 yaşlarındaydık. Şarkışla'da afiş yapıştırmaya çıktık. İlk astığımız afişi unutmuyorum. Afiş, Muhsin Başkan'ın elindeydi ve 'Faşizme, Komünizme ve Emperyalizme Karşıyız' diye yazıyordu. Daha sonra da gece afiş asmaya devam ettik. 1969 senesi, gece saat 02.00'ydi. Aramızda Muhsin'in de bulunduğu 11–12 genç arkadaş afiş asmaya sokağa çıktık. Yanımıza gece bekçisi geldi. – Neden gece apıştırıyorsun? Yasak şeyler mi yazıyor, dedi. Biz de afişi açıp, 'Faşizme, Komünizme ve Emperyalizme Karşıyız' yazısını gösterdik. Bunun üzerine bekçi de yardımcı oldu. Yazıyı beğendiği için bize afiş asacak yer gösterdi. Güz günüydü, sabaha karşı işimiz bitti. Köye gidecek zaman yoktu. Zaten köye gitsek de sabah tekrar kalkıp kasabaya okula gelecektik. Köye gidip gelecek hem zamanımız yoktu hem de gücümüz. O yüzden istasyona gittik ve sabaha kadar yattık. Daha sonra oradan okula gittik.”



TÜRKEŞ'TEN YAZICIOĞLU'NA: SANA HAKKIMI HELAL ETMEM


1991 seçimlerinden sonra kurulan DYP-SHP koalisyonuna MÇP'nin güvenoyu vermeyi düşünmesi partiyi adeta bölmüştü. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları güvenoyu verme taraftarı değildi ancak Alparslan Türkeş 'beyaz oy' vermeleri konusunda baskı yapıyordu. O dönemde vekil olan Ökkeş Şendiller şöyle aktarıyor o anları:

“Biz oylamaya girip hükümete ret oyu vererek ortamı sertleştirmekten ziyade oylamaya hiç katılmadık. Rahmetli Türkeş, Muhsin Başkan'ı, kolundan tutup içeri götürmeye çalıştı, oturttu yanına, biz dışarıda kaldık. “Sana hakkımı helal etmem.” demiş, o da kâğıdı çıkararak, “Milletvekilliğinden istifa ederim.” demiş. Başbuğ da yırtmış. Muhsin Bey

de rahmetli Türkeş de hak dünyaya gittiler. Bize karşı 'Siz partiyi parçaladınız”' diye hâlâ o kafada olanlar var. Muhsin Bey'in Hakk'a yürümesinden sonra da bunun bilinmesi lazım. O zaman kıyamet koptu tabi 'MÇP-MHP bölünüyor' diye. Parti içinde farklı süreçler yaşandı. Bizi teşkilatlara sokmama kararı aldılar. Bizlerden birisinin gittiği herhangi

bir ocağı görevden aldılar."



AVUKAT YILMAZ: HÜCREDE SU BULAMAZ, TEYEMMÜMLE ABDEST ALIRDI


Muhsin Yazıcıoğlu'nun MHP ve Ülkü Ocakları davasında avukatı olan Şerafettin Yılmaz da o günleri iç çekerek aktarıyor. Yılmaz, Muhsin Başkan için dördüncü yılın sonunda tahliye istemek için ısrar etmesine rağmen olumsuz cevap aldığını dile getirerek o günlerle ilgili olarak şu notları aktarıyor:

“İlk günlerde yakalananlar arasında yer almamıştı. Sıkı şekilde aranıyordu. Yurt dışına çıkabilirdi, hatta rahmetli Türkeş yakalanması durumunda ağır şekilde işkenceye maruz kalacağından endişe ettiğinden kendisine haber göndermiş ve çıkması için uyarmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu, bu önerileri, 'Yurt dışına çıkarsam burada kalan ve hapishaneye düşen arkadaşlarımın morali bozulur, dayanma güçleri kalmaz. Bırakın, beni yakalayıp onların arasına koysunlar, birlikte aynı kaderi paylaşalım' diyerek kabul etmedi. Nitekim kısa bir süre sonra Başsavcı Soyer'in özel olarak seçtiği ekip tarafından yakalanıp Mamak'ta C–5 diye bilinen işkencehaneye konuldu. Burada 27 gün süresince insanlık dışı işkence gördü. Soyulup organlarına elektrik verildi, tırnakları söküldü. Daha sonra karşıt görüşteki örgüt liderleriyle birlikte daracık bir hücrede yıllarca tutuldu. Bu ağır şartlara rağmen davasına inanmış, takva sahibi bir insan olarak yaşadı, inancının gereklerini yerine getirdi. Su bulamadığından çoğu kere taş zeminde teyemmüm ederek ibadetini yaptı. Bu çetin ortam

Muhsin Yazıcıoğlu için tasavvufi bir eğitim vesilesi oldu. Ölümünden sonra sıkça dillendirilen enfes şiirini, sonsuzluğun sahibine yakarışını, bu çetin ve meşakkatli zindan şartlarında yazdı."



ANNESİ FİDAN HANIM: NAMAZ KILMASINI ENGELLEMEK İÇİN RADYOYU AÇTILAR


Muhsin Yazıcıoğlu'nun acılı annesi Fidan Yazıcıoğlu ile de Sivas'ta oturduğu evde vefatından sonra görüştük. Hapishane günlerinde çektiği sıkıntıyı şöyle aktardı Fidan Anne:

"Hapishane günlerinde Mektup yazıyorduk, ayrıca on beş günde bir görürdük. Muhsin'in büyüğü Yusuf gider görürdü, babasıyla ben gidip görürdüm. Çıkarırlar, gösterirlerdi. Arkadaşlarına demiş ki 'Gözümü bağladılar, solcuyla beraber aynı yere verdiler, ceza olsun diye.' İkisini bir araya koymuşlar, birbirlerini öldürsünler diye. Bir gün dedi ki bize: 'Namaz kıldığım için radyosunu sonuna kadar açardı inadıma. Selam verirdim, almazdı.' dedi. 'Arkadaşım niye böyle ediyorsun. Aklın fikrin varsa düşün: İkimizi; öldürmek, vurdurmak için buraya koydular. Etme bunları, derken oğlan bunları bıraktı, benimle samimi oldu. Onunla beraber bir yıl yattık, çıktık' demişti Muhsin'im."



28 ŞUBAT'TA KURAN KURSU TALEBİ


28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) alınan kararlara tepki gösteren Muhsin Yazıcıoğlu, daha sonra bu uygulamaların değiştirilmesi için de bireysel olarak mücadelesini verdi. Yazıcıoğlu, 28 Şubat MGK'sından 12 yıl geçtikten sonra 28 Şubat 2009 tarihinde TBMM Başkanlığı'na bir teklif vererek Kur'an kurslarına gidecek çocukların

yaşının en az 12 olması yönündeki kararın değiştirilmesini istedi. Yazıcıoğlu'nun bu girişimi TBMM'deki son faaliyeti oldu diyebiliriz. Çünkü Yazıcıoğlu, bu tekliften 25 gün sonra helikopter kazası geçirerek hayata gözlerini yumdu.

İBRAHİM TATLISES'TEN ÜLKÜCÜLERE KONSER


Ülkü Ocakları, 1980 öncesinde yaşanan büyük sıkıntılara rağmen edebiyat, kültü, sanat konusunda da faaliyetler göstermek için çalışıyordu. Bu amaçla Töre, Musiki ve Folklor Derneği'nde (TÖRFED) konserler verilirdi. Bu konserlere o dönemin genç ama daha sonraki yılların önemli sanatçıları da vardı. Bunlardan biri de İbrahim Tatlıses'ti. Ocaklarda başkanlık yapmış olan ülkücülerden Lütfi Şehsuvaroğlu, o günleri şöyle anlatıyor:

“TÖRFED'e çok değişik sanatçılar gelir konser verirdi. İbrahim Tatlıses, ilk kez TÖRFED'e gelmişti. Bugün böyle bir mahfil yok. Muhsin Başkan'ın da orada eli vardı. Ülkü Ocakları aynı zamanda fikir ortamının olduğu bir yerdi. Türk müziğini geliştiren bir ortamı da vardı. Gençler kendi yeteneklerine göre orada yer bulurlardı. Ülkü Ocakları, gençlik kuruluşu olmanın yanı sıra sanat ve düşünce yönü olan yerlerdi. Ancak kamuoyu, çatışma ortamında ocağı, sol örgütlere karşı tutunma yeri olarak görürlerdi. Sol'da da, Milli Görüş'te de böyle yerler vardı. Bizim Milli Türk Talebe Birliği, Milli Mücadele Teşkilatı ve Milli Görüş ile hatta solun ılıman kanadıyla da temaslarımız vardı”




EROL TAŞ, ABDULLAH ÇATLI'YI HASAN DİYE TANITMIŞ


Abdullah Çatlı ile ilgili olarak kardeşi Zeki Çatlı'nın anlattıkları arasında ilginç konular da dikkat çekiyor. Bunlar arasında “kötü adam” rolleriyle Türk sinemasında ünlenen Erol Taş ile olan bir tanışıklığı ve sonrasında Taş'ın başına gelenler de var. Bu konuyu ise şu şekilde anlatıyor Zeki Çatlı:

“Sanatçı Erol Taş'ın İstanbul Cankurtaran'da bir kahvehanesi vardı. Ağabeyim Cankurtaran'daki kahvehaneye gidince gençler 'reis' diye ayağa kalkardı. Erol Taş'ın da bu saygılar dikkatini çekiyor. Ağabeyim o zaman 'Hasan' takma adını kullanıyor ve kendisini Taş'a 'Hasan Bey' olarak tanıtıyor yanındaki ülkücüler. Bunun üzerine Erol Taş, 'Hoş

geldin Hasan Ağa' diyerek bazen çay getirip kendi eliyle ikram ediyordu. Erol Taş'ı daha sonra 'Senin kahveye Çatlı geliyormuş' diyerek 12 Eylül sürecinde sorgulamışlar. Kendisinin de oynadığı TRT'deki Kuruluş dizisinin setinde ortak bir tanıdıkları,

– Hasan Ağa'dan ne haber, diye sorunca kendine has, babacan ve şakacı tavırla,

– Sus sus, yerin kulağı var, diyor Erol Taş."

yenişafak