Merhaba dostlar,

Bugün 7 Eylül 2017

Güzel Aydın’ımızın düşman işgalinden kurtuluşunun 95. Yıl dönümü.

İngiliz destekli Yunanlıların, kan ve gözyaşını sel gibi akıttıkları 3 yıl 3 ay 10 gün süren insanlık dışı işgaline karşı, bu topraklardaki ilk direniş Efeler tarafından başlatılır.

Aydın Dağlarında kanun kaçağı olarak dolaşan efelerin büyük bir çoğunluğu, devletin otoritesi ve adaletinin yoksunluğundan dolayıdır dağlara çıkmışlardır.

Bunların bir kısmı gariban halkı koruyup kollayan, bir kısmı da zaten elinde avucunda bir lokma ekmeği ve bir damla canı kalmış halka zulmedenlerden oluşmaktaydı. Ama halk, iyi ile kötüyü kendince hemen ayıt etmiş, iyiye “Efe-Zeybek”, kötülere de “çete-eşkıya” demişti.

Bu çetelere her türlü beddua okunurken, efelerin hayatları ise destansı bir anlatış ile dilden dile dolaşır, yeni yetme gençler kanı kaynayan delikanlılar o efelere özenir, yanlarında dolaşıp onlara kızan olmak için can atarlardı.

İşte o efelerden biri de Efelerin Efesi Yörük Ali Efe’ydi.

 

O yüce dağların doruklarında,

Bir deli borandın, çığdın be efem.

Düşman çizmesine kahredip sonra,

Ömrünü vatana, saydın be efem.

 

İzmir’in işgalinden 12 gün sonra 27 Mayıs 1919’da Aydın işgal edilirken, bu işgale karşı yapılacak direniş pek geç kalmaz.

Bu direniş, başlarında 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Bey’in olduğu, işgalleri hazmedemeyip kurtuluş çaresi arayan bir avuç Osmanlı Subayının, Yörük Ali, Kıllıoğlu Hüseyin ve Kozalaklı Mehmet gibi efeleri ikna edip, Çine’nin Yağcılar Köyü’nde 5 Haziran 1919 gecesi kurdurdukları Yörük Ali Efe Müfrezesi ile başlar.

 

Al bayrağı mahzun, ezanı sessiz,

Toprağı kederli, göğü hâresiz,

Görünce Aydın’ı böyle çaresiz,

Ateşler içinde, buydun be efem.

 

Yörük Ali efelerin en genci olmasına rağmen ki henüz 23 yaşındadır, bu efeler tarafından “en akıllımız, en düşüncelimiz ve en iyi silah kullananımızdır” diye Yunanlılara karşı kurulan bu ilk Milli Kuvvete lider seçilir.

 

Öyle bir silkinip, çıktın meydana,

Diz vurup haykırdın, dosta düşmana.

Medet ummayalım deyip yabana,

Varlığı yokluğa, kıydın be efem.

 

Tamamı 17 kişiden oluşan Aydın’ın bu ilk Milli Kuvveti Yörük Ali Efe Müfrezesi, efe, memur, asker, din adamı, tüccar gibi toplumun hemen hemen her kesiminden vatanseverlerden oluşmuştur.

Kurulduktan 11 gün sonra Yörük Ali Efe müfrezesi ilk darbesini vurmuştur bile.

Bu ilk baskın, 16 Haziran 1919’da oldukça stratejik bir noktada bulunan Sultanhisar-Atça arasında ki Malgaç Köprüsü dibindeki Yunan karakoluna yapılır.

Yunan’a karşı Aydın’daki ilk baskındır bu. Bu baskında Yunan Karakolu imha edilir ve köprü de kullanılamaz hale getirilir.

Öyledir ki bu Malgaç Baskını, karakoldaki 20 civarında düşman askerini imha etmekten ziyade, yılgın, yorgun ve ümitsiz Türk halkının Kuvayı Milliye’ye olan güveni ve kurtuluşa olan inancının ortaya çıkmasını sağlar.

 

Binip de atına, martin omzunda,

Düşmanın ne çoğu, ne de azında,

Basıp da Malgaç’ı, halkın gözünde,

Umudun şavkını, yaydın be efem.

 

Bundan sonra mücadele güçlenecek, milli kuvvetlerin sayısı artacak ve hatta işgalden yaklaşık bir ay sonra Yörük Ali başkanlığındaki milli kuvvetler Aydın’ı Yunanlılardan bir haftalığına da olsa geri alıp kurtaracaktır.

Diğer taraftan yurdun kalbinde, küllenmiş umutları tekrar kor haline getirip bağımsızlık meşalesini tutuşturmakta olan bir Mustafa Kemal vardır.

Samsun’da kıvılcımlandırdığı bu meşale Amasya, Erzurum, Sivas derken 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıyla artık bütün yurdu aydınlatır hale gelmiştir.

TBMM ordusu kurulmuştur.

Yurdun her bir bucağında, ailesinden, gururundan, benliğinden ve canından geçmiş Milli Kuvvetler TBMM Ordusuna katılmıştır.

Artık savaş bütünüyle bir bağımsızlık savaşıdır. Yörük Ali Efe ve arkadaşları bu savaşın kahraman askerleridir.

 

Kaç mevsim kaç sene, vatan uğruna,

Kaç kurşun kaç hançer, düşman böğrüne,

Gitmesin ecelin, sakın ağrına,

Ölümlere gülüp, yok saydın efem

 

İşgale karşı mücadele eden bütün efeler tabi ki çok değerlidir.

Yalnız bunlardan Yörük Ali Efe bir başkadır.

Zekası, soğukkanlılığı, ağır başlılığı, alçakgönüllülüğü, merhameti ve yerine göre atılganlığı ile diğerlerinden farklıdır.

Bu farklar ki Yörük Ali’yi “Efelerin Efesi”,Efelerin Babası” yapmıştır.

Bütün bu mücadelelerden sonra, işin en acısı da nedir biliyor musunuz sevgili dostlar?..

Özgürlüğe ve bu özgürlüğünü en çok dağlarda yaşayabilen, dağlara, bayırlara, tepelere sevdalı bir Yörük; Efelerin efesi Yörük Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra huzur ve neşe içinde o bir zaman sırtını yamaçlarına yasladığı, bir kartal gibi doruklarında süzüldüğü dağlarına ne yazıktır ki gidememiştir.

1926 yılında İzmir’de bir tramvay kazasında iki ayağını birden kaybedip tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştur çünkü…

Bu tarihten sonra vefat ettiği 1951 yılına kadar böyle ayaklarından yoksun bir şekilde yaşar.

1951 yılında şeker hastalığından dolayı tedavi için gittiği Bursa’da vefat eder.

 

Adın türkülerde, adın her yerde,

Koşup gezemedin, mor tepelerde,

Senin için değil, ölüm son perde,

Sonsuzluğa akan, çaydın be efem.

 

Bu gün Yenipazar’da, müze haline getirilmiş evinin bahçesinde yatmaktadır.

Ruhun şad olsun Efem!...

Ruhlarınız şad olsun senin ve arkadaşlarının…

 

Sağlıcakla…