Ilıcak kitabında Fethullah Gülen'le ilişkilendirilen pek çok konuyu mercek altına alıyor.

"Türkiye büyük bir değişim ve dönüşüm geçiriyor. Askeri vesayet kırılıyor. Komplolar ortaya çıkarılıyor. Eskiden suç olmasına rağmen, kovuşturulmayan eylemler artık mercek altında."
(sf.327)

KÜNYE

Yazar: Nazlı Ilıcak
Türü: İnceleme/Araştırma
Sayfa: 328
Baskı: Ocak 2012
Yayınevi: Doğan Kitap

HER TAŞIN ALTINDA 'THE CEMAAT' Mİ VAR?

90'lı yıllardan itibaren Türk siyasi hayatında bir isim öne çıktı: Fethullah Gülen. Her dönem hakkında birtakım iddialar ortaya atılan Fethullah Gülen ve Cemaati, özellikle Ergenekon soruşturmasıyla birlikte daha çok gündeme geldi. Ergenekon sürecinde "Fethullahçı" olarak bilinen polislerin parmağı olduğu, Cemaat mensuplarının özellikle adliye ve mülkiye içinde örgütlendikleri iddiaları dillendirildi.

Gazeteci Nazlı Ilıcak da "Her Taşın Altında 'The Cemaat' mi Var?" adlı çalışmasında 28 Şubat sürecinden cumhurbaşkanlığı seçimine, Emniyet içindeki "F tipi örgütlenme" iddialarından gazetecilerin tutuklanmasına kadar Fethullah Gülen'le ilişkilendirilen pek çok konuyu mercek altına alıyor. 

İki bölümden oluşan kitabın 'Ergenekon davası ve Fethullah Gülen' başlıklı birinci bölümününü Ergenekonsoruşturması sırasında ortaya atılan iddialar, Hanefi Avcı'nın kitabı, Odatv'de çıkan belgeler Genelkurmay brifingi ve basın ile Nedim Şener'in yazıları oluşuturuyor. Bu bölümde istihbaratçı Ali Fuat Yılmazer'in hakkındaki iddialara da yanıtlar veriliyor. İkinci bölümde ise Fethullah Gülen'e yönelik davalara ve yapılan söyleşilerden bazıları okurlara sunuluyor. 

"Bir geçiş dönemindeyiz, hiçbir şey durağan değil" diyen Ilıcak, Doğan Kitap'tan çıkan çalışmasında bir gözlemci ve gazeteci olarak olayları farklı bir bakış açısıyla değerlendiriyor.

KİTAPTAN SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER

Hayrete düşüren açıklama

Yaşar Büyükanıt emekli olduktan sonra, Mehmet Ali Birand'ın "32. Gün" programında Sabri Uzun'u kendisinin görevden aldırdığını itiraf etmişti. Buna rağmen, Sabri Uzun'un "Cemaatci komplodan" söz etmesi, insanı hayrete düşürebilir. Çünkü 28 Şubat sürecinde, Emniyet'teki dindar kişileri himaye etmiş, onların "irticacı damgası yiyip" ayaklarının kaydırılmasını engellemeye calışmıştı. Şimdi neden Cemaat'i suçluyordu? Bu arada, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın da Cemaatci olduğunu söylediler. Hatta Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından ihrac edildikten sonra, Sarıkaya'nın etrafta görülmemesini, "ABD'ye, Gülen'in yanına gitti" şeklinde açıklayanlar oldu. 2010 yılında, Sarıkaya, Ankara Çukurambar semtinde ortaya cıktı. Meğer bu süre zarfında hiç yurtdışına gitmemiş, Murat Araç isimli bir arkadaşına ait avukatlık bürosunda danışmanlık yapıyormuş. (sf.22)

Peşin hüküm

Emniyet içinde birbirinin ayağını kaydırmak isteyenler bulunabilir. Bu işi yapanlardan bazıları, kendilerini "Cemaat'in adamı" diye tanıtmış da olabilir. Ama buradan yola cıkarak, farklı suç isnatlarına muhatap kalan Emniyetçilerin tümünü suçsuz ilan etmek ve operasyonu yapan ya da soruşturmayı yürüten herkesi
"Fethullahçı" diye damgalamak, objektiflikten uzak, peşin hükümlü bir tavırdı. Avcı, yargısız infazdan söz ederken, aslında Gülen Cemaati'ni delilsiz, mesnetsiz suçlayarak kendisi yargısız infaz yapıyordu.
(sf.34)

Balyoz davasını Itibarsızlaştırmak istediler

Medya mensupları, özellikle Nedim Şener ve Ahmet Şık'a, basın özgürlüğü adına sahip çıktı. Bu iki isim,Ergenekon, hatta hiç ilgisi bulunmamasına rağmen Balyoz davasını itibarsızlaştırmak için de kullanıldı. Bana göre, basın mensuplarının birçoğu samimi bir tepki ortaya koymakla birlikte, iki gazetecinin tutuklanmasını iktidara muhalefet için fırsat gibi görenler da azımsanmayacak miktardaydı. Protesto gösterilerine katılanlar, 28 Şubat ve takip eden yıllarda, askeri vesayetle kol kola girmiş, ordunun siyasete müdahalesine karşı çıkmak bir yana, açık ya da gizli destek vermişlerdi. (sf.61)

Korkular üzerinden prim yapma devri geçti

Refahyol iktidarı 28 Şubat sürecinde "postmodern darbe" ile düşürülürken gazeteciler, askerle işbirliği yapıp onların görüşlerini hiç tartışmadan kamuoyuna aktarmakta beis görmemişti. Zaten Ergenekonyapılanması da aynı zihniyetin devamıdır. "Asker cumhuriyeti korur kollar." Aydınlar ve gazetecilerin bir bölümü askere payanda olur. Bu yüzden birçok kişi, suç işlediğini fark etmeden, darbeye zemin hazırlayan faaliyetlerin içine girmiştir. Ergenekon, Balyoz gibi davalar, kökleşmiş bu yapıyı dönüştürüyor. Artık, rejim üzerinden mücadele vermek rafa kalkıyor; korkular üzerinden prim yapma devri geçti.
(sf.74-75)

Hedefteki isim Ali Fuat Yılmazer

Nazlı Ilıcak, Fethullah Gülen isminin, her yanlış yapanın elinde bir kalkan oluşturduğuna dikkat çektikten sonra şunları söylüyor:  İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in adının "Fethullahçı kadro"yla birlikte anılması da, Ergenekon operasyonlarının derinleşmesiyle başladı. Yılmazer, 1990'lı yıllarda "Fethullahçı" diye ortaya atılan 500'ü aşkın Emniyet mensubu arasında yer almıyordu. (...) Ergenekon'un gün yüzüne cıkmasıyla birlikte, aynı anda, "Emniyet'te F Tipi örgütlenme" söylemleri de ortaya atıldı. Cemaat, sanıkların arkasına sığındıkları günah kecisi haline geldi. Mesela, bürosunda İrtica İle Mücadele Eylem Planı çıkan emekli üsteğmen Ergenekon sanığı Avukat Serdar Öztürk. Öztürk, "Bu planı büroma Ali Fuat Yılmazer koydu" dedi. Oysa, aramayı yapan Ankara polisiydi. Yılmazer ise, İstanbul İstihbaratı'nın başındaydı. Kaldı ki, belgenin ıslak imzalı aslı daha sonra ele gecirildi. Yılmazer, Genelkurmay Karargahı'nın bilgisayarında hazırlanan bir belgeyi, neden ve nasıl Serdar Öztürk'ün bürosuna yerleştirecekti?
(sf.112-120)

Bir taşla iki kuş vurmak! 

Nazlı Ilıcak kitabında Hrant Dink suikastında Nedim Şener'in, Hanefi Avcı'nın her lafını doğru kabul edip, Ali Fuat Yılmazer'i "kusurlu" ilan etmesinin sebebini anlamakta zorlandığını belirtiyor. Ilıcak, "Üstelik, böylesine teknik bir meseleyi değerlendirirken, kendisini, Mülkiye başmüfettişlerinden daha liyakatlı bulmasına da şaşırdığımı itiraf etmeliyim. İnsan bu durumda ister istemez soruyor: Amaç, Dink cinayetindeki gerçek sorumluları mı ortaya çıkarmak, yoksa üzerlerine 'Cemaatçi' yaftası yapıştırılan birilerini kusurlu göstererek tasfiye etmeye mi çalışmak? Cevabım, her ikisi de. Bir taşla iki kuş vurmak!" diyor. 

(sf.140-142)

Dindarları hedef alan dalga

Kitabında, Fethullah Gülen'in 1990'lı yılların başından itibaren, dindarları hedef alacak bir dalganın geldiğinin farkına vardığını söyleyen Nazlı Ilıcak, şu ayrıntıya dikkat çekiyor: "Bu yüzden Başbakan Tansu Çiller'in görüşme talebini kabul etti. Çiller ondan, Terörle Mücadele Yasası için destek talep ediyordu. Buna mukabil, Gülen'in de Çiller'e anlatacakları vardı. Kapalı kapılar ardında Gülen, Çiller'e, 'Batı Calışma Grubu'nun faaliyetlerinden' söz etti; gizli gizli hazırlık yapılıyordu. Daha o tarihte kimse BCG'nin adını duymamıştı. Ama Gülen, kendisini koruma duygusu içinde, istihbarata önem veriyordu ve kendisine sempati duyanlar sayesinde gelişmeler hakkında bilgi ediniyordu. Tansu Ciller, Fethullah Gülen'le konuşurken yalnız değildi; yanında Özer Çiller de vardı. Her ikisi de, Fethullah Hoca'nın uyarılarını ciddiye almadılar. Hatta 'Hocaefendi niye bu işlerle uğraşıyor?' diye bir değerlendirme bile yaptılar.
(sf.147)

Okullar MEB'e devredilebir

Gülen Cemaati'nin askerlerle de ilişki kurmak istediğini vurgulayan Nazlı Ilıcak, 23Aralık 1997'de, Zaman gazetesinin sahibi olarak görünen Alaaddin Kaya'nın, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'le bir araya geldiğini belirtiyor. Ilıcak bu buluşmayı şöyle anlatıyor: "O görüşmede Kaya, Bir'e, 'Gülen'in, okulları, Milli Eğitim Bakanlığı'na devretmeye hazır olduğunu' söyledi. Cevik Bir, Kaya'ya, 'Bunun yeri burası değil, Milli Eğitim Bakanlığı'na gideceksiniz' cevabını verdi. Kaya, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'ya, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Yılın Hoşgörü Ödülü'nü vermek istediğini de Çevik Bir'e söyledi. Bu talep de reddedildi." (sf.154)

Medyadan Gülen'e salvolar

1999, Fethullah Gülen'e "vur abalıya" yılıydı. Önce Aydınlık'ta çıkan haber, ardından Ankara Emniyeti'nin "Fethullahçı kadrolaşma" ile ilgili iddiaları ve nihayet atv'de yayınlanan kaset. Ortaya çıkan kasetlerin amacı, Fethullah Gülen'i kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmaktı. Hakkında açılan davanın yanı sıra, "psikolojik harekatcıların" medyadaki desteğe amade kalemleri de -bilerek ya da bilmeyerek- onların amacına hizmet edecek nitelikte yazılar yazıyordu. (sf.214)

Gülen'in düşünce dünyası

Alıntı yapılan kitapları okuduğumuzda ve Savcı Nuh Mete Yüksel gibi bazı cümleleri cımbızlamak yerine, metnin tümüne baktığımızda, Fethullah Gülen'in gerçek düşüncesine ulaşabiliyoruz. Barış, hoşgörü, fedakarlık, hizmet ve tabii ki hizmeti korumak amacıyla dayanışma. Gülen'in muhtelif kitaplardan bazı bölümleri, iddianamedeki yorumla mukayese etmek ve madalyonun bir başka yüzünü göstermek amacıyla yayınlıyorum. Gülen, müşterek noktalarda buluşmak amacıyla, muhataplarla diyalog kurulmasını istiyor, "Kendi doğrularınızda her zaman diretmeyin" çağrısında bulunuyordu. Savcı Nuh Mete Yüksel, bu tavrı "takıyye" olarak değerlendirmişti. "İnsan takıyye yapsa bunu kitabında açıkça yazar mı?" diye düşünmemişti. Ne kastettiğini Gülen'in başka yazılarında daha açık bir şekilde görmek mümkün.
(sf.263)

ABD vizede sorun çıkarttı

Necip Hablemitoğlu, Gülen'in ABD'nin himayesinde bir etki ajanı olduğu savını, onun, Pennsylvania'da bir çiftlikte oturmasına dayandırıyordu. Oysa bir süre sonra ABD, Gülen'e vize vermekte zorluk çıkarttı. Buna birinci elden şahit oldum. ABD İstanbul Başkonsolosu Deborah Jones, bir davette, Gülen hakkında bana sorular sorup şüphelerini dile getirince, Cemaat'e yakın bazı isimlerle kendisini bir araya getirebileceğimi söyledim. Toplantı gercekleşti ve Başkonsolos Jones, görüştüğü insanların görüşlerini öğrenme fırsatını buldu. Olumlu izlenimler edindiğini daha sonra Taraf'ta yayınlanan Wikileaks belgelerinden öğreniyoruz. O tarihte, Gülen'e vize verilmemesi konusu gündemdeydi ve Deborah Jones'un olumlu görüş bildirmesi sonucunda Gülen'in vizesinin uzatılması sağlanmıştı. O günkü toplantının Washington'a nasıl rapor edildiğini Wikileaks belgelerinden okuyalım. 27 Nisan 2007'de, Başkonsolos Deborah K. Jones, Gülen Cemaati'ni anlayıp anlatmaya yönelik daha samimi bir cabayı yansıtan bir telgraf yazmış.
(sf.291)

Aklanan 528 polis

1990'larda elden ele dolaşın bir "Fethullahçı polis" listesi vardı. Ama bu liste üzerinde yapılan idari ve adli soruşturmalar sonucunda, "Fethullahçı" denilen 528 polisin tümü aklanmıştı. Sonra onlardan hiç bahsedilmez oldu. İkinci liste, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve Muzaffer Tekin'in de gözaltına alındığıErgenekon'un 4. dalgasıyla (24 Ocak 2008-Aydınlık) birlikte ortaya çıktı. 4. dalgada, ilk defa tepe noktalarda önemli kişilere ulaşılmıştı. O operasyonun hemen ertesi günü Aydınlık gazetesinde Hikmet Çiçek, polisteki Fethullahçıların ismini yazdı. Sonra da bu iddialar sürdü gitti. Sıkıntıya düşen herkes, "Bu Gülen'in işi" diye kendisini savunmaya başladı.
(sf.327-328)